Taha Kılınç
Dünya hayatı
İyi düşünerek ve inceleyerek anlaşılıyor ki, dünyâda eğer, derd ve musîbetler olmasaydı, dünyânın hiç kıymeti olmazdı. Dünyânın zulmetini, sıkıntısını, hâdiseler, acı olaylar gidermekdedir. [Dünyâ dertleri, rûha elem verir. Bu elemi, inkisârı, ibâdet olur, derecesi yükselir.] Dertlerin, elemlerin acılıkları, bir hastalığı iyi edecek, fâideli ilâcın acılığı gibidir. Bu fakîr, anlıyorum ki, bozuk niyyet ile, gösteriş için, menfe'at için yapılan, ba'zı ziyâfetlerde, yemeğe kusûr bulmak veyâ başka sûretle, yapılan eziyyet ile, ziyâfet verenin kalbinin kırılması, yemekdeki zulmeti, niyyetin bozukluğu ile hâsıl olan günâhı gidermekde, kabûl olmasına sebeb olmakdadır. Eğer müsâfirlerin şikâyeti, hakâreti olmasaydı ve ziyâfet sâhibinin kalbi kırılmasaydı, yemek karanlık ve günâh olacak, kabûl edilmiyecekdi. Kalbin kırılması, kabûle sebeb oldu.
O hâlde, hep cism ve cesedimizin râhatını ve tadını düşünen ve hep bunun peşinde koşan bizler, çok zor durumda bulunuyoruz: Vezzâriyât sûresinde, ellialtıncı âyet-i kerîmede meâlen, (İnsanları ve cinni, yalnız ibâdet etmeleri için yaratdım)buyuruldu. İbâdet de, kalbin ve rûhun kırıklığı, kendini aşağı bilmesidir. İnsanın yaratılması, kendini hakîr bilmesi, aşağı görmesi içindir. Bu dünyâ, müslimânların âhıretlerine, Cennetdeki ni'metlerine göre, bir zindân gibidir. Müslimânların, bu zindânda zevk ve safâ aramaları, akla uygun olmaz. O hâlde, dünyâda eziyyet, sıkıntı çekmeğe alışmak lâzımdır. Burada mihnetlere katlanmakdan başka çâre yokdur. Allahü teâlâ, mubârek ceddiniz hurmetine "aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti etemmühâ ve minettehıyyâti eymenühâ", biz za'îf kullarına bu yolda yürüyebilmek nasîb eylesin. Âmîn.
[(Reşehât)da, Ubeydüllah-ı Ahrâr hazretleri "rahmetullahi teâlâ aleyh" buyuruyor ki, (İnsanlar ibâdet yapmak için yaratıldı. İbâdetin hulâsası, özü de, kalbin her zemân Allahü teâlâdan âgâh olmasıdır).
Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri buyurdular ki; Kendi hukukunuzu, kendi kaidelerinizi kendiniz kurmağa kalkıştığınız ve uğraştığınız müddetçe huzur ve rahat bulamazsınız. Çünki, bizi Allahü teala yaratmıştır, biz O'nun kuluyuz. Yani, bu makinayı O yapmıştır. Bu makinanın nasıl çalıştırılması icab ettiğini O bilir. Makina O'nundur. Her firma kendi yaptığı makinayı bilir. O makinanın nasıl çalıştığını o firmadan öğrenirsiniz. Allahü teala bu makinayı yaratmıştır ve kullanma talimatnamesi olarak da Kur'an-ı kerimi göndermiştir, anlaşılması için de Peygamberler göndemiştir. Peygamberlerin gönderilmesinin sebebi, kitab-ı ilahiyi bize izah etmek içindir. Çünki, muhatap O. Resulullah efendimizin "aleyhissalatü vesselam" izahının dışında bir izah yanlıştır. İsabet kaydetse de kendi görüşüne göre mana verenler kâfir olur. Çünki, prosedürüne uymamıştır. Tefsiri ancak Peygamber efendimiz yapmıştır, Eshab-ı kirama anlatmıştır, Eshab-ı kiram da kendinden sonrakilere, onlar da müteselsilen naklederek bize kadar bildirmişlerdir. Bugün Kur'an-ı kerime yeniden mana vermek, Kur'an-ı kerimden dışarı çıkmak demektir. Kur'an-ı kerimin hangi manası eksik kalmış da şimdi mana verilecekmiş!...Bu, saçmalıktır....
(Kimyâ-i saadet) kitabında, beşinci bâbda buyruluyor ki: Dünya işleri, ahiret için çalışmağa mâni olmamalıdır. Ahiret için ticaret yeri camilerdir. Münâfıkûn sûresi, dokuzuncu âyet-i kerimesinde mealen, (Mallarınız ve çocuklarınız, Allahü teâlâyı, hatırlamanıza mani olmasın!) buyuruldu. Halife Ömer “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Ey tüccarlar! Önce ahiret rızkını kazanın! Sonra dünya rızkına çalışın!). Ticaretle meşgul olan büyüklerimiz, sabah ve akşamları ahiret için çalışır, Kur’ân-ı kerim okur, ders dinler, tövbe ve dua eder, ilim öğrenir ve gençlere öğretirlerdi. Kelle kebabı, sabah çorbası gibi şeyleri çocuklar ve zimmîler satardı. Çünkü, Müslümanlar, sabah, akşam camilerde bulunurdu. İnsanların amellerini yazan ikişer melek, her sabah ve akşam değişmektedir. Bir hadîs-i şerifte buyuruldu ki, (Melekler insanların amel defterlerini götürdükleri zaman, başında ve sonunda iyi iş yazılı ise, gün ortasında yapılanları ona bağışlarlar). Yine buyurdu ki, (Gündüz ve gece melekleri, sabah ve akşam, gidip gelirken birbirleri ile karşılaşırlar. Hak teâlâ,[giden meleklere], kullarımı nasıl bıraktınız? buyurur. Ya Rabbi! Namazda bulduk ve namaz kılarken bıraktık, derler. Allahü teâlâ da, şahit olun, onları afettim buyurur). Müslüman tüccarlar, sanat sahipleri, gündüzleri de, ezan sesini duyunca, işini hemen bırakıp, camiye koşmalıdır. [Dinini seven ve kayıran bir imam bulursa, ona uymalı, dinini dünyaya değişen, ibadete haram, bid’at karıştıran, Müslümanlıktan haberi olmayan imam ve hâfızların yanına, sesine, sözüne yanaşmamalıdır.] Büyüklerimiz, (Ticaretleri, satışları, Allahü teâlâyı unutmalarına sebep olmaz)âyet-i kerimesine mana verirken diyor ki, demirciler vardı. Demir döğerken, ezan okununca, çekici kaldırmış iken, demire vurmaz, bırakıp namaza koşarlardı. Ve terziler vardı. İğneyi sokunca, ezan okunsaydı, o hâlde bırakıp, cemaate koşarlardı.