TÜRKİYE
Yeni bir Ortadoğu haritası çizilecek mi?
Bugün yine Ortadoğu'ya yeni bir Amerikan müdahalesi gündemde. Herkesin Ortadoğu için bir planı var.
MELTEM ARIKAN
Yeni Şafak
Başkan Eisenhower'ın Maruni'lerle Sünniler arasındaki çatışmaları durdurmak amacıyla Lübnan'a 15 bin Amerikan askeri göndermesinin üzerinden 56 yıl geçti. Bugün yine Ortadoğu'ya yeni bir Amerikan müdahalesi gündemde.
Herkesin Ortadoğu için bir planı var. Esad'la iş birliği yapılmasını isteyenler, yeni haritalar çizip yeni devletler kuranlar, 'restini görüyoruz' deyip şiddetin dozunu artırmayı önerenler, 'bırakın birbirlerini yesinler' diyenler... Petrol, doğal gaz, yeni sınırlar, askeri üsler, kullanılacak silahlar vs her detay konuşuluyor, ancak Irak ve Suriye'nin mazlum halkının ne olacağını neredeyse hiç konuşan yok.
Türkiye'nin son yıllardaki vicdana dayalı dış politikası tam bu yüzden tam da bu zamanda çok kıymetli. 2006 sonrası Irak'ta kurulan düzenin ve Maliki siyasetinin bir felakete zemin hazırladığını söylediği zamanlar 'mezhepçi' olmakla eleştirilen Türkiye'ydi. Esad'ı şiddetten vazgeçirmek için görüşmeler yaparken, 'Esad'ı desteklemekle' itham edilen de, daha sonra muhaliflerin güçlendirilmesi gerektiğini anlattığında sesi duyulmayan da Türkiye'ydi. Haklı noktalardan yola çıkan Türk dış siyaseti yolda karşılaşılan umulmadık durumlarda zorlandı, kimi zaman belki yanlış tercihler de yaptı, ama vicdanını kullanması bölgeye umut ışığı oldu.
Şimdi de ABD, başarısızlıkla neticelendiği tescilli yöntemleri bir kenara bırakıp umut ışığı olmayı deneyebilir. 'Uzun soluklu bir mücadele' diye kibarca ifade edilen ve 'yıllarca sürecek savaş' anlamına gelen bu süreci doğru bir çizgiye çekebilir. İşte o zaman Brzezinski'nin 'geçmişte yapılan hataları yapmadan bunu başarabiliriz' sözleri de anlam kazanmış olur.
HAVA BOMBARDIMANI NE İŞE YARAR?
11 Eylül saldırılarından sonra Afganistan savaşı gündeme geldiğinde, temel strateji Amerikan uçaklarının bomba yağdırması ve Kuzey İttifakı'nın da - CIA yönlendirmesiyle- karada ilerlemesiydi. Tıpkı bugün olduğu gibi Amerikan strateji kurumlarında ardı ardına paneller yapılıyor, harekatın detayları tartışılıyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi ne olacağı hiç konuşulmayan konu, sivil Afgan halkının neler yaşayacağı idi. Sonra arka arkaya bombalanan hastaneler, okullar, sivil yerleşim alanları haberleri gelmeye başladı. İşgalin ilk dört ayında hayatını kaybeden sivil sayısı 20 bini geçmişti.
Aradan geçen 13 yıldan ve sadece Afganistan ve Irak'ta harcanan 7 trilyon dolardan sonra havadan bomba yağdırmanın ne işe yaradığı ortada: Yemen, Libya, Somali, Nijerya dahil olmak üzere dev bir alana yayılmış, şiddet dozunu kat kat artırmış, Batı'ya yaptığı saldırıları da durdurmamış bir terör canavarı var etmek.
DENENMEYENİ DENEMEK
Vietnam'da, Kamboçya'da, Afganistan'da, Yemen'de tonlarca bomba yağdırmanın neticesini daha fazla Amerikan karşıtlığı olarak alan ABD'nin bel bağladığı yöntemlerden biri de terör örgütü liderlerini öldürmek. Ne var ki terör de terörist de öldürmekle bitmiyor. Yıllarca devam eden zahmetli ve masraflı bir sürecin sonunda El-Şebab liderini öldüren ABD, iki gün geçmeden 25 kişinin öldürüldüğü intihar saldırısıyla karşı karşıya kaldı. Şiddet, şiddeti doğurur önermesi bir kez daha tescillendi.
Peki bu şiddet sarmalını kırmak mümkün değil mi? ABD alışageldiği tepeden dizayn etme siyasetinden, İslam coğrafyası da 'komplo teorileri' kolaycılığından çıkarsa çözüm inşa etmek kolay. Akılcı ve gerçekçi değerlendirmeye ihtiyaç var. Bölgenin siyasi ve sosyo-ekonomik koşulları şiddeti besliyor söylemi doğru, fakat eksik. Şiddeti hayata geçirecek manevi gücün nereden geldiğine de bakmak lazım. Bu yöne baktığımızda, 'İslam barış dinidir' hakikatinin sahada yaşananlarla neden uyuşmadığını anlamak kolaylaşıyor.
Gördüğümüz şu: İslam adına terör uygulayan her örgüt, öyle veya böyle İslami bir kaynaktan kendince delil ortaya koyabiliyor. Geçtiğimiz günlerde Suudi yorumcu İbrahim al-Shaalan tweetinde şöyle diyordu: '(IŞİD) bizim okul müfredatında öğrendiklerimizin canlı uygulayıcısı. Eğer müfredat doğruysa IŞİD haklı, eğer doğru değilse bunun sorumlusu kim?' (http://www.theguardian.com/world/2014/aug/16/isis-salafi-menace-jihadist-homeland-syria)
Konunun en can alıcı kısmı da bu. Bu sözde İslami deliller görmezden geliniyor, tartışılmıyor, konuşulmuyor. Hiç kimse çıkıp, 'Bu kaynakların bir önemi yok, çünkü asıl kaynak Kur'an'dır. Kur'an'la mutabık olmayan her rivayet yok hükmündedir' diyemiyor. Tek tek Kur'an'dan delil göstererek, şiddete kaynak olarak sunulan rivayetlerin geçersizliği ortaya konulmuyor. O zaman da 'İslam barış dinidir' gerçeği, bu örgütlere katılan binlerce genç insan üzerinde bir etki uyandırmıyor. Din adına savaştığına inanan insanların sayısı katlamalı olarak artıyor.
YENİ SINIRLAR DEĞİL, YENİ BİRLİKLER LAZIM
100 yıllık Ortadoğu tarihinden Batı'nın alması gereken bir diğer önemli ders de şu: Bölüp parçalamak kolay yönetmek anlamına gelmiyor. Ortadoğu iç içe geçmiş kültürler, inançlar, değerler coğrafyası. Şii, Sünni, Ezidi, Keldani, Musevi, Dürzi, Nusayri hepsi bu toprağın insanı. Acıları ortak, sevinçleri ortak, tarihleri ortak. Çoğu akrabalık bağlarıyla birbirine bağlı. Brüksel'den veya Washington'dan bakıp 'Bir arada olduklarında kavga ediyorlar, en iyisi ayrılsınlar' deyip yeni sınırlar çizmeye kalkışmak bu coğrafyayı hiç anlamamış olmanın bir tezahürü. Bu bölgenin kavgaları, bir sabah uyanıp komşusuyla, akrabasıyla arasına sınır konulduğunu görünce körüklendi. Kavga bitsin isteniyorsa yapılması gereken, yeni tel örgüler örmek yerine kardeşlik ruhunu pekiştirmek.
28 Eylül 2014, Pazar