Ahmet Arslan
ALMANYA: GÜVENİLMEZ MÜTTEFİK
27 Ocak 2022, Perşembe
NATO üyesi ve AB’nin lider ülkesi konumundaki Almanya’nın Ukrayna sorunu karşısındaki tutumu hem kendi halkı hem de müttefikleri başta olmak üzere bütün dünya tarafından şaşkınlıkla karşılanıyor. Eminim ki Almanya’nın bu tuhaf tavrı karşısında Rusya bile şaşırmıştır.
Almanya’nın “tuhaflığı”, Ukrayna ordusuna yapacağı “5 bin kask yardımıyla” karikatürize edilmesine rağmen gerçek bundan ibaret değil. Esasında “5 bin kask yardımı” bir anlamda Almanya’nın sürece ilişkin tutumunu topyekûn sembolize eden bir örnek.
Geçtiğimiz hafta istifa etmek zorunda kalan Deniz Kuvvetleri Komutanı, Putin’in rencide edilmemesi gerektiğini, Rusya’nın bölgedeki varlığının meşru olduğunu falan söylemişti. Eşzamanlı olarak pek çok Alman yetkili “Rusya’ya uygulanacak ekonomik ambargonun fazla can yakıcı olmaması gerektiğini” ifade etmişti.
Herhangi bir savaşa ihtimal dahi vermeyen bir yaklaşım var ortada.
Bunlarla da kalmadı. Etsonya’nın elindeki eski Alman obüsleri Ukrayna’ya vermesini de engelledi.
Almanya, Rusya’yla çıkacak bir ihtilafta doğalgaz sevkiyatının kesileceğinden korkabilir.
Ama mesele sadece enerji tedarik endişesinden mi ibaret acaba?
Birinci Körfez Savaşında Türkiye cephe ülkelerinden birisiydi. Irak’ı bombalayan uçaklar arasında İncirlik’ten havalananlar da bulunuyordu.
Savaştan hemen önce Türkiye her ihtimale karşı NATO’nun meşhur “Beşinci Maddesi” gereğince Hava Savunma Sistemi talebinde bulundu. Türkiye’ye Patriot temin edecek en yakın ülke olmasına rağmen Almanya bu talebi reddetti. O tarihte rahmetli Turgut Özal, Almanya’yı zehir zemberek sözlerle eleştirerek, “güvenilmez müttefik” olduğunu söylemişti. Türkiye patriotları başka bir ülkeden temin etmişti.
Almanya eleştirilere karşılık olarak Anayasası’nın “yurtdışına asker ve ekipman gönderilmesine” engel olduğunu ileri sürmüştü.
Alman Anayasasında o tarihte böyle bir sıkıntı sözkonusu olabilirdi. Çünkü İkinci Dünya Savaşından sonra galip devletlerin diktesiyle hazırlanan Anayasa, Almanya’nın hem ordu kurmasını kısıtlıyor hem de tekrar yayılmacılığa heveslenmemesi için toprakları dışına çıkmamasını gerektiriyor olabilirdi.
O tarihten günümüze Alman Anayasasında bir değişiklik oldu mu bilmiyorum. Ama NATO’nun pek çok bölgede gerçekleştirdiği operasyonlara Almanya’nın kısıtlı da olsa katıldığı bir gerçek.
Ama mesele sadece Anayasa meselesi değil. Estonya’daki Alman yapımı obüslerin kullanımının neden kısıtlandığı bir muamma.
Almanya kendi ürettiği askeri ekipmanların kullanımını mı kıskanıyor?
Hatırlanacak olursa Almanya 90’lı yılların başında Türkiye’ye parayla sattığı Leopard-1 tanklarının Güneydoğu’daki operasyonlarda kullanılmasını yasaklamıştı. Sadece tankların değil, diğer askeri ekipmanların, mesela Zırhlı Personel taşıyıcıların da kullanılmasını yasaklamıştı.
Türkiye tonlarca para vererek aldığı o tankları yaşadığı bölünme tehlikesine karşı değil de neye karşı kullanacaktı acaba? Tanklar garajlarda çürüsün diye mi o kadar para veriliyordu?
Almanya bununla da kalmadı. Bu kez TSK envanterinde bulunan Alman yapımı Leopard-2 tanklarının 2018 yılındaki Zeytindalı Operasyonu çerçevesinde Afrin’de de kullanılmasına itiraz etti.
Şimdi de Ukrayna’ya hem kendi silahlarının üçüncü ülkeler aracılığıyla gönderilmesini engelliyor hem de dalga geçer gibi kask gönderiyor.
Almanya bütün bunları dünyayı derinden etkileyecek geniş çaplı bir savaşı engellemek için yapıyorsa bu takdir edilecek bir tutumdur. Ama Merkel görevini bıraktıktan sonra Alman diplomasisi değil Ukrayna meselesinde, herhangi bir konuda bile etkin değil.
Ukrayna meselesinin çözümüne ilişkin Alman diplomasisinin “aman ekonomik yaptırımlar fazla acıtıcı olmasın” demesinin ötesinde bir yaklaşımına, çözüm önerisine veya arabuluculuk girişimine rastlanmadı.
Akla, “acaba Almanya 2. Dünya Savaşı sonrası yaşadığı travma sebebiyle mi çatışma sözkonusu olunca içine kapanıyor” sorusu gelebilir. Sanmıyorum.
Eğer böyle bir travma sözkonusu olsaydı, Soğuk Savaşın bitiminin hemen ertesinde Doğu Almanya’yı ilhak için sergilediği agresifliğe ve sonrasında Yugoslavya’nın parçalanmasının birinci dereceden aktörü olmaya cesaret edemezdi.
Çok uzağa gitmeye gerek bile yok. Almanya “barışsever bir ülke” olsaydı 1980’lerden itibaren Türkiye’nin parçalanması için kurulan her türlü tezgâhın arkasından çıkmazdı.
Daha geçen seneye kadar AB’nin ekonomi ve dış politikada taşıyıcı ülkesi olan Almanya’nın yeni dış politikasının “5 bin kaska” indirgenmesi iktidar değişikliği kadar, yakın geçmişindeki tutumu hesaba katıldığında güvenilmezliğinin sonucudur.
Bütün bunlardan sakın Batı ile Rusya arasında bir savaşın çıkmasını istediğim sanılmasın. Gerilimin devam etmesinin Türkiye’nin çıkarına olacağını ama çıkabilecek bir savaşın ülkemize çok zarar vereceğine inanıyorum.