Taha Kılınç
İslam ve dünya nimetleri
İslâm dini, rahat ve huzur içinde yaşamak için lazım olan şeylerden ve dünya lezzetlerinden faydalı olanları yasak etmiyor. Bunların elde edilmesinde ve kullanılmasında, akla ve dine uymayı emrediyor. İslâm dini insanların dünyada da, ahirette de rahat ve huzur içinde yaşamasını istiyor. Bunun için, akla uymayı emrediyor, nefse uymayı ise yasak ediyor. Akıl yaratılmasaydı, insan hep nefsine uyar, felaketlere sürüklenirdi. Nefis olmasaydı, insan, yaşaması, üremesi, medeni bir hayat için lazım olan şeyleri kazanmak için çalışmasında kusur eder ve nefisle cihat sevabından mahrum kalırdı. Meleklerden daha üstün olmak yolu kapalı kalırdı. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahirette olacaklardan, sizin bildiklerinizi hayvanlar bilselerdi, yemek için et bulamazdınız!) Yani hayvanlar ahiretteki azapların korkusundan dolayı, yemekten, içmekten kesilirlerdi. Bir deri, bir kemik kalırlardı. İnsanlarda nefis olmasaydı, hayvanlar gibi, korkudan, yiyemez, içemez, yaşayamazlardı. İnsanların yaşayabilmeleri, nefislerinin gafleti ve dünya lezzetlerine düşkün olması iledir. Nefis, iki tarafı keskin bıçak gibidir. Hem de, zehirli ilaç gibidir. Tabibin, doktorun tavsiyesine göre kullanan, bundan fayda kazanır. Aşırı kullanan helak olur. İslâmiyet, nefsin yok edilmesini değil, terbiye edilmesini, ondan istifade edilmesini emretmektedir.
Cenab-ı Hakkın dinine hizmet etmek için helal lokma önemlidir. Helal lokmayla beslenen vücudun en iyi istifadesi, kalbin nurlanmasıdır. Çünki kalp çok hassastır. Kalp, bir havuzdur, ama madde değildir, bir kuvvettir. İnsan vücudunda onun bulunabileceği organ, yürektir. Nasıl ki, ampulün içinden cereyan geçince o ince teller ışık veriyorlar.. Nefs de, akıl da öyledir. İnsanın kabine gelenler, iki kaynaktan gelir. Büyükler buyuruyorlar ki; İnsanlar başlangıçta aldıkları zevkin nefsten mi geldiğini, kalpten mi geldiğini ayıramazlar. Halbuki nefisten gelen zevk ile kalpten gelen zevk, çok farklı şeylerdir. Biri Cennete, biri Cehenneme götürür. Bunları ayırmak çok zordur. Fakat insanlar zamanla ibadet yapmak, Allahü tealanın ismini çok zikr etmek suretiyle, kalp yavaş yavaş nefsin tesirinden ayrıldıkça, kendi zevkini bulmaya başlar. Ötekisi zaten kendi zevkine devam ediyor. Ama kalp kendi zevkinden bîhaber iken, o yaptığı ibadetler sebebiyle, Kur'an-ı kerim okumanın, namaz kılmanın, sohbetin çok zevkli olduğunu, hele hele konuşan birisi güler yüzlü-tatlı dilli ise, çok tatlı olduğunu anlar. İşte bu zevkler ayrıldığı zaman, hak ile batıl ayrılır. Başlangıçta, hepsi beraberdi, karışıktı. İşte büyükler buyuruyorlar ki; Kalbin bu zevkleri ayırabilmesi için, onun güçlenmesi, kuvvetlenmesi lazımdır. Onun gücü ve kuvveti, ibadetlerdedir, haramlardan sakınmaktadır. Ama en kıymetli, en güçlü ilaç da, gene sohbettedir.(O büyüklerin sohbeti bulunmadığı zaman, kitablarını okumak da, onların sohbetinde bulunmaktır). Büyükler buyuruyorlar ki; Hiçbir üstünlük, hiçbir şifa, sohbetinki kadar olamaz. Çünki, insanın bütün organlarına hitap eder. Sonra, büyüklerden bahsedildiği için de, Onların ruhaniyetleri bahsedildiği yere gelir. Biz bilsek de, bilmesek de, anlasak da, anlamasak da, karpuzun güneşin enerjisini anlamadan olgunlaştığı gibi, insan o ruhlardan istifade eder. Bilmek şart değildir. Karpuz güneşten aldığı enerji ile olgunlaştığını bilmediği gibi.. İşte, Onlardan çok bahsedince veya bahsedilen yerlere gidince, insanın kalbi yavaş yavaş kendine gelir, kendini tanımaya başlar ve doğru ile eğriyi ayırmağa başlar.
-- Alış-verişte Müslümanlara ziyan yapmanın bir çeşidi, alış-veriş edilen kimseye yapılan zarardır. Zarar veren her iş, zulüm olur. Zulüm ise haramdır. Her Müslüman, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi, kâfirlere dahi yapmamalıdır. Satılan malı, olduğundan aşırı methetmemelidir. Çünkü, hem yalan söylemiş, hem aldatmış, hem de zulüm etmiş olur. Hatta, doğru olarak da, müşterinin bildiği şeyi söylememelidir. Çünkü, bu da faydasız söz olur. Kıyamet günü her sözden sual olunacaktır. Beyhude söyleyenler, hiç özür bulamayacaktır. Yemin ile satmağa gelince, yalan yere yemin etmek haramdır. Yani büyük günahtır. Doğru yemin ederse, az bir şey için Allahü teâlânın ismini söylemek saygısızlık olur. Hadîs-i şerifte buyuruldu ki, (Alış-verişte vallahi böyledir, vallahi öyle değildir diye yemin edenlere ve sanat sahiplerinden, yarın gel, öbür gün gel diye sözünde durmayanlara yazıklar olsun!). Bir hadîs-i şerifte buyuruldu ki, (Malını yemin ederek beğendiren kimseye kıyamet günü merhamet edilmeyecek, acınmayacaktır). Yunus bin Abîd “rahmetullahi teâlâ aleyh” ipekli kumaş tüccarı idi. Malını satarken hiç methetmezdi. Çırağı, bir gün, kumaşı gösterirken, müşterinin yanında, (Ya Rabbi! Bu Cennet kumaşından bana da nasip et!) deyince, Yunus, bu sözün kumaşı methetmek olacağını düşünerek, kumaşı kaldırıp sattırmadı. (Tam İlmihal s. 841)
(Kimyâ-i saadet) kitabında, beşinci bâbda buyruluyor ki: Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikir, tesbih etmeli, her an Onu hatırlamalıdır. Dili ve kalbi boş kalmamalıdır. İyi bilmelidir ki, o anda kaçırdığını, bütün dünyayı verse, bir daha eline geçiremez. Gâfiller arasındaki hatırlamanın sevabı çok olur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Gâfiller arasında Allahü teâlâyı zikir eden kimse, kurumuş ağaçlar arasında bulunan yeşil fidan gibidir ve ölüler arasındaki canlı gibidir ve harpte kaçanlar arasında, arslan gibi dövüşenler gibidir). Bir kere buyurdu ki, (Çarşıya giderken, lâ ilâhe illallah, vahde hü lâ şerîke leh, le hül mülkü ve le hül hamdü, yuhyî ve yümît, ve hüve hayyün lâ yemût, bi yedi-hil-hayr, ve hüve alâ külli şey’in kadîr diyen kimseye, iki milyon sevab yazılır). [Bu hadîs-i şerifte olduğu gibi, sevab veya günah miktarını, göklerin büyüklüğünü, uzaklıklarını ve ahiretteki zamanları ve dünyanın yaradılışını ve mahlûkların sayısını bildiren hadîs-i şeriflerdeki çeşitli rakamlar, miktar sayısını göstermek için değil, miktarın çokluğunu anlatmak içindir. Mesela bir kimseye, birkaç defa, zahmet çekerek gidip bulamayarak canı sıkılan biri, o kimseyi görünce, seni on defa aradım, bulamadım, demesi gibidir.] Cüneyd-i Bağdâdî “kuddise sirruh” buyurdu ki, (Pazarda çok kimse vardır ki, sofiler halkasında oturanlardan daha kıymetlidir). Bir kere de buyurdu ki: (Öyle kimse tanıyorum ki, pazarda her gün üçyüz rekât namaz kılmakta ve otuz bin tesbih okumaktadır). Bazısı demiştir ki, bu kimse, kendisidir. Hulâsa, dine, ibadetine yardım niyeti ile dünyaya çalışanlara, hep böyle sevab vardır. Yalnız para kazanıp, dünya malı toplamak için çalışanlar, sevabtan mahrum kalır. Hatta bunlar, camide, namazda iken de, kalpleri dükkanın hesabındadır. Fikirleri dağınıktır. (Tam İlmihal s. 848)