Taha Kılınç
Kimyâ-i Se'âdet damlaları..
Kimyâ-i se'âdet kitabında deniyor ki:
“Müşteriden para almakta üç türlü ihsan olur: Fiyatta ikram etmelidir. Eski, kirli paraları kabul etmelidir. Peşin verdiği fiyatla, veresiye vermelidir. Veresiye vermek için, fiyatı arttırmak şart edilirse, alışveriş fasit olur, haram olur. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Alışverişte kolaylık gösterenlere, Allahü teâlâ, her işinde kolaylık gösterir.) İhsanın en büyüğü, en kıymetlisi, fakirlere veresiye vermektir. Parası, malı olmayanın borcunu uzatmak, zaten vaciptir. İhsan değil, adalet ve vazifedir. Fakat, malı olup da, ziyan ile satmadıkça veya muhtaç olduğu bir şeyi satmadıkça, ödeyemeyecek bir hâlde olanların ödemesine zaman vermek ihsandır ve büyük sadakadır. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Kıyamette bir kimseyi hesaba çekerler ki, çok günah işlemiş, hiç iyilik yapmamış. Sen dünyada hiç iyilik yapmadın mı? derler. Hayır, yalnız çırağıma derdim ki; fakir olan borçluları sıkıştırma! Ne zaman ellerine geçerse, o zaman vermelerini söyle. İstediklerini yine ver. Boş çevirme! Allahü teâlâ buyuracak ki; Ey kulum! Bugün sen fakir, muhtaçsın! Sen dünyada benim kullarıma acıdığın gibi, bugün biz de sana acırız. Onu affeder.) Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir Müslümana, Allah rızası için ödünç veren kimseye, her gün için sadaka sevabı verilir. Fakirden, alacağını çabuk istemeyene, her gün için malın hepsini sadaka vermiş gibi sevap verilir.) Büyüklerimizden öyle kimseler vardı ki, borcun getirilmesini arzu etmezdi. Her gün, o malı sadaka vermiş gibi sevap kazanmayı tercih ederlerdi. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Sadaka verilen her dirhem için on sevap, ödünç verilen her dirhem için ise, onsekiz sevap vardır. Çünkü, borç, ihtiyacı olana verilir. Sadaka belki, ihtiyacı olmayanın eline düşebilir.)”
“Dünya işleri, ahiret için çalışmaya mani olmamalıdır. Ahiret için ticaret yeri camilerdir. Münâfıkûn sûresi, 9. âyet-i kerimesinde mealen;
(Mallarınız ve çocuklarınız, Allahü teâlâyı, hatırlamanıza mani olmasın!)buyuruldu. Hazret-i Ömer buyurdu ki:
“Ey tüccarlar! Önce ahiret rızkını kazanın! Sonra dünya rızkına çalışın!” Ticaretle meşgul olan din büyükleri, sabah ve akşamları ahiret için çalışır, Kur’ân-ı kerim okur, ders dinler, tövbe ve dua eder, ilim öğrenir ve gençlere öğretirlerdi. İnsanların amellerini yazan ikişer melek, her sabah ve akşam değişmektedir. Bir hadis-i şerifte;
(Melekler insanların amel defterlerini götürdükleri zaman, başında ve sonunda iyi iş yazılı ise, gün ortasında yapılanları ona bağışlarlar) buyuruldu. Başka bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Gündüz ve gece melekleri, sabah ve akşam, gidip gelirken birbirleri ile karşılaşırlar. Hak teâlâ, giden meleklere, kullarımı nasıl bıraktınız? buyurur. Ya Rabbi! Namazda bulduk ve namaz kılarken bıraktık, derler. Allahü teâlâ da, şahit olun, onları affettim buyurur.)
Müslüman tüccarlar, sanat sahipleri, gündüzleri de, ezan sesini duyunca, işini hemen bırakıp, camiye koşmalıdır. Dinini seven ve kayıran bir imam bulursa, ona uymalı, dinini dünyaya değişen, ibadete haram, bidat karıştıran, Müslümanlıktan haberi olmayan imam ve hafızların yanına, sesine, sözüne yanaşmamalıdır. Din Büyükleri;
(Ticaretleri, satışları, Allahü teâlâyı unutmalarına sebep olmaz) âyet-i kerimesine mana verirken diyor ki:
“Demirciler vardı. Demir döğerken, ezan okununca, çekici kaldırmış iken, demire vurmaz, bırakıp namaza koşarlardı. Ve terziler vardı. İğneyi kumaşa sokunca, ezan okunsaydı, o hâlde bırakıp, cemaate koşarlardı.”
Peygamber Efendimiz Muhammed aleyhisselâmın ve Eshâbının (aleyhimürrıdvân) yolunda bulunanlara, onların bildirdikleri itikâd üzere inananlara; "Ehl-i Sünnet" denilir.
Allahü teâlâ, Müslümanlardan, Peygamber Efendimizin inandığı ve bildirdiği gibi îmân etmelerini istemektedir. Peygamber Efendimiz bir tek îmân bildirmiştir. Eshâb-ı kirâmın hepsi, Resûlullah'ın bildirdiği gibi inanmış, itikâdda (inançta) hiçbir ayrılıkları olmamıştır. Peygamberimizin vefâtından sonra insanlar, İslâmiyeti Eshâb-ı kirâmdan işiterek ve sorarak öğrenmişlerdir. Hepsi aynı îmânı; (Ehl-i sünnet itikâdını) bildirmişlerdir. Eshâb-ı kirâm, bu saf ve doğru îmânı, kendilerinden sonra yaşayan; "Tâbiîn" denilen Müslümanlara öğretmişlerdir. Tâbiîn de, öğrendikleri bu bilgileri kitaplara geçirmişlerdir. Sonra gelen; "Tebe-i Tâbiîn" ve daha sonra gelenler; ("Etbâ-ı Tebe-i Tâbiîn"), bunlardan ve bunların kitaplarından bu bilgileri öğrenmişler, kendilerinden sonra gelenlere nakletmişlerdir...
Eshâb-ı kirâmın, Peygamber Efendimizden naklen bildirdiklerini, olduğu gibi, hiçbir şey ekleyip çıkarmadan kabul edip onlar gibi inananlara "Ehl-i sünnet ve'l-cemâat fırkası" veya "Fırka-i nâciye"; bu doğru ve asıl (hakîkî) İslâmiyet yolundan ayrılanlara da, "Bidat fırkaları" veya "Fırka-ı dâlle (dalâlet fırkaları, bozuk-sapık yollar)" denildi. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Müslümanların yetmiş üç fırkaya ayrılacaklarını, bunlardan kendisinin ve Eshâbının yolundan gidenlerin (Ehl-i Sünnet ve cemâat itikâdında olanların) Cehennem'den kurtulacaklarını haber vermiştir.
Hadîs-i şerîfte; "İsrâiloğulları, yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehenneme gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur. Nasârâ (Hıristiyanlar) da, yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehenneme gitmiştir. Bir zaman sonra benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehennem'e gidip, yalnız bir fırka kurtulur." buyurulmuştur. Eshâb-ı kirâm, bu fırkanın kimler olduğunu sorduğunda; "Cehennem'den kurtulan fırka, Benim ve Eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir." buyurmuştur.
Muhammed aleyhisselâmın mucizelerinin en büyüğü Kur’ân-ı kerimdir. Bugüne kadar gelen bütün şairler, edebiyatçılar, Kur’ân-ı kerimin nazmında ve manasında âciz ve hayran kalmışlardır. Bir âyetin benzerini söyleyememişlerdir. İcazı ve belâgati insan sözüne benzemiyor. Yani, bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki ve manasındaki güzellik bozuluyor. Bir kelimesinin yerine koymak için, başka kelime arayanlar bulamamışlardır. Nazmı Arap şairlerinin şiirlerine benzemiyor. Geçmişte olmuş ve gelecekte olacak nice gizli şeyleri haber vermektedir. İşitenler ve okuyanlar, tadına doyamıyorlar. Yorulsalar da, usanmıyorlar. Okuması veya dinlemesi, sıkıntıları giderdiği sayısız tecrübelerle anlaşılmıştır. İşitenlerden kalplerine dehşet ve korku çökenler, bu sebepten ölenler bile görülmüştür. Nice azılı İslâm düşmanları, Kur’ân-ı kerimi dinlemekle, kalpleri yumuşamış, imana gelmişlerdir. İslâm düşmanlarından ve muattala, melâhide ve karâmita denilen Müslüman ismini taşıyan zındıklardan Kur’ân-ı kerimi değiştirmeğe, bozmağa ve benzerini söylemeğe çalışanlar olmuş ise de hiçbiri, arzularına kavuşamamıştır. Tevrat ve İncil ise, insanlar tarafından her zaman değiştirilmiş ve yine değiştirilmektedir. Bütün ilimler ve tecrübe ile bulunamayacak güzel şeyler ve iyi ahlâk ve insanlara üstünlük sağlayan meziyetler ve dünya ve ahiret saadetine kavuşturacak iyilikler ve varlıkların başlangıcı ve sonu hakkında bilgiler ve insanlara faydalı ve zararlı olan şeylerin hepsi Kur’ân-ı kerimde açıkça veya kapalı olarak bildirilmiştir. Kapalı olanlarını, erbabı anlayabilmektedir. Semâvî kitapların hepsinde, Tevrat’ta, Zebur’da ve İncil’de bulunan ilimlerin ve esrarın hepsi Kur’ân-ı kerimde bildirilmiştir. Kur’ân-ı kerimde mevcut ilimlerin hepsini ancak Allahü teâlâ bilir. Çoğunu sevgili Peygamberine “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bildirmiştir. Ali ve Hüseyin “radıyallahü teâlâ anhümâ” bu ilimlerden çoğunu bildiklerini haber vermişlerdir. Kur’ân-ı kerimi okumak çok büyük bir nimettir. Allahü teâlâ, bu nimeti Habibinin ümmetine ihsan etmiştir. Melekler bu nimetten mahrumdurlar. Bunun için, Kur’ân-ı kerim okunan yere toplanıp dinlerler. Bütün tefsirler, Kur’ân-ı kerimdeki ilimlerden çok azını bildirmektedirler. Kıyamet günü, Muhammed aleyhisselâm minbere çıkıp Kur’ân-ı kerim okuyunca, dinleyenler bütün ilimlerini anlayacaklardır.