DÜNYA
Gölge CIA'e soruldu: 15 Temmuz darbe girişimine yardım ettiniz mi?
Emmy ödüllü yönetmen ve gazeteci olan Anisa Mehdi aynı zamanda 15 Temmuz Darbe Girişimi'ne yardım ettiği söylenen ABD'li İstihbarat Kurumu Stratfor'un önemli bir analisti.
Irak vatandaşı olmasına rağmen yıllarca ABD'de yaşayan Mehdi, Türkiye'deki darbe girişiminden aktivist babasına, müslümanlıktan belgesellerine kadar birçok konu hakkında Boxer Dergisi'ne konuştu.
Yakın zamanda ülkemizde bir darbe girişimi oldu. Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?
Tam bir şok ve bir sürprizdi. Bu darbe girişimi inanın bana herkes gibi beni de çok şaşırttı. Hayatlarını kaybeden birçok masum insan olduğunu biliyorum. Sevdiklerini kaybeden aileler için çok üzgünüm.
Gerçek bir trajediydi..
Gerçekten öyleydi, korkunçtu ve darbe girişiminde bulunanların ulaştığı boyut da şok edici.
Sizin de görev aldığınız Stratfor’un bu darbe girişiminden haberi olduğu ve yardım ettiği sıkça söylendi. Doğru mu sizce bu?
Hiç sanmıyorum. Fakat şunu söyleyeyim; ABD ve müttefik güçler Irak’ı işgal edip, Irak’a girdiklerinde ordu zayıflatılmıştı ve istikrarı da bir hayli sarsılmıştı. Bu da zamanla IŞİD ya da DAEŞ her ne derseniz bu haydutlara imkan sağladı. Orada tampon bölge olduğu için -belki bazı insanlar buna karşı çıkacak- minnettar olduğum ve birçok insan gibi benim de güvendiğim bir ülke olan Türkiye’nin ordusunun bir şekilde zayıflatılmış olduğunu düşünmek beni oldukça endişelendiriyor.
Türkiye’ye ABD ve İsrail gibi ülkelerin oyunu olduğu düşünüyor musunuz?
Öncelikle şunu sormak lazım; Türkiye, Avrupa ve ABD’de sıklıkla görülen şiddet ve kaostan kim faydalanıyor? Silahlı saldırılar, havalimanlarına bombalı saldırılar… Ülkenizde gerçekleşen saldırılarda hayatlarını kaybedenler için de çok üzgünüm. Mesela biri bombalı üç kişinin, Orlando’da AR-15’li tek kişiden daha az insan öldürdüğüne dikkat çekmişti, ilginç değil mi? Fayda sağlayan kim? Fayda sağlayan ülkelerden biri bana kalırsa İsrail. İsrail haberlerde artık görünmüyor değil mi? Ancak Filistinlilerin baskıcı bir şekilde topraklarından olması hala devam ediyor. Hala Yahudi yerleşim yerleri inşa ediliyor ve bunları hiç duymuyoruz çünkü bana kalırsa bu korkunç şiddet olayları dikkatimizi başka yöne çekiyor. Türkiye’ye direkt bir oyunları söz konusu mu bilmiyorum ama ilginç şeyler dönüyor gerçekten!
PKK ve IŞİD’i de bazı ülkelerin desteklediği bir gerçek..
Ben buna spesifik bir cevap yerine genel bir şey söyleyeyim. Bunu soruyu geçiştirmek için yapmıyorum, çoğu zaman şiddet karşıtı olan bir anne olarak söyleyeceğim. İnsanların silahlara erişmesi çok kolay. Büyük silahlara bile kolaylıkla erişilebiliyor. New York Times’da toplu katliamlarda tercih edilen silahlar olan AK-47 ve AR-15 hakkında bir makale okumuştum. Bu silahlara çok rahatça ulaşılabiliyorlar ve silah üreticileri ile Suddi Arabistan, oradaki diğer müttefik ve düşmanlarımız arasında devamlı büyük anlaşmalar oluyor. Böylece çok sayıda silah türüne erişilebiliyor. Bu kadar kolay erişilmese şiddet bu kadar kolay uygulanmayacak. Pollyanna gibi konuştuğumu biliyorum ama gerçekten silahları yasaklamayı prensipte denemek isterdim. O zaman PKK, DAEŞ gibi örgütlerin de ne olacağını görecektik.
Sizce gelecekte Türkiye’yi neler bekliyor?
İnşallah iyi şeyler. Türkiye’nin çok görkemli bir tarihi var. Her medeniyetin görkemli oldukları ve zor zamanlar yaşadıkları dönemleri vardır, değişmeyen tek şey değişimdir değil mi? İnşallah eninde sonunda da değişim olacaktır. Yani Türkiye’nin geleceği için her şey mümkündür. Hem de her şey!
Irak asıllı biri olarak Irak Savaşı esnasında neler hissettiğinizi söyleyebilir misiniz?
Bence Irak Savaşı 1991 yılının Ocak ayında başladı. Bağdat’ın bombalanması, yaptırımlar, zorluklar.. Güney’de başarısız bir ayaklanma, yardım edeceğini söyleyen ABD hükümetinin ihaneti. Babam bana o ayaklanma Saddam Hüseyin tarafından bastırıldığında Irak’ta kalan ailemizin öldüğünü söylemişti. Sinirden zangır zangır titriyordum. O ‘müdahalenin’ sebebi de Kuveyt’ti. 2003’te ise bir bahane yoktu. Bunların hepsi şimdi ortaya çıkıyor. Bağdat 1258’de Moğol işgalini atlattı. Allah’ın izniyle bir gün tekrar yükselecek.
Peki ya Dünya? Savaşlar, patlamalar..
Bizim, ömrümüzün yettiği sürede bir değişim görebilmemiz için içimizdeki cesareti ve tutkuyu dışa vurmalıyız. Mesela liderlerimizden şeffaflık istemeliyiz. Belki bu gerçekleşmeyecek ama yine de denemeliyiz. Kur’an’ın Enfâl Suresi’nin 53. Ayetinde, bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah’ın da onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceği yazıyor. Bu Dünya’da iyiliği yaratmak bize kalmış.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında ne düşünüyorsunuz?
Birçok dünya lideri var ve bana kalırsa Tayyip Erdoğan da kesinlikle bunlardan biri, gerçek bir lider.Fakat, bu zamanda her yerde isyanlar varken, bir de elinde mülteci krizi ve yakın zamanda yaşanmış bir darbe girişimi ile çok zor bir duruma düştü. Ben bu kadar fazla felaketle nasıl başa çıkacağımı düşünemiyorum. Erdoğan’ın işi gerçekten çok zor.
‘Atatürk Twitter’da olsaydı çok fazla takipçisi olurdu’
Tarihte en beğendiğiniz liderler kimler peki?
Tarihte gördüğümüz liderler genellikle erkeklerden oluşuyor. Bu yüzden kadınlara odaklanacağım. İki kadın söyleyeceğim, bu kadınların ikisi de Iraklı. Çünkü orası benim babamın memleketi. Bir tanesi gerçek bir karakter olan Zübeyde, Harun Reşid’in karısı. Zübeyde’nin kendine ait bir serveti vardı ve bunu Bağdat’tan Kabe’ye hacca gidenlere yol inşa ettirmek için kullandı. İnsanların dinlenebilmeleri için yol boyunca kervansaraylar inşa ettirdi. Bir aktivistti ve iyi tanınıyordu. Kendisine liderlik şansı verilen ve ne yapabileceğini gösteren tarihi bir kadın olarak Zübeyde beni çok etkiliyor. Ortadoğu’da dünyanın o bölgesi çoğu zaman Amerikalılar tarafından kadınların bir sesinin olmadığı bir yer olarak görülüyor, ama aslında durum tam olarak böyle de değil. Bu yüzden Zübeyde’yi bir örnek olarak söylemek isterim.
O bölgeden gelen diğer ses de büyük olasılıkla kurgusal da olsa benim en çok sevdiklerimden biri. Efsanevi hikaye anlatıcısı Şehrazat. Sonu hep sonraya kalan hikayeleri sadece onun değil bir çok kadının hayatını kurtardılar (Binbir Gece Masallarında). Masallarının çoğu da güçlü, zeki ve cesur kadınlar hakkındaydı. Buradan en iyi örnek ise Nurcihan. Etkili, zeki ve güzeldi.
Ya Atatürk?
Çok yenilikçi biri. Yaptığı her şeye katılmıyor olabilirim ama zaten kimse başkasıyla her konuda aynı fikre sahip olamaz. Atatürk, halkı için gelecek yaratmaya çalışan çok cesur, reformlar gerçekleştirmiş bir lider. Örneğin, Latin alfabesine geçip, dünyaya Türkiye’yi sunması çok önemli bir adımdı. Eğer bugün Twitter’da olsaydı eminim ki çok fazla takipçisi olurdu.
Biraz da belgesel konuşalım. Mesela hangi Türk’ün ya da Türkiye ile ilgili hangi olayın belgeselini yapmayı düşünürsünüz?
Aklıma gelen iki şey var, birincisi Mavi Marmara. Ürdün’de olduğum sırada gemi Gazze’ye yardım getirmeye çalışıyordu ve İsrailliler gemiye girmişti, ve sonrasındaki trajediyi zaten biliyorsunuz. Gemiye ve görevine karşı büyük sempati besleyen habercilikten çok etkilenmiştim, ancak ABD’ye döndüğümde orada olay hakkında yapılan haberlerin bu sempatiyi hiç göstermediklerini gördüm. O yüzden bu film bu olay hakkında haber yapan biz gazeteci hakkında mı olurdu yoksa bu insani yardım görevini başlatan kişiler hakkında mı olurdu bilemiyorum.. Diğeri de, her ne kadar tarihi belgeselleri yapmak zor olsa da, sanata olan ilgisi ve tutkusu ile sanatların mühendislik ve ticaretle bir araya gelişi yüzünden 18. yüzyıldaki Sultan II. Mahmud’un hikayesi olurdu. Ülkenizin büyüklüğünü de gösterecek bir çalışma olurdu. Kendisi de yakın zamanda ABD’yi turlayan “Pearls on a String” isimli bir sergide gösterilmişti. Kendisinin çok ilginç bir karakter olduğunu düşünüyorum.
Daha önce Türkiye’ye geldiniz..
Güzel ülkeniz Türkiye’ye geldim, orada çalıştım. İstanbul inanılmaz güzel. Trafikte kalmak bile zevkliydi çünkü şehrin güzelliklerini ve yürüyen insanların gülümsemelerini görme fırsatına sahip oldum. 1999-2001 arasında bir dönemde Türkiye’deydim yani üzerinden epey zaman geçti. Oradayken iyi yemekler yediğimi hatırlıyorum ve Boğaz’dan vapurlarla geçmeye bayılıyordum. Hatırladığım başka bir şey ise Ankara’dayken Ermenilerin Türklere karşı işledikleri suçları gösteren bir sergiydi ve beni çok şaşırtmıştı. Çocukluğum boyunca duyduğum hikaye bu değildi.
‘Amerikan izleyicisi İslam’ı pek bilmiyordu. Hac belgeseli çok önemli bir adım oldu’
Amerika’da yaşıyorsunuz ve önemli çalışmalara imza attınız. Müslüman olduğunuzdan dolayı zorlandığınız zamanlar oldu mu?
Sadece bir projede zorlandım. Frontline’de.. Yönetim kadrosundaki tek kadın bendim ve projedeki erkeklerin bazılarının planları filmin amacıyla uyuşmuyordu. Bu amaç da dünya çapındaki Müslümanların hayatları, endişeleri ve çeşitlilikleriydi. Ancak bazıları dünyadaki Müslümanların tehlikeli olduğunu vurgulayan bir anlatım tarzı istiyorlardı. Bunu asla kabul edemezdim. Bu yüzden birkaç tanesi bana bir kadın olduğum için saldırdılar ve Müslüman olduğum için bir başka planım olduğunu söylediler.
Frontline’de Türkiye hakkındaki bölümde, din işlerini devlet işlerinden zorla ayıran ülke, kamuda kapalı kadınların çalışmaması gibi demeçleriniz vardı. Bugün çok daha farklı bir Türkiye var..
Söylediğim gibi Türkiye’ye 2000’lerin başlarından beri gelmedim o yüzden çok kıyaslayamıyorum. Ama Türkiye’ye gelmeyi ve ülkenizin kadınları için değişen hayatlar hakkında yeni bir yazı yazmayı ya da bir film çekmeyi çok isterim.
Biraz da ‘Inside Mecca’ belgeseline değinmek istiyorum. En önemli işinizdi sanırım.
Teşekkür ederim, evet öyleydi. Bir National Geographic Specials projesiydi, fikir de National Geographic’ten çıkmıştı. 11 Eylül sonrası dünyasında takdir toplamak istiyorlardı. Amerikan izleyicisi İslam’ı pek anlamıyordu ve Hac da inanılmaz bir hikaye anlatma aracıydı. Çok hoş bir olay örgüsüne sahip; kişiyle başlayan bir başlangıç, Hac’da olup bitenleri kapsayan bir gelişme bölümü ve son olarak da insanı değiştiren deneyimin ne olduğu ve bir insanın bunu tarif edip edemeyeceği.. Bu Hac konulu filmde ne yapacağımızı düşündük ve dünyanın farklı yerlerinden üç kişi üzerinden gitme fikri aklımıza geldi ve aşağı yukarı iki milyon kişi içinden üç kişi bulmak da oldukça eğlenceli bir işti. Tabi bu kişilerin bizim ve izleyicilerin anlayabileceği kadar iyi İngilizce konuşmaları da gerekiyordu. Aradığımız kişilerin beni ve ekibimi bu çok kişisel, özel ve muhteşem maceralarına dahil edecek ve bize hikayelerini anlatacak kadar cesur olmaları gerekiyordu. Fidelma O’Leary, Khalil Mandhlazi ve Ismail Mahbob adlı üç kişinin hikayeleri bugün hala kitlelere ulaşmaya devam ediyor çünkü bu film hala ABD’deki tüm eğitim kurumlarında İslam hakkındaki derslerde kullanılıyor.
Babanız Bay Mehdi ABD’de tanınan önemli bir aktivistti. Filistin sorunu, barışı için çok çaba göstermiş önemli bir insan. Hatta bu konuda cesurca açıklamalarda bulunan biri.
Babam Dr. Mohammad T. Mehdi 1949 yılında Irak’tan ABD’ye geldi ve Berkeley’deki California Üniversitesi’nde Amerikan Anayasal Hukuku üzerine doktorasını yaptı. Ülkeye ve anayasanın 1. maddesiyle basın, ifade ve din özgürlüğü haklarının korunuşuna adeta aşık oldu. Buraya geldiğinde arkasında bıraktığı anavatanı karışıklık içindeydi, İsrail Devleti de yeni kurulmuştu ve Filistinlilerin toprakları ellerinden alınmıştı. Filistinliler bir nevi kendi topraklarından sürülmüştü. Bu da babamın hayatını adadığı şey oldu. ABD’nin temsil ettiği değerleri biliyordu ve bu büyük ülkenin böyle bir adaletsizliği desteklemesi ona hiç mantıklı gelmiyordu. Kız kardeşlerim ve annem, hepimiz New York’ta yaşıyorduk ve Filistin konusunda bu kadar açık sözlü bir babaya sahip olmak zordu. Hepimiz müzisyendik ve orkestradaki arkadaşlarımızın ve öğretmenlerimizin çoğu Yahudi’ydi ve kısacası çocukluğumuz önyargılarla biraz gergin geçti.
Ancak ben babamın yaptığı şeylerle çok gurur duyuyorum. Babam sıkça televizyona çıkardı çünkü 1960 ve 1970’lerde Filistin hakkında konuşan tek Arap asıllı Amerikalı oydu. 80’lerde başında başka Arap asıllı Amerikan organizasyonları ortaya çıktı ancak babam 20 yıl boyunca yalnızdı. Basın ondan hep Arap bir sözcü ya da aktivist diye bahsedilirdi ancak kendisi bir uzmandı. Büyürken sıkça karşılaştığım bu dilin yanlış kullanımı da benim gazeteciliğe merak salmama sebep oldu çünkü benim için doğruluk çok önemli. Televizyonda babamın bir röportajı olduğu zaman ondan hep bir sözcü olarak bahsedilirken babamın karşısında onunla tartışan ve genellikle Yahudi bir Amerikalı ya da Siyonist bir Amerikalı olan kişiden hep bir uzman olarak bahsedilirdi. Bu da hiç eşit olmayan bir durum değil mi? İsrail hakkında konuşan kişi bir uzmanken Filistin hakkında konuşan kişi bir sözcüydü. Ben de hep kanalları arardım ve “Dr. Mehdi bir uzman, o başlığı değiştirmelisiniz” derdim. Babamın durumu karşısındakiyle eşit olmalıydı.
Geriye dönüp baktığımda bunun Amerikan medyasının bağnazlığının ve cahilliğinin bir işareti olarak görüyorum. Amerikan Medyası bugün daha iyi bir hale geliyor ve bunun sebebi ben değilim, artık gazetecilik yapan çok daha fazla Arap asıllı Amerikalı var. Medya dünyasında çalışan Amerikalı Müslüman sayısı da daha fazla, böylece bizim varlığımız sayesinde bir kayma gerçekleşiyor. Babam bir uzman olarak hep yalnızdı ve haber odasına gittiğimde genellikle ben de yalnızdım ancak bu ülkenin insanlarının, Arap asıllı Amerikalıların ve Amerikalı Müslümanların harekete geçip daha aktif bir rol oynayarak bir fark yaratmalarını görmek çok güzel. Özellikle de 11 Eylül trajedisinden sonra, ki saldırılardan bugüne kadar olan bitene baktığımızda bunun tüm gezegen için bir trajedi olduğu ortada.
Bana kalırsa yaptığı şey çok gurur verici ve bir uzman yerine bir sözcü olarak anılması konusunda söylediklerinize de tamamen katılıyorum. O, zamanında -yani 50 yıl önce- ya tek devletli ya da çift devletli bir çözümden bahsediyordu çünkü babam için en önemli şeyler sivil haklar, insan hakları ve eşit haklardı. Çok ilginçtir ki zamanında, işinin başlarındayken bir radikal olarak anılırdı. Ancak 1998’de vefat ettiğinde ılımlı olarak anılıyordu ve ilk günlerde ona karşı çok sert olan haberciler, “eğer zamanında onu dinleseydik şimdi bu durumda olmazdık” diyorlardı.