Ahmet Arslan
“Bir devlet olarak Türkiye olmak”
Defne Bayrak isimli bir “gazeteci” ve çevirmen vardı. Çeşitli yayın organları için çeviriler yapıyordu. 2015 yılında CNN Türk’te çalışan ablası Funda Bayrak ile “DEAŞ’a biat ettiklerini” açıkladı.
Defne Bayrak müteakiben “İslam Devletinde yaşamak amacıyla” iki çocuğuyla birlikte o dönemde DEAŞ’ın kontrolünde olan Suriye’nin Rakka kentine gitti. PKK’ya bağlı bir yayın organında bugün yayınlanan mülakatından anlaşıldığına göre, bölücü örgütün Suriye kolu tarafından yakalanmış ve halen (bu kez üç) çocuğu ile bir kampta tutuluyormuş.
Defne Bayrak sıradan birisi değil. İlk eşi Ürdün asıllı Doktor Halil Ebu Mulal El Belavi, 2009 yılında, Afganistan’da elinde Eymen El Zevahiri’ye ilişkin bilgiler bulunduğuna ikna ederek CIA’yı ters köşe etmiş ve bir ABD üssüne canlı bomba saldırısında bulunarak 7 CIA ajanının ölümüne sebep olmuştu. Bu saldırının izini süren CIA elde ettiği ipuçlarıyla Usame Bin Ladin’in ölümüyle sonuçlanacak operasyonu gerçekleştirmişti. (“Zero Dark Thirty” isimli film El Belavi’nin intihar saldırısı ve Bin Ladin’in öldürülüşünü belgesel tarzda ele almaktadır)
Defne Bayrak, PKK’nın yayın organına yaptığı açıklamada öncelikle DEAŞ’a katıldığı için pişmanlığını dile getiriyor. Büyük bir hayal kırıklığına uğradığını söylüyor. DEAŞ’ı ne sandıysa, Duygu Asena’ya rahmet okutacak bir “feminist bakış açısıyla” örgütün “kadınlara hiç değer vermediğini” belirtiyor. Bekar bir kadının bir “hukuki varlığının olmadığı” için evlenmek zorunda kaldığını ve önce Mısırlı bir örgüt mensubu ile evlendiğini söylüyor. Eşinden sürekli şiddet gördüğü için güç ela da olsa boşandıktan sonra bu kez Kilisli bir örgüt mensubuyla evlendiğini dile getiriyor. Bu evliliğinden bir çocuğu oluyor.
Bayrak, Rakka’ya giderken “İslam Devletine biat etmesinin yanı sıra” hizmet motivasyonun da bulunduğunu ama hiçbir “katkıda bulunamadığını, böyle bir imkânın tanınmadığını” söylüyor.
Bayrak’ın geçmişi ve mülakatının özetini aktarmamın asıl sebebi ise Türkiye’ye ilişkin yaptığı değerlendirmeler. Kendisine yöneltilen “uluslararası mahkemede yargılanmayı düşünüp düşünmediğine” ilişkin soruya cevaben “Türkiye’de yargılanmak” istediğini söylüyor. Gerekçe olarak da “Türkiye’yle yüzleşmek istemesini” öne sürüyor.
Müteakiben “Türkiye beni uyarsaydı. DEAŞ’a katılmamı engelleseydi. Benim de haklarım var vs.” mealinde ifadelerde bulunuyor.
Katıldığı DEAŞ tarafından hayal kırıklığına uğrayıncaya kadar, büyük bir özgüven ve kibirle Türkiye’yi “kafir devlet, tağuti rejim, Darü’l Harb” olarak itham eden Bayrak şimdi şimdi “devletim beni niye uyaramadı, engellemedi” diyor.
Şüphesiz, DEAŞ’ın Türkiye topraklarında akıttığı oluk oluk kandan “yeteri kadar uyarılmayan” bu kadının asıl niyeti, şimdi PKK’nın elinde iyice köşeye sıkıştığı için beğenmediği, nefret ettiği Türkiye’de yargılanmayı sağlamak. PKK’nın sözde mahkemesinde ölüm cezası alacağını, Uluslararası bir mahkemenin ise yıllarca süreceğini bildiği için son çare olarak Türkiye’ye sığınmaya çalışıyor. Yaşadığı acı tecrübelerden sonra “bir devletin mensubu olmanın hukukuna” başvuruyor. Çünkü ne gidebileceği bir vatanı ne sığınabileceği bir devleti ne de yargılanabileceği bir hukuk sistemi yok. Vatansız ve devletsiz kalmanın ne demek olduğunu iyi anlamış.
Terör örgütlerinin fantastik “devletçilik oyunlarının” bireylerin en temel ihtiyaçlarını bile karşılamadığı gibi “sözde vatandaşları için” nasıl bir zülüm mekanizmasına dönüştüğünü zaten bizzat kendisi müşahede etmiş.
“Bir devlet olarak Türkiye olmak” işte bunun için zordur ve işte bunun için “biricikliktir.”
Hangi ideoloji ve görüşten olursa olsun zamanında sana küfredenler, en katı nefret duygularını yansıtanlar, haymatlosluk güzellemeleri yapanlar zamanla bütün seçenekleri tükettikten sonra “devletim de devletim” deyip dururlar.