Taha Dağlı
Mavi Vatan..
Adını bütün anlamlarıyla, bütün renkleriyle, bütün zenginlikleriyle, bütün sıkıntılarıyla, bütün acıları ve sevinçleriyle, bütün yalnızlığıyla sevdiğim vatan.
Biz sensizliği Balkanlar’ın her köşesinde, Kafkaslar’da, Kanal’da, Yemen’de, bir ara Anadolu’da, coğrafyamızın kıyılarında, kalbinde yaşadık. Biz sensizliği, yüz yıl önce dağılan coğrafyamızda, zihinlerimizde, kalplerimizde yaşadık. Biz sensizliğin acısını, umutsuzluğunu, hiçliğini bütün renklerimizde, bütün kimliklerimizde yaşadık.
Biz bu “Son Kale”yi acımızı gizleyerek, susarak, sabrederek, korumayı bildik.
Biz sensizliği Gazze’ye, Yemen’e, Kanal’a, Basra’ya koşup, kollarımızı, kanatlarımızı sağlam tutup, kendilerini Anadolu’yu ayakta tutmaya, son vatan kılmaya adayan Anadolu evlatlarının hatıralarında, yanık türkülerinde yaşadık.
Biz sensizliği, dört bir taraftan kuşatılmışlığı, bütün dünyanın üzerimize geldiği zamanlarda yaşadık. Biz sensizliğiSarıkamış’ta, Çanakkale’de hissettik, bütün Batı dünyası Anadolu içlerine ilerlerken iliklerimize kadar hissettik.
Yüz yıl geçti. Yüz yıl sabrettik. O acıyı unutmaya çalıştık. Asla acılarımızı, yaşadığımız kıyımları belli etmedik. Ağlamadık. Diz çökmedik. Yalvarmadık. Merhamet dilenmedik. Onurumuzu koruduk. Sustuk, susarak ayakta kalmayı denedik. Susarak öfkemizi, ideallerimizi, kendimizi ve seni korumayı, son kaleyi korumayı bildik.
Parçalanmış ülke haritaları bizim masamıza da konuldu
Yüz yıl geçti, uyandık, kendimize geldik, artık “sabır bitti” dedik. Artık varolmalıyız, ayağa kalkmalıyız, kendimize gelmeliyiz, bu suskunluğa son vermeliyiz dedik.
Çünkü dünya yeniden kuruluyordu, coğrafya yeniden biçimleniyordu, tarih yön değiştiriyordu. Ve parçalanmış ülke haritaları masa masa dolaşıyordu, bize “son kale” bile artık çok görülüyordu.
Savaşlar kapımıza dayanmıştı, ülkeler mahvediliyor, milletler kıyıma uğratılıyor, sınırlar değiştiriliyor, türlü türlü bahanelerle korkunç bir coğrafya istilası yürütülüyordu.
Büyük fırtınayı geldiği yerde karşılamalıydık
Susarak varolamayacağımızı, içimize kapanarak ayakta kalamayacağımızı gördük. Hiçbir eksenin, hiçbir ittifakın, hiçbir dostluk ilişkisinin bu büyük istilayı durduramayacağını bildik.
Çünkü saldırı “dost”lardan, “müttefik”lerden geliyordu artık. Artık dost yoktu, müttefik yoktu, bir fırtına dört bir yanımızı kuşatıyordu, yüz yıl önce bitiremediklerini şimdi tamamlamak istiyorlardı.
Bir büyük güç inşa etmeliydik. Bir büyük milletin hafızasını, tecrübesini, ideallerini sahaya sürmeliydik. Sadece direnmek değil meydan okumalıydık. Savunmak değil, atağa geçmeliydik. Sınırlarımızı korumayı değil, fırtınayı geldiği yerde karşılamalıydık.
Bir kez daha ‘Vatan’, ‘Beka’ dememizin nedeni buydu..
Siyasi genetiğimizi, yüzlerce yıllık “tarih yapıcı irade”yi bir güç olarak algılamalı, ona sığınmalıydık. Bundan başka gücümüz, imkanımız, yolumuz yoktu, anladık.
Çünkü Tuna nehri türkülerini Kızılırmak için söylemek istemiyorduk, Yemen ağıtlarını Sakarya için söylemek istemiyorduk, sınırlarımızı zorlayan savaşın Maraş’a, Sivas’a ulaşmasını istemiyorduk, o harita taslaklarına karşı kendi haritalarımızı çizme dışında hiçbir seçeneğimiz yoktu, anladık.
Yüz yıl sonra bir kez daha “vatan” dememizin nedeni buydu, “Beka” dememizin nedeni buydu. Yüz yıl önceki hafızamızı bugüne taşımamızın nedeni buydu. Bir kez daha Sarıkamış, Kut-ul Amare, Çanakkale, bir kez daha Bosna, bir kez daha Kafkas İslam Ordusu dememizin nedeni buydu.
“Türkiye Cephesi”ni, D.Akdeniz’de olanı, Karadeniz’de kopacak fırtınayı gördük biz.
O fırtınayı gördük, dünyanın ve coğrafyanın nereye doğru gittiğini gördük. Küresel düzenin dağıldığını, yeniden kurulamadığını, devletleri bir kıyamet korkusunun sardığını, bu yüzden bütün devletlerin içe döndüğünü, tarihi tezlerine döndüğünü, kendini büyük hesaplaşmalara hazırladığını gördük.
Bunun bize nasıl yansıyabileceğini biliyoruz. Görmenin ötesinde yaşamaya başladık. Suriye’nin kuzeyinde yüzlerce kilometrelik “Türkiye Cephesi” bir terör meselesi değil, bir işgal meselesiydi, anladık.
Doğu Akdeniz’e bütün dünyanın donanmasının toplanmasının, Ege’de mazeret arayışlarının, Karadeniz’de bir çılgın fırtına hazırlıklarının anlamını okuduk. Türkiye içinde FETÖ ile, PKK ile neler yapıldığını, bundan sonra ikame yapılarla nelerin hazırlandığını gördük.
Yüz yılın öfkesi ve ayak izlerimiz
Bu yüzden yüz yılın öfkesini, sabrını bugüne taşıdığımız gibi, yüz yılın meydan okumasını da bugüne taşıdık. Yüz yıl önce nerede varsak bugün bir başka formatta aynı ülkelerde, bölgelerde varolmaya çalıştık.
Doğu Afrika’dan Hazar kıyılarına, Hint Okyanusu’ndan Doğu Akdeniz’e, Tuna kıyılarından Kerkük’e ve Halep’e kadar yüz yıl önceki yolumuzu, ayak izlerimizi aradık.
Vatan dışında, “Türkiye Ekseni” dışında hiç bir yerde durmayacağımızı, duramayacağımızı, bileğimizin güçlü, dizlerimizin sağlam, sesimizin gür çıkması dışında yalnız olduğumuzu anladık.
“Vatansızlık” korkusunu bir daha yaşamamaya yemin ettik
Yüz yıl önce Çanakkale’de, Kanal’da, Lozan’da karşımızda kimler varsa yine toplandıklarını, “Türkiye’yi durdurmak”için büyük bir seferberlik başlattıklarını, elimizi uzattığımız her yere ulaştıklarını, bizi bütün coğrafyadan tecrit edip savunmasız bırakmaya çalıştıklarını anladık. Yüz yıl sonra nihai hedefin yine biz olduğumuzu anladık.
Bu yüzden bir mücadele başlattık. Bu yüzden meydan okuduk. Bu yüzden vatan acısını, vatansızlık korkusunu bir daha yaşamamaya yemin ettik. Bir milletin mücadele gücünü, tarih değiştirici rolünü sahaya sürdük.
Bütün renkleriyle sevdiğimiz vatan. Artık ağıt olmayacak..
Bugün bütün denizlerimizde “Mavi Vatan” adıyla kapsamlı bir deniz tatbikatı başlıyor. Bütün denizlerimiz, vatanımızın her karış toprağı üzerinde “aziz” bildiğimiz bir mücadele dönemindeyiz. Bundan öte hiç bir siyasi amaç olamaz, olmayacak.
Yüz yıl önce tarihin çöküşünü yaşıyorduk. Şimdi yükselişini yaşıyoruz, bunu da biliyoruz. Onların bütün hesaplarının sıfırlanacağından, biz yükselirken kendilerinin çökeceğinden eminiz.
Adını bütün anlamlarıyla, bütün renkleriyle, bütün zenginlikleriyle, bütün sıkıntılarıyla, bütün acıları ve sevinçleriyle, bütün yalnızlığıyla sevdiğim vatan..
Artık ağıt yakmayacağız… Bir daha ‘sensizlik korkusu’ yaşamayacağız. 21. yüzyılın yemini bu olacak.