2006 yılında Avrupa ve Amerika'yı vuran ekonomik krizi anlama konusunda iki eğilim ortaya çıktı. Birincisi, hükümetlerin, şirketlerin, sermaye çevrelerinin, var olan küresel ekonomik statükonun taraftarlarının tartışma şekliydi. Onlar krizin geçiciolduğunu, hiçbir yapısal değişiklik gerekmediğini, güncelmüdahalelerle üstesinden gelineceğini iddia ediyordu. Çünkü onlar, var olan kar/kazanç düzeninin yıkılmasını istemiyordu. Belli “yama”larla krizin üstesinden gelinecekti.
Özellikle ABD-Avrupa ekseni küresel ekonomik düzenin aynı zamandaküresel güç anlamına geldiğini bildiği için, daha paylaşımcı bir düzeni kabul etmenin Batı'nın üstünlüğünü sona ereceğineinanıyordu. Nitekim işin gerçeği de böyleydi. Bir dünya imparatorluğuna hükmediyorlardı ve bunu kimseyle paylaşmak istemiyorlardı.
Jeopolitik sarsıntılar başladı
İkinci çevre ise; daha çok düşünen, politik baskılara mesafe koyabilen, sermaye kontrolünün dışına taşabilen çevrelerin tartışma biçimiydi. Onlar, “ekonomik krizin aslında jeopolitik krizin habercisi olduğunu, Batı'nın kendi içinde güç mücadeleleri başlatacağını, sosyal huzursuzlukların artacağını, ulus üstü yapılanmaların tehlikeye girebileceğini” söylüyorlardı.
Var olan ekonomik ve siyasi düzenin acımasız bir Atlantik hükümranlığına dayandığını, onların bu gücü dünyanın geri kalanıyla paylaşmadığını, tek çözüm yolunun küresel ekonomik düzende yapısal/paylaşımcı yeni bir düzenleme olduğunu söylüyorlardı.
Örtülü dünya savaşı dönemi
Asya, Latin Amerika, Ortadoğu gibi, dünyanın güç arayışında olan başka bölgeleri bu anlamda Batı'ya çok büyük itirazlar yükseltiyor ama bunlar görmezden geliniyordu. Soğuk Savaş'tan sonra yeni bir dünya düzeni inşa edilememesinin tek sebebi bu ayrışma, anlaşmazlık hatta örtülü dünya savaşı şekline bürünen krizdi. Birçok ülke, itirazların açıktan dile getirmeye, yer yer meydan okumaya başlamıştı.
2006'tan bu yana hemen bütün yazılarda bu jeopolitik ayrışmaya, bunun nasıl bir çatışma hali alacağına, dünyayı nasıl bir uçuruma sürükleyeceğine, bir an önce adil ve dengeli bir güç yapılanmasının teşvik edilmesi gerektiğine dair konuları işlemeye çalıştım.
Türkiye'nin bu durumu iyi okuduğunu, yeni bir yol çizmeye çalıştığını, hatta açıktan itirazlar yükselttiğini, bu yüzden de ağır saldırılar altında kaldığını tartıştım. Ancak finans çevrelerinin günübirlik gürültüleri, bu tür düşünceleri susturdu. Bu, hem dünya genelinde hem de Türkiye'de böyle oldu.
Refah düzenlerini ayakta tutmak için ölüyoruz
ABD ve Avrupa'nın yoğun bir şekilde Ortadoğu/İslam dünyasınamüdahale etmesi, kendi krizlerini örtme ve öteleme amaçlıydı. Yeni kaynaklar ve pazarlar paylaşıyorlar, çıkış yolu arıyorlardı. Coğrafyamıza reva görülen yıkım, bu kirli düşüncenin ürünüydü. Birçok ülke, devlet, millet, şehir bu yüzden harabeye döndü, büyük acılaryaşandı. Aslında hepimiz, Batı'yı kurtarmak için bedel ödüyorduk. Ülkelerimiz, insanlarımız, şehirlerimiz bedel ödüyordu.Onları kurtarmak, refah düzenlerini ayakta tutmak için ölüyorduk.
Operasyonlarını ülkelerimizdeki “iç işgalciler” üzerinden servis ediyorlar, biz onları kendi doğrularımız sanıyor ona göre pozisyon alıyorduk. Ama aslında ülkelerimizi, tarihimizi ve kendimizi vuruyorduk. 21. Yüzyılın en büyük hesaplaşmasının bizim coğrafyamızda olması bizi akıllandırmaya yetmedi maalesef. Oysa yaşanan büyük bir güç hesaplaşmasıydı ve biz burada sadece kurbandık.
Faşizm Avrupa'yı vuruyor
İngiltere'nin AB'den ayrılma kararı, bütün bu güç mücadelesini açık etti. Bu yönden hepimiz için hayırlı oldu. Resmi tam olarak ortaya koydu.Batı'nın kendi içindeki güç savaşını okuyabilecek hale geldik. Bize etnik, mezhebi veya herhangi bir kimlik üzerinden servis edilen ayrışmanın Batı içinde çok daha ağır kökleri vardı. Onların güç mücadeleleri, etnik ayrışmaları, zaafları bizden çok daha fazlaydı.
Ama bir şekilde kamufle ediliyordu. Şimdi açık oynama zamanı geldi.ABD'de yükselen faşizm dalgası, Atlantik kıyılarını vurdu. Avrupa uzunca bir süredir Birleşik Avrupa ruhunu kaybetti.Baltıklardan Doğu Akdeniz'e uzanan 508 milyonluk nüfus, birlik ruhundan çok milli kimliklerine dönmeye başladı. Kriz sonrası birçok AB ülkesi milli değerlerini arayışlara yöneldi. Almanların başını çektiği yeni Roma imparatorluğu çözülmeye, dağılmaya, çöküşe doğru gider oldu.
Zaten Kıta Avrupası ile Kuzey Avrupa ülkeleri hiçbir zaman ortak bir değerde buluşamadı. İngiltere, Alman-Fransız ekseninin oluşturduğu AB içinde dışarıdan bir güçtü ve Birliği her kritik durumda sabote ediyordu. Yakın gelecekte Kuzey ülkelerinden sonra Güney Avrupa ülkeleri de kendi yollarına gitme arayışlarına girişecek. Özellikle İtalya ve İspanya'nın itirazlarını dikkatle takip etmek gerekiyor.
O hegemonya parçalanacak
22 Temmuz 2007 tarihindeki “Avrupa Birliği Parçalanıyor” başlıklı yazımdan birkaç not aktarayım: “Biz, krizin jeopolitik çözülmeboyutuyla daha çok ilgileniyoruz. ABD ve Avrupa'yı, dünyanın merkez ekonomisini vuran krizin, küresel denklemi kökünden sarsıp yeni güç yapılanmasının önünü açacağına inanıyoruz. Çok yakın bir gelecekte bu değişimin dramatik örneklerini göreceğiz. Ekonomik, siyasi ve askeri hegemonyanın parçalandığına, ABD'nin daha da içe kapandığına, Avrupa Birliği projesinin belki de çöktüğüne tanık olacağız.”
Birkaç yıl önce, parçalanmanın haritaları tartışılıyordu. Bunların hiçbiri boşuna değildi. “Birleşik Avrupa”nın, “Parçalanan Avrupa”ya veya bölgesel birlikteliklere doğru gideceği söyleniyordu. Bu tartışmalara göre Avrupa Birliği'nin dağılma haritası şöyle gerçekleşecekti:
Yeni Avrupa haritası
Alman bölgesi: Almanya, Avusturya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Hırvatistan, İsviçre, Slovenya, Slovakya..
Kuzey Bölgesi: İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, İzlanda, Estonya, Litvanya ve Latviya… Bu Baltık ülkelerinin Rusya tehdidine karşı en yakın müttefiki Almanya olacak..
Doğu Avrupa ülkeleri: Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan… Kendi içinde bölgesel bir yakınlaşmaya gidebilir…
Akdeniz ülkeleri: İtalya, İspanya, Yunanistan, Portekiz, Kıbrıs Rum Kesimi ve Malta..
Fransa ve İngiltere ise her hangi bir bloka mensup sayılmıyor. En sonunda İngiltere kendi yolunu seçti ve çözülmenin ilk adımını atarak belki Birleşik Avrupa fikrini mezara gömdü.
AB 11 Eylül'de çöktü
Aslında Avrupa ruhu ve değerleri çoktan mezara gömülmüştü. Bunu yapan kendileri oldu. Özgür düşünceyi; çok kültürlülüğü, birarada yaşama felsefesini çoktan terketti Avrupa. 11 Eylül sonrası, elli yıllık proje rafa kaldırıldı. Almanya Başbakanı Angela Merkel'in “aslında biz yanılmışız” itirafı geçmişi değil geleceği işaret ediyordu. 11 Eylül'den hemen sonra vatandaşlık yasalarından göçmen yasalarına, iç güvenlik uygulamalarına kadar her şeyi değiştiren Avrupa'nın merkez ülkeleri hızla otoriterleşmeye başladı.
Arap Baharı ve üzerinde oynana oyun sadece bizim coğrafya ile sınırlı değildi. Yayılacak, Batı başkentlerini, sokaklarını vuracaktı. Ortadoğu'daki huzursuzlukların kaynağı özgürlük, adaletse Avrupa'da huzursuzluk sebebi refah kaybı olacaktı.
Bir süre sonra refaha alışmış toplumların bencilliklerini, acımasızlıklarını, tahammülsüzlüklerini, devletlerin katı uygulamalarını, katı mali ve güvenlik önlemlerini, sosyal patlamalara karşı olağanüstü yasalar uyguladıklarını göreceğiz.
Bu yüzden hep şunları söyledik:
Şam'a bakarken, Kahire'ye bakarken, Yemen'e, Basra Körfezi'ne bakarken gözlerimizi kaldırıp Atina'ya, Barselona'ya, Paris'e de bakmak zorundayız. Güç mücadelesi de, öfke de, hınç da, hesaplaşma da Batı'nın kendi içindedir.
Kanlı mı olacak kansız mı?
Atlantik'in iki yakası, Avrupa ve Amerika'yı yeni bir güç yapılanması bekliyor. Bu çok sancılı, belki de kanlı olacaktır. Yeni Avrupa haritasına göre Rusya da bu duruma taraf olacaktır. Yeni kriz Avrupa'nın kendi içinde, Doğu sınırlarında patlayacaktır. Kişisel olarak Avrupa'nın bu krizi yönetemeyeceğini düşünüyorum.
Belki de dünya, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'ndaki kamplaşma düzenine savruluyor. Küresel travmalar hep bu coğrafyadan çıkmıştır ve belki yine oradan çıkacaktır. AB düşüncesi, 3. Dünya Savaşı'nı önlemeye dönüktü. Bunu belli bir süre başardılar ama yolun sonuna gelinmiş gibi. Ayrıca, iki dünya savaşında da dünyanın geri kalanında hiçbir güç yoktu. Şimdi onlara her alanda meydan okuyabilecek güçler çıktı ortaya ve bu Avrupa'nın işini çok daha zorlaştırdı.
Herkes kendi evine dönüyor
Bizim coğrafyamız şu an dünyanın kaos coğrafyasıdır. Öyle planlandı, krizler bu amaçla servis edildi. Ama inanın, asıl kavga Batı'nın kendi içinde yaşanacaktır. Artık Atlantik dünyanın merkezi olma özelliğini kaybetmiştir. Dolayısıyla bu kaybediş onları birbirine karşı daha da hırçınlaştıracaktır. Siz, tarihte İngilizlerle Almanların birlikte hareket ettiğini nerede gördünüz. Bu, yapay bir görüntüydü ve sona erdi. Herkes evine dönüyor şimdi. Herkes tozlu raflardan kendi geçmişini çıkarıyor, onları bugüne çağırıyor.
“Avrupa iç savaşı” kavramını yadırgamayın. Siyasi tarihin büyük bölümü Avrupa iç savaşından oluşuyor çünkü. Bütün bunlar endişe verici gelimelerdir. Ama bizim için tek teselli; belki ellerini biraz olsun bizim ülkelerimizden ve coğrafyamızdan çekerler.
Yine sağlam durmak, dik durmak, “acımasız direniş” ekseninde durmak düşüyor bize.