Taha Kılınç
Nasib meselesi
Kimisi İslamiyyeti yıkmaya uğraşır, kimisi İslâmiyeti yapmağa uğraşır. Bu bir nasib meselesidir. Herşeyi yapan Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ hayırlı işler için hayırlı insanları vasıta kılar. Şer işler için de şer insanları vasıta kılar. Şerre âlet olmak ne felaket; ne bedbahtlık! Hayra vesile olanlar için de ne seâdettir. Çünkü, İmam-ı Rabbani "kuddise sirruh" Hazretleri Mektûbatında, birçok yerinde, Allahü teâlânın hayırlı işlerde istihdam ettiği kullarına müjdeler olsun, buyuruyorlar. Bu müjdeye kavuşturan Cenâb-ı Hakka hamdolsun. Allahü teâlâ bizi bu hizmetlerde istihdam ettiği gibi, bu Dini Mübîn-i yıkan bir insan olarak da yaratabilirdi. Çünkü bu bir cibiliyet meselesidir. Hilkat meselesidir. Nasip meselesidir. Allahü teâlâ kimisini öyle, kimisini böyle yaratıyor. İyi hilkat üzerine yaratılanlar, hayatları boyunca iyi hizmetlerde bulunuyorlar, onların akıbetleri iyi oluyor.
Seyyid Mehmed Nûri efendi "rahmetullahi aleyh" hazretleri İstanbul'da yetişen evliyânın büyüklerindendir, bir sohbetinde buyurdular ki;
Hazret-i Ebû Bekir'in, Hazret-i Ömer'e (radıyallahü anhüma) yaptığı tavsiyeler:
"Ey Ömer! Allahü teâlânın, gündüz yerine getirilmesi gereken birtakım hakları vardır. Onları gece kabul etmez. Geceleyin yerine getirilmesi gereken birtakım hakları vardır. Onları da gündüz kabul etmez. Allahü teâlâ, farz yerine getirilmediği müddetçe, hiçbir nafileyi kabul etmez. Dikkatini çekmedi mi yâ Ömer? Kıyâmet gününde terazileri ağır gelenler, O'na tâbi olanlar ve O'nun kendilerine yüklediği mesuliyetleri taşıyanlardır. Yarın haktan başka hiçbir şeyin konulmadığı bir terazinin ağır gelmesi, elbette ki bir haktır.
Feridüddin Attar hazretleri "rahmetullahi aleyh" anlatır:
Vaktiyle, bir dergahta hizmet eden talebelerden biri, birgün hocasına dedi ki: "Efendim, zat-ı âlinize elimden geldiği kadar hizmet etmeğe, teveccüh ve muhabbetlerinizi kazanmağa gayret ediyorum. Fakat dergahtaki bazı kardeşlerimiz farklı karakterlerde. Onların davranış ve sözleri beni çok rahatsız ediyor. Bu şeklide birçok kardeşimiz de bazılarından rahatsız oluyor. Bu sebeple dergahtan ayrılmayı düşünüyoruz. Müsaade buyurursanız, dışarıdan hizmete devam etmek istiyoruz".
Bunu üzerine hocası buyurdu ki: "Evladım, beni iyi dinle! Soğuk bir kış sabahı idi. Her taraf buz kesiyordu. Hayvanlar soğuktan telef olmamak için birbirlerine sarılıyorlardı. Bir kirpi sürüsü de, donmamak için birbirine sarıldı. Az sonra, okları birbirlerine batınca ayrıldılar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip geldiler. Nihayet arkadaşının oklarının acısına tahammül edebileceklerini anlayınca birbirlerine sımsıkı sarıldılar ve böylece donmaktan kurtuldular. Yoksa hepsi de donarak öleceklerdi. İşte evladım, sizler de bu dergahta birbirinizin oklarına tahammül ederseniz acı çekersiniz, hatta bu acılar nefsinizi terbiye etmenize faideli olur. Fakat, biz bazı arkadaşlarımızın oklarına tahammül edemeyiz, burayı terkederiz derseniz, dışarıda donar, helak olursunuz. Kararınızı buna göre verin".
Bu sözleri işiten talebe, arkadaşlarıyla beraber tevbe etti ve dergahta hizmetine devam etti. Ünlü Alman Sosyologu Arthur Shopenhauer, bu kıssayı Feridüddin Attar hazretlerinin kitabından okuyarak, derslerinde misal olarak anlatmıştır.