Taha Kılınç
EN İYİ İNSAN İNSANLARA FAYDALI OLANDIR
İnsanda bulunması lâzım olan güzel ahlâkdan, ba'zısı vardır ki, ne kadar çok olursa, iyiliği de o kadar artar zan olunur. Hâlbuki öyle değildir. Her iyi huyun bir sınırı vardır. O sınırı aşınca, iyilik gider, kötülük olur. İyi huyun az olması kötülük olacağı ise, kolay anlaşılır. Şecâ'at ve sehâvet bunlara misâldir. Bu iki iyi huyun aşırı, fazla olanları tehevvür ve isrâfdır. Câhiller, hele, İslâm ahlâkını bilmiyenler, isrâf edeni, çok cömerd sanır ve överler. Tehevvür edenlere de, çok cesûr, kahraman derler. Hâlbuki, korkak ve hasîs olana hiç kimse, kahraman ve cömerd demez. İnsanda bulunması lâzım olan güzel ahlâkdan ba'zısı da vardır ki, az olunca iyi zan olunur. Aşırı, çok olunca, kötülüğü belli olur. Tevâdu' böyledir. İnsanda kibrin bulunmaması demekdir. Bunun noksan olması tezellüldür. Tezellülü, tevâdu'dan ayırmak güçdür. Hattâ çok kimse, dilencinin zilletini, âlimin tevâdu'u ile karışdırır. Çünki, kibrsizlik onda da çokdur. Onu da çok iyi sanır.
Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama tabi olanlara mahsustur. Dünyada yapılan hayrat ve hasenat, yani bütün iyilikler, bütün keşifler, bütün hâller ve bütün ilimler Resulullah efendimizin yolunda bulunmak şartı ile, ahirette işe yarar. Yoksa, Allahü teâlânın Peygamberine tabi olmayanların yaptığı her iyilik, dünyada kalır ve ahiretin harap olmasına sebep olur. Yani iyilik şeklinde görünen, birer istidractan başka bir şey olamaz.
Zikretmek, Allahü teâlâyı hatırlamak demektir. Bu da, kalp ile olur. Zikredince, kalp temizlenir. Yani kalpten dünya sevgisi çıkar, Allah sevgisi yerleşir. Birçok kimselerin, bir araya toplanarak hayhuy etmesi, oynaması, dönmesi, zikir değildir. Yüz seneden beri, tarikat diyerek, birçok şey uyduruldu. Din büyüklerinin, Eshab-ı kiramın yolu unutuldu. Cahiller, hatta fasıklar şeyh olarak zikir ve ibadet ismi altında, günah işledi. Hele son zamanlarda, haram girmeyen, mezhepsizlik karışmayan bir tekke kalmamıştı. Bugün İslâm memleketinde, tasavvuf âlimi yok gibidir. Fakat sahte mürşitler, Müslümanları sömüren tarikatçılar çoktur. Din büyüklerinin, eskiden kalma, halis kitaplarını okuyup, ibadetleri bunlara göre doğrultmalıdır. Tarikatçılık, şeyhlik, müritlik gibi isimlerin perdesi altında iş gören zındıklara, mal ve din hırsızlarına aldanmamalı, bunlardan kaçınmalıdır. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“İmanı, itikadı düzelttikten ve İslâmiyete uygun ibadetleri yaptıktan sonra, vakitleri, kalbi temizlemek ile mamur etmek lazımdır. Allahü teâlâyı hatırlamadan, bir an geçirmemelidir. Vücut, eller, ayaklar dünya işleri ile uğraşırken, kalp hep Allahü teâlâ ile olmalı, Onu hatırlamakla lezzet duymalıdır. Kalbin temiz olmasından maksat, Ondan başkasının sevgisini kalpten çıkarmaktır. Kalbin hasta olması, işte bu çeşitli bağlılıklardır. Bu bağlılıklar kesilip atılmadıkça, hakiki iman nasip olmaz. İslâmiyetin emirlerini ve yasaklarını yerine getirmek kolay ve rahat olmaz.”
Dinimizin bildirdiği bir şeyde şüpheye düşen kimse, Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, bu şey ile neyi bildirmek istemiş ise, öylece iman ettim, inandım demelidir. Hemen, şüphesini giderecek bir din âlimi aramalıdır. İlmine ve dine bağlılığına güvenilir, zeki, arif, haramlardan kaçınan, din bilgilerinin inceliklerini bilen, müşkülleri çözebilen bir zatı arar, bulur. Bundan aldığı cevap, şüphesini giderince, artık öylece iman eder. Böyle bir zatı aramak farzdır.
Tesadüfe bırakmayıp, hemen aramalıdır. Bulamazsa veya bulup da, şüpheden kurtulamazsa, Allahü teâlânın ve Resulünün dilediği gibi inandım demeli ve şüphesinin giderilmesi için, Allahü teâlâya dua etmeli, yalvarmalıdır. İşte, bunun için, her şehirde, müşkülleri çözebilen bir zatın bulundurulması farz-ı kifâyedir. Felsefecilerin iftiralarını, fen ve felsefe bilgileri ile karşılayabilen, fen adamı geçinenlerin itirazlarını, fenni metotlara dayanarak çözebilen, kâfirlerin yanlış sözlerini, dinlerindeki bozuk yerleri ispat ederek, ret edebilen, doğru yoldan ayrılmış olanların, fitne ve fesat ateşlerini söndürebilen, dünya tarihini iyi anlamış, matematik bilgisi kuvvetli ve İslam bilgilerinin derinliklerine ermiş bir din âlimi bulundurmak lazımdır. Vaktiyle İslam devletleri böyle âlim yetiştiriyordu. Böyle bir din âlimi bulunmazsa, İslamiyet, din cahillerinin elinde oyuncak olur. İstedikleri gibi din kitapları yazar, gençlerin dinsiz yetişmesine sebep olurlar.
Bir memlekette, İslamiyetin yerleşmesi için, her şeyden önce, hakiki din âlimi yetiştirmek lazımdır. Din âlimi bulunmazsa, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını yaymaya çalışmalıdır. Bu kitaplar bulunmazsa, din cahilleri, din adamı şekline girip, kitap yazarak, konferanslar, dersler vererek milletin dinini, imanını çalarlar.
İslâmın temeli, imanı, farzları, haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Çocuklara, gençlere bunlar öğretilmediği zaman, İslâmiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, Müslümanlara Emr-i ma'rûf yapmayı emrediyor. Yani, benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz diyor ve Nehy-i anilmünker emrediyor. Yani, yasak ettiğim haramları bildiriniz ve yapılmasına razı olmayınız, diyor. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Birbirinize Müslümanlığı öğretiniz. Emr-i ma'rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.)Peygamber efendimiz yine buyurdu ki:
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda gazaya verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın sevabı da, emr-i ma'rûf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.) İbni Âbidînde de deniyor ki:
“Fıkıh âliminin Müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihad sevabından çoktur.”