Taha Kılınç
Ey Müslüman!
Cenâb-ı Hak bu dünyâda kendi rızası için yapılan her ibâdeti ve ameli kabul eder.
İnsanlara gösteriş için, insanlara yaranmak için yapılanları kabul etmez. Bunun için her türlü ibâdetlerimizin, her türlü işlerimizin, her türlü davranışlarımızın hâlis olması lazımdır.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyorlar ki; Ahirette, Allah için yapılan ibâdetler haricindekilerin hepsi icraatin dışında kalacak, hiç biri kabul edilmeyecek. Onun için az fakat dürüst olanı, yani rıza-i ilahi için olanı yapmak lazımdır. En mühim olan şey Allah rızasıdır.
Gülistanda bir hikaye var; Ahmed'e çalışıp da, Mehmed'den para beklemeyin diyor. Kime çalıştıysanız gidin ondan ücretinizi alın diyor. Yaptıklarımızı, insanlar görsün de, ne güzel yapdı desinler diye değil, Allahü teala beğensin diye yapmalıyız.
O hâlde, ey müslümân! Sen de Resûlullahın "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" güzel huyları gibi ahlâklanmalısın! Hattâ, Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanmak, her müslümâna lâzımdır. Çünki, Resûl "aleyhisselâm" (Allahü teâlânın ahlâkı ile huylanınız!) buyurdu. Meselâ, Allahü teâlânın sıfatlarından biri (Settâr)dır. Ya'nî günâhları örtücüdür. Müslümânın da din kardeşinin aybını, kusûrunu örtmesi lâzımdır. Allahü teâlâ, kullarının günâhlarını afv edicidir. Müslümânlar da, birbirlerinin kusûrlarını, kabâhatlerini afv etmelidir. Allahü teâlâ kerîmdir, rahîmdir. Ya'nî lutfü, ihsânı boldur ve merhameti çokdur. Müslümânın cömerd ve merhametli olması lâzımdır. Bütün güzel ahlâk da böyledir.
Resûl aleyhisselâmın güzel huyları pek çokdur. Her müslümânın bunları öğrenmesi ve bunlar gibi ahlâklanması lâzımdır. Böylece, dünyâda ve âhıretde felâketlerden, sıkıntılardan kurtulmak ve O iki cihân efendisinin "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" şefâ'atine kavuşmak nasîb olur.
Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" şu düâyı çok okurdu: (Allahümme innî es'elüke-ssıhhate vel-âfiyete vel-emânete ve hüsnel-hulkı verrıdâe bilkaderi birahmetike yâ Erhamerrâhimîn). Bunun ma'nâsı, (Ya Rabbî! Senden, sıhhat ve âfiyet ve emânete hıyânet etmemek ve güzel ahlâk ve kaderden râzı olmak istiyorum. Ey merhamet sâhiblerinin en merhametlisi! Merhametin hakkı için, bunları bana ver!) demekdir. Biz zevallılar da, ulu ve şanlı Peygamberimiz gibi düâ etmeliyiz.
Kadı Hazret-i Ali'ye: - Kürk senin mi? Seninse isbat edebilirmisin? diye sordu. Hazret-i Ali (radıyallahü anh): - Kürk benimdir, fakat isbat edemem, dedi.
Bu sefer kadı hristiyana: - Emirel mü'mininin dediği doğru mu? diye sordu. Hıristiyan: - Kürk benim, fakat, Emirel mü'minin de yalancı değildir, dedi.
Kadı, Hazret-i Ali delil gösteremediği için kürkün hıristiyanın olduğuna karar verip adamı haklı çıkardı. Kadının bu adilâne kararı karşısında vicdanen hakikati anlatmak mecburiyetini hisseden hıristiyan, kürkü Hazret-i Ali'ye teslim etmek üzere gelip: - Ya emirel mü'minin! Bu kürk senindir. Sıffın Harbinden dönerken atın arkasından düştü, ben de aldım. Fakat kadının verdiği karar beni fazlasiyle duygulandırdı. Müslüman olmaya bütün kalbimle karar verdim, beni affeyle, dedi.
Bu sefer Hazret-i Ali adamdan memnun olmuştu: - Madem ki Müslümanlığı kabul ettin. Ben de bu kürkü sana hediye olarak veriyorum, dedi.
Böylece kürk yine aynı adamda kalmış oldu, lâkin, bir hıristiyan Müslüman oldu!...