Çarşamba günkü Milliyet'in sürmanşetinde Güngör Uras vardı. Gazetesi, “Güngör Hoca sanayileşmeyi anlatıyor" başlığıyla Uras'ın yeni çıkan kitabını duyuruyordu.
“Rakamlara boğulan ekonominin en karmaşık meselelerini bile Ayşe Hanım Teyze'nin, Ali Rıza Amca'nın anlayacağı dille anlattığı" vurgulanan Güngör Hoca “Sanayileşecektik, Büyüyecektik, Ne Oldu Bize?" diye soruyordu, kitabının başlığında!
Tamer Korkmaz
Burjuvazi’nin güngörmüş mürebbiyesi
02 Haziran 2017, Cuma
Vaktiyle TÜSİAD'da genel sekreterlik yapmış olan Güngör Uras, Komprador Burjuvazi'nin önde gelen isimleriyle uzun yıllardır çok yakındır.
Bu öylesine bir yakınlıktır ki…
27 Mayıs'çı ve de terörist başı Öcalan'ın “akıl hocası" şu “kırmızı atkılı" Yalçın Küçük; Güngör Uras'a “Çıkış" adlı kitabında övgüler sıralarken, onu “Vehbi Koç'un gecikmiş mürebbiyesi" diye tarif ediyordu!
1977 yılı Nisan ayının son haftasında TÜSİAD heyetinin Zbigniew Brzezinski ile yaptığı görüşmede yer almış olan Güngör Uras, TÜSİAD'daki masasını sonradan Milliyet'e taşımıştı.
Haşim Akman'ın, Güngör Uras ile söyleşisinden oluşan “Saf ve Bakir Anadolu Çocuğu" adlı kitapta ise Milliyet'in 1979'daki satışıyla alakalı şu satırları okuyoruz: “Bir gün Ercüment Karacan Fransa'dan İstanbul'a döndü. 'Güngör, ben gazeteyi Aydın Doğan isminde bir işadamına sattım. Onu İnan Kıraç bana tanıttı. Sen de tanı. Bugün Kalyon Oteli'nde seninle tanışmaya geliyor' dedi. Otele gittim, Aydın Doğan ile tanıştım…"
*
Uras'ın anlattığına göre; Aydın Doğan'ın “en yakın dostu" Vehbi Koç'un damadı İnan Kıraç'tır.
Kıraç'ın o dönemde Doğan'a “Milliyet'e yatırım yap" dediğini; Aydın Bey'in vaktiyle Güngör Uras'a anlattıklarından öğreniyoruz. (Sayfa: 306)
*
İpekçi Suikastı, Türkiye'yi 12 Eylül darbesine “koşturan" en dramatik kilometre taşları arasında yer alır.
İpekçi'nin öldürülmesinden sonra, Ercüment Karacan Milliyet'i elinden çıkardı. Ercüment Bey'in oğlu Ömer Karacan, yıllar sonra (2007'de) aynen şöyle demişti:
“Babam Milliyet'i satmaya mecburdu. Abdi Amca öldürülmüştü. Hayattaki en yakın arkadaşıydı. Çok kırıldı. Devamlı öldürüleceğiz, kaçırılacağız endişesiyle yaşıyordu. Milliyet'i satmasındaki en büyük neden bizi öldürmelerinden korkmasıdır!"
*
Uğur Mumcu, Cumhuriyet'teki 27 Kasım 1979 tarihli yazısında Milliyet'ten şöyle şekva ediyordu:
“Abdi İpekçi'nin öldürülmesinden, katil sanığı Ağca'nın askeri cezaevinden kaçırılmasına kadar geçen süre, bu olayın üzerindeki kuşku bulutlarını yoğunlaştırmıştır. Ağca'nın kaçışıyla İpekçi Olayı sanıldığından daha koyu ve giz dolu karanlıkların içine gömülmüştür…
Ve ne acıdır ki, Milliyet gazetesi bu karanlığı yırtmak için en küçük bir çaba harcamamakta, üstelik İpekçi'nin kemiklerini sızlatırcasına olayları göz ucuyla izlemekle yetinmektedir. Abdi İpekçi'yi öldüren örgüt bu kez de katil sanığını kaçırmıştır!"
*
Mumcu'nun Milliyet'e yönelik bu eleştirisindeki haklılık aradan 38 yıl geçtikten sonra da geçerliliğini koruyor.
Yıllarca “Yurttaş Doğan" döneminde sonrasında Erdoğan Demirören'in sahipliğinde ezcümle bugüne kadar Milliyet, Abdi İpekçi Suikastı'nın arka planını deşmedi. Gelişmeleri “göz ucuyla" izlemeye devam etti; senelerdir “yasak savma kabilinden" yüzeysel yayınlarla arzın merkezinden uzakta kaldı!
O yüzden hiçbir zaman “Güngör Hoca, İpekçi Suikastı'nın perde arkasını anlatıyor" gibi bir kitap da söz konusu olmayacak!
Böyle bir kitabı, her iki patron döneminde birer defa genel yayın yönetmenliği yapmış olan Derya Sazak'ın yazmasının mümkün olamayacağını da yeri gelmişken söyleyeyim:
İletişim Yayınları'ndan çıkan “İtirazım Var" başlıklı kitabını okuyanlar, Sazak'ın neden arzın merkezine seyahat edemeyeceğini göreceklerdir.
Kitapta, Derya Sazak'ın 28 Şubat sürecindeki medya günahlarından “kendisini nasıl sıyırmaya çabaladığı" da gözleniyor.
Elbette, nafile bir çabadır bu; Derya'nın attığı manşetleri yahut yazdıklarını yok saymak mümkün değil:
Mesela, 12 Haziran 1997'deki “Ordu'dan Son Uyarı" manşeti ile aynı tarihli nüshadaki “Tek Tarih Vermediler" başlıklı yazısının 20. yıldönümündeyiz!
Derya Sazak'ın son kitabında yer alan enteresan tanıklıkları ise elbette zayi etmeyeceğiz!
İşte bunlardan birisi: “Mısır'da darbeci Sisi'nin tankları meydanlara çıkardığı gece, Derya Sazak ve arkadaşları gazeteyi hazırlarken Erdoğan Demirören yazı işlerine gelmiş, 'Manşetiniz ne?' diye sormuş:
Sazak henüz darbenin seyrinin belli olmadığını birkaç saat daha vakitleri olduğunu söylediğinde ise patronundan şu cevabı almış: Yazın o zaman; Mısır halkı kurtuldu!" (Sayfa: 110)
Bu başlığı atmadıklarını, söylemeye gerek var mı?
*
Mısır'da Sisi darbe yaparken, Türkiye'de Gezi beşinci haftasını tamamlamıştı:
Akim kalan Gezi Kalkışması'na katılanlardan “Kırmızı Fularlı Kız" ise Doğan'ın CNN'inde “baş tacı" edilmişti!
Sonrasında Kandil'e sığınmış olan, terörist başı Karayılan'ın “torpillisi" Ayşe Deniz Karacagil mi; Rakka'da öldürülmüş!
Bu öylesine bir yakınlıktır ki…
27 Mayıs'çı ve de terörist başı Öcalan'ın “akıl hocası" şu “kırmızı atkılı" Yalçın Küçük; Güngör Uras'a “Çıkış" adlı kitabında övgüler sıralarken, onu “Vehbi Koç'un gecikmiş mürebbiyesi" diye tarif ediyordu!
1977 yılı Nisan ayının son haftasında TÜSİAD heyetinin Zbigniew Brzezinski ile yaptığı görüşmede yer almış olan Güngör Uras, TÜSİAD'daki masasını sonradan Milliyet'e taşımıştı.
Haşim Akman'ın, Güngör Uras ile söyleşisinden oluşan “Saf ve Bakir Anadolu Çocuğu" adlı kitapta ise Milliyet'in 1979'daki satışıyla alakalı şu satırları okuyoruz: “Bir gün Ercüment Karacan Fransa'dan İstanbul'a döndü. 'Güngör, ben gazeteyi Aydın Doğan isminde bir işadamına sattım. Onu İnan Kıraç bana tanıttı. Sen de tanı. Bugün Kalyon Oteli'nde seninle tanışmaya geliyor' dedi. Otele gittim, Aydın Doğan ile tanıştım…"
*
Uras'ın anlattığına göre; Aydın Doğan'ın “en yakın dostu" Vehbi Koç'un damadı İnan Kıraç'tır.
Kıraç'ın o dönemde Doğan'a “Milliyet'e yatırım yap" dediğini; Aydın Bey'in vaktiyle Güngör Uras'a anlattıklarından öğreniyoruz. (Sayfa: 306)
*
İpekçi Suikastı, Türkiye'yi 12 Eylül darbesine “koşturan" en dramatik kilometre taşları arasında yer alır.
İpekçi'nin öldürülmesinden sonra, Ercüment Karacan Milliyet'i elinden çıkardı. Ercüment Bey'in oğlu Ömer Karacan, yıllar sonra (2007'de) aynen şöyle demişti:
“Babam Milliyet'i satmaya mecburdu. Abdi Amca öldürülmüştü. Hayattaki en yakın arkadaşıydı. Çok kırıldı. Devamlı öldürüleceğiz, kaçırılacağız endişesiyle yaşıyordu. Milliyet'i satmasındaki en büyük neden bizi öldürmelerinden korkmasıdır!"
*
Uğur Mumcu, Cumhuriyet'teki 27 Kasım 1979 tarihli yazısında Milliyet'ten şöyle şekva ediyordu:
“Abdi İpekçi'nin öldürülmesinden, katil sanığı Ağca'nın askeri cezaevinden kaçırılmasına kadar geçen süre, bu olayın üzerindeki kuşku bulutlarını yoğunlaştırmıştır. Ağca'nın kaçışıyla İpekçi Olayı sanıldığından daha koyu ve giz dolu karanlıkların içine gömülmüştür…
Ve ne acıdır ki, Milliyet gazetesi bu karanlığı yırtmak için en küçük bir çaba harcamamakta, üstelik İpekçi'nin kemiklerini sızlatırcasına olayları göz ucuyla izlemekle yetinmektedir. Abdi İpekçi'yi öldüren örgüt bu kez de katil sanığını kaçırmıştır!"
*
Mumcu'nun Milliyet'e yönelik bu eleştirisindeki haklılık aradan 38 yıl geçtikten sonra da geçerliliğini koruyor.
Yıllarca “Yurttaş Doğan" döneminde sonrasında Erdoğan Demirören'in sahipliğinde ezcümle bugüne kadar Milliyet, Abdi İpekçi Suikastı'nın arka planını deşmedi. Gelişmeleri “göz ucuyla" izlemeye devam etti; senelerdir “yasak savma kabilinden" yüzeysel yayınlarla arzın merkezinden uzakta kaldı!
O yüzden hiçbir zaman “Güngör Hoca, İpekçi Suikastı'nın perde arkasını anlatıyor" gibi bir kitap da söz konusu olmayacak!
Böyle bir kitabı, her iki patron döneminde birer defa genel yayın yönetmenliği yapmış olan Derya Sazak'ın yazmasının mümkün olamayacağını da yeri gelmişken söyleyeyim:
İletişim Yayınları'ndan çıkan “İtirazım Var" başlıklı kitabını okuyanlar, Sazak'ın neden arzın merkezine seyahat edemeyeceğini göreceklerdir.
Kitapta, Derya Sazak'ın 28 Şubat sürecindeki medya günahlarından “kendisini nasıl sıyırmaya çabaladığı" da gözleniyor.
Elbette, nafile bir çabadır bu; Derya'nın attığı manşetleri yahut yazdıklarını yok saymak mümkün değil:
Mesela, 12 Haziran 1997'deki “Ordu'dan Son Uyarı" manşeti ile aynı tarihli nüshadaki “Tek Tarih Vermediler" başlıklı yazısının 20. yıldönümündeyiz!
Derya Sazak'ın son kitabında yer alan enteresan tanıklıkları ise elbette zayi etmeyeceğiz!
İşte bunlardan birisi: “Mısır'da darbeci Sisi'nin tankları meydanlara çıkardığı gece, Derya Sazak ve arkadaşları gazeteyi hazırlarken Erdoğan Demirören yazı işlerine gelmiş, 'Manşetiniz ne?' diye sormuş:
Sazak henüz darbenin seyrinin belli olmadığını birkaç saat daha vakitleri olduğunu söylediğinde ise patronundan şu cevabı almış: Yazın o zaman; Mısır halkı kurtuldu!" (Sayfa: 110)
Bu başlığı atmadıklarını, söylemeye gerek var mı?
*
Mısır'da Sisi darbe yaparken, Türkiye'de Gezi beşinci haftasını tamamlamıştı:
Akim kalan Gezi Kalkışması'na katılanlardan “Kırmızı Fularlı Kız" ise Doğan'ın CNN'inde “baş tacı" edilmişti!
Sonrasında Kandil'e sığınmış olan, terörist başı Karayılan'ın “torpillisi" Ayşe Deniz Karacagil mi; Rakka'da öldürülmüş!