Taha Kılınç
Ey insân!
17 Şubat 2017, Cuma
Ey insân! Kendine merhamet et! Aklından gaflet perdesini kaldır!
Bâtılın bâtıl olduğunu görerek, ondan kurtulmağa çalış! Hakkın hak olduğunu da görerek, ona tâbi' ol, sarıl!
Vereceğin karâr, çok büyük, çok mühimdir. Vakt ise, çok azdır.
Muhakkak öleceksin! Öldüğün vakti düşün!
Başına geleceklere hâzırlan! Hakka tâbi' olmadıkca, ebedî azâbdan kurtulamazsın!
Son pişmânlık fâide vermez. Son nefesde hakkı tasdîk etmek kabûl olmaz.
Fekat, müslimânın günâhlarına tevbe etmesi, kabûl olur.
O gün, Allahü teâlâ, (Kulum! Sana akl nûrunu vermişdim. Bunun ile, beni anlamanı, bana ve Peygamberim Muhammed aleyhisselâma ve Onun getirdiği islâm dînine îmân etmeni emr etmişdim. Bu Peygamberin geleceğini, Tevrâtda ve İncilde haber vermişdim. İsmini ve dînini her memlekete yaydım. İşitmedim diyemezsin. Gece gündüz, dünyâ kazancı için, dünyâ zevkleri için çalışdın. Âhiretde başına gelecekleri hiç düşünmedin. Gaflet içinde iken, mevtin pençesine düşdün) derse, ne cevâb vereceksin?
Ey insan! Başına gelecekleri düşün! Ömrün tükenmeden, aklını başına topla! Etrâfında gördüğün, konuşduğun, sevdiğin, korkduğun kimselerin hepsi, birer birer öldüler. Birer hayâl gibi, gelip gitdiler. İyi düşün! Ebedî ateşde yanmak, ne büyük azâbdır!
Ey insan! Başına gelecekleri düşün! Ömrün tükenmeden, aklını başına topla! Etrâfında gördüğün, konuşduğun, sevdiğin, korkduğun kimselerin hepsi, birer birer öldüler. Birer hayâl gibi, gelip gitdiler. İyi düşün! Ebedî ateşde yanmak, ne büyük azâbdır!
Sonsuz ni'metler içinde yaşamak ise, ne büyük ni'metdir. Bunlardan birini seçmek, şimdi senin elindedir. Herkesin sonu, bu ikisinden biri olacakdır. Bundan kurtulmak imkânsızdır. Bunu düşünmemek ve tedbîr almamak, büyük câhillik ve cinnetdir. Allahü teâlâ, hepimizi akla tâbi' olanlardan eylesin. Âmîn.
Süfyan-ı Sevri hazretleri, İmam Cafer-i Sadık "rahmetullahi aleyhim" hazretlerini ziyarete geldi. İmamı, çok latif, kıymetli beyaz bir elbise giymiş olarak gördü.
Dedi ki:
"Yâ imam! Bu elbise sana uygun değildir. Dünyanın süslerine bulaşmaman gerekir. Senden, takva sahibi olman ve kendini dünyadan uzak tutman beklenir" dedi.
Cafer-i Sadık hazretleri "rahmetullahi aleyh":
"Sen herhalde, Eshâb-ı kiramın "aleyhimürrıdvân" sade ve fakirane durumunu düşünüyor ve bütün müslümanların kıyamete kadar daima fakir olarak yaşamalarını bir vazife olarak düşünüyorsun. Fakat Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:
-Eshâbım için fakirlik seadetdir, âhir zamandaki ümmetim için ise zenginlik seadetdir.
"İşte bu devirde, dünya nimetlerinden faydalanma hakkı, en çok iyi ve salih kişilere aittir, kötülere değil. Müslümanlara aittir, kâfirlere değil. Allah'a yemin ederim ki, nimetlerden faydalandığımı gördüğün gibi, malımda başka kimselerin hakkı olursa, onu nasıl ödemem gerekir düşüncesiyle geçmeyen bir gece veya gündüzüm olmamıştır"
ŞU MUHTEŞEM ZEKAYA BAKARMISINIZ
İki öfkeli adam bir garibanı sürükleyip sokakta yürüyen kadı efendinin önüne yıkarlar. O mahallede yaşayan dört yaşındaki çocuk, arkadaşlarıyla birlikte olay yerine koşar. O iki kişi yere yığdıkları adamdan şikâyetçidirler. Davacılardan biri alelacele anlatmaya başlar:
Efendim biz üç arkadaştık. Birlikte bir iş yaptık ve bu işten iyice bir para kazandık. Yalanı yok ya birbirimize itimadımız yoktu. Paramızı hepimizin güveneceği birine, yani buna emanet ettik ve altını çize çize, üçümüz birlikte gelmedikçe bu parayı hiç kimseye veremeyeceksin diye tembihledik. Ama o bize hıyanet etti.
Kadı yaka paça sürüklenen adama bakar:
Doğru mu söylüyor bunlar?
Doğru efendim ama eksik.
Nasıl yani?
Evet, bunlar dün akşam bana bir kese para bıraktılar ve birlikte gelmedikçe hiçbirimize verme dediler. Ancak henüz elli adım bile gitmeden içlerinden biri geri geldi ve altınları istedi. Uzaktan bakın veriyorum diye bağırdım, bu ikisi de kafa sallayıp tamam dediler. Söyleyin başka ne yapabilirim ki?
Kadı bu kez diğerlerine döner:
Peki, buna ne diyeceksiniz?
Onu da açıklayalım. Keseyi emanet edip giderken şimdi burada olmayan arkadaşımız aniden durdu. Bütün paramızı emanetçiye bıraktık ama bu akşam ne yiyeceğiz? dedi. Biz de harcanacak kadar bir şeyler almasına izin verdik. Hepsini alıp kaybolacağını nereden bilebilirdik?
Hımmmm. Şimdi iş açığa çıktı. Arkadaşınız paraları alıp kaçtı desenize.
Evet, ama biz emanet verdiğimiz adamı tanırız. Ona üstüne basa basa üçümüz birlikte gelmedikçe verme dedik mi, dedik. O da bunu kabul etti mi, etti. Uyanık olaydı da aldanmasaydı. Madem bir saflık yaptı, ceremesini çeksin, bedelini kesesinden ödesin.
Ödesin demek kolay ama adam o kadar parayı verecek güçte değildir. Zaten üzgün ve bitkindir. Ağlamamak için dudaklarını ısırır ve büyük bir teslimiyetle boynunu büker. Zor duyulan titrek bir sesle:
Hatalıyım efendim der, cezama razıyım.
Hava bir anda emanetçinin aleyhine döner. Merhametli kadı gözlerini kısar, sakalını sıvazlar. Bir çıkış yolu arar Arar ama nereye kadar? İşte tam bu sırada kalabalığın arasındaki küçük çocuk adamın elinden tutar:
Ağlama be amca der, kendini niye üzüyorsun ki?
Nasıl üzülmem be gülüm, başıma gelenleri duydun işte.
Sen gel beni dinle ve de ki: Kese bende.
Haydi, istediğin gibi olsun. Diyelim ki kese bende olsun.
Emaneti almaları için bunların üç kişi birlikte olmaları gerekmiyor mu?
Gerekiyor.
Öyleyse söyle onlara getirsinler arkadaşlarını, alsınlar paralarını!
Ne berrak bir muhakeme ve ne müthiş bir zekâ değil mi? Eh yıllar sonra İmam-ı Şafi diye anılacak bir çocuk başka nasıl olabilir ki?
İki öfkeli adam bir garibanı sürükleyip sokakta yürüyen kadı efendinin önüne yıkarlar. O mahallede yaşayan dört yaşındaki çocuk, arkadaşlarıyla birlikte olay yerine koşar. O iki kişi yere yığdıkları adamdan şikâyetçidirler. Davacılardan biri alelacele anlatmaya başlar:
Efendim biz üç arkadaştık. Birlikte bir iş yaptık ve bu işten iyice bir para kazandık. Yalanı yok ya birbirimize itimadımız yoktu. Paramızı hepimizin güveneceği birine, yani buna emanet ettik ve altını çize çize, üçümüz birlikte gelmedikçe bu parayı hiç kimseye veremeyeceksin diye tembihledik. Ama o bize hıyanet etti.
Kadı yaka paça sürüklenen adama bakar:
Doğru mu söylüyor bunlar?
Doğru efendim ama eksik.
Nasıl yani?
Evet, bunlar dün akşam bana bir kese para bıraktılar ve birlikte gelmedikçe hiçbirimize verme dediler. Ancak henüz elli adım bile gitmeden içlerinden biri geri geldi ve altınları istedi. Uzaktan bakın veriyorum diye bağırdım, bu ikisi de kafa sallayıp tamam dediler. Söyleyin başka ne yapabilirim ki?
Kadı bu kez diğerlerine döner:
Peki, buna ne diyeceksiniz?
Onu da açıklayalım. Keseyi emanet edip giderken şimdi burada olmayan arkadaşımız aniden durdu. Bütün paramızı emanetçiye bıraktık ama bu akşam ne yiyeceğiz? dedi. Biz de harcanacak kadar bir şeyler almasına izin verdik. Hepsini alıp kaybolacağını nereden bilebilirdik?
Hımmmm. Şimdi iş açığa çıktı. Arkadaşınız paraları alıp kaçtı desenize.
Evet, ama biz emanet verdiğimiz adamı tanırız. Ona üstüne basa basa üçümüz birlikte gelmedikçe verme dedik mi, dedik. O da bunu kabul etti mi, etti. Uyanık olaydı da aldanmasaydı. Madem bir saflık yaptı, ceremesini çeksin, bedelini kesesinden ödesin.
Ödesin demek kolay ama adam o kadar parayı verecek güçte değildir. Zaten üzgün ve bitkindir. Ağlamamak için dudaklarını ısırır ve büyük bir teslimiyetle boynunu büker. Zor duyulan titrek bir sesle:
Hatalıyım efendim der, cezama razıyım.
Hava bir anda emanetçinin aleyhine döner. Merhametli kadı gözlerini kısar, sakalını sıvazlar. Bir çıkış yolu arar Arar ama nereye kadar? İşte tam bu sırada kalabalığın arasındaki küçük çocuk adamın elinden tutar:
Ağlama be amca der, kendini niye üzüyorsun ki?
Nasıl üzülmem be gülüm, başıma gelenleri duydun işte.
Sen gel beni dinle ve de ki: Kese bende.
Haydi, istediğin gibi olsun. Diyelim ki kese bende olsun.
Emaneti almaları için bunların üç kişi birlikte olmaları gerekmiyor mu?
Gerekiyor.
Öyleyse söyle onlara getirsinler arkadaşlarını, alsınlar paralarını!
Ne berrak bir muhakeme ve ne müthiş bir zekâ değil mi? Eh yıllar sonra İmam-ı Şafi diye anılacak bir çocuk başka nasıl olabilir ki?