DÜNYA
Sanders: Demokratların Yahudi kökenli "sosyalist" aday adayı
WASHINGTON
ABD'de başkanlık yarışında Demokrat aday adaylarından Bernie Sanders, Polonya asıllı bir Yahudi olmasının yanı sıra "sosyalist" eğilimleri ile dikkati çekiyor. Sanders, ekonomik eşitsizliğe vurgu yaptığı seçim kampanyasında özellikle gençlerden ve kadınlardan önemli destek görüyor.
Amerikan halkı 8 Kasım'da 45'inci başkanını seçmek için sandığa gidecek. 1 Şubat'ta Iowa eyaletinde başlayan ön seçim süreci, 9 Şubat'ta New Hampshire'daki seçimle devam etti.
İlk ön seçimde güçlü rakibi eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'a sadece binde 2 ile kaybeden Sanders, yarışta ne kadar iddialı olduğunu ilk sınavında göstermiş oldu. Iowa'da yüzde 49,6 oy alan Sanders, ikinci durak olan New Hampshire'da ise rakibine 22 puan fark atarak yüzde 60 oyla zafer kazandı.
Geçtiğimiz yıl 30 Nisan'da Demokrat Parti'den başkan adaylığı için yarışacağını açıkladığında, çok az kişi Sanders'ın diğer adaylar arasından bu kadar öne çıkıp Clinton'la başa baş bir seçim süreci yürütebileceğini öngörebilmişti.
Sanders'ın özgeçmişinde öne çıkanlar
Polonya'dan ABD'ye göçen Yahudi kökenli babasının ailesi Holokost'ta öldürülen Sanders, 1941 yılında New York'ta dünyaya geldi. Sanders, kendisini dini aidiyeti güçlü bir kişi olarak tanımlamasa da seçilmesi halinde ABD'nin ilk Yahudi kökenli başkanı olarak tarihe geçecek.
Chicago Üniversitesi'nden 1964'de mezun olan Sanders, üniversite yıllarından itibaren sivil haklarla ilgili eylemlerin içinde bulunan protest bir kişi olarak biliniyor.
Daha sonra Vermont eyaletine yerleşen ve birkaç sonuçsuz siyasi girişimin ardından 1981'de eyaletin en kalabalık şehri Burlington'a belediye başkanı seçilen Sanders, bu seçimleri peş peşe üç kez kazanarak adını duyurdu.
Belediye başkanlığının son döneminde, hakkında "Sosyalist Belediye Başkanı: Bernie Sanders" ve "Halk Cumhuriyeti: Vermont ve Sanders Devrimi" gibi kitaplar yazılan Sanders hakkında ABD'de sosyalist olduğu açıkça bilinen ilk belediye başkanı olarak kayda geçtiği yorumları yapılıyor.
1990'da Temsilciler Meclisi'ne seçilen Sanders, 16 yıl burada hizmet ettikten sonra 2006 yılında Vermont Senatörü olarak Senato'ya girdi.
Sanders, ABD Senatosu'nda en uzun süre hiçbir parti ile ilişiği olmadan görev yapmış ve 2012 yılında katıldığı son seçimde yüzde 71 oy almış bir senatör olarak dikkati çekiyor.
Sanders'ın kamuoyundaki bilinirliğini artıran bir diğer olay ise 2010'da Senato'da 8,5 saat süren uzun bir konuşma yaparak, eski başkan George W. Bush döneminde zenginlere vergi indirimi getiren yasanın yenilenmesine karşı çıkması olmuştu.
Geçtiğimiz yıl nisan ayında Demokrat Parti'den başkanlık seçimleri için aday adaylığını açıklayan 74 yaşındaki Sanders, başkanlık yarışındaki en yaşlı aday olmasına rağmen özellikle gençlerden topladığı destek ile dikkat çekiyor.
"Demokratik sosyalist" ve "Yahudi kökenli"
Burlington'daki belediye başkanlığı günlerinden beri Amerikan kamuoyunda "sosyalist" kimliği ile belli ölçüde bilinen Sanders, başkan aday adaylığını açıkladıktan sonra medyanın daha fazla ilgisini çekti.
Kendisini "demokratik sosyalist" olarak tanımlayan Sanders, hemen her konuşmasında ekonomik eşitsizliğe ve gelir dağılımındaki adaletsizliğe vurgu yapıyor. "Sosyalist düzene silah veya şiddet yoluyla değil, demokrasi yoluyla geçilmesini benimseyen yaklaşım" şeklinde tanımlanan demokratik sosyalizm, Sanders'ın fikir ve söylemlerinde somut bir çizgi olarak görülebiliyor.
Sanders'ın gençler arasında yüzde 70'lere, kadınlar arasında ise yüzde 50'lere ulaşan toplumsal desteğinin arkasında, "ücretsiz üniversite", "kürtaj hakkı", "kadın-erkek fırsat eşitliği" gibi sosyo-ekonomik meselelere getirdiği bakış açısının "inandırıcı" bulunması yatıyor. Yine de bazı projelerinin gerçekçi olup olmadığı, sıkça tartışma konusu olmaya devam ediyor.
"Wall Street'e getirilecek ekstra vergi ile üniversitelerin ücretsiz olabileceği" fikrini savunan Sanders, sadece bu önerisinden dolayı bile Demokrat seçmenin içindeki gençlerden ciddi destek görüyor. Ancak bu tür önerilerinin ne derece gerçekçi olduğu sorusu, belki de Sanders'ın en zayıf yanı olarak görülüyor.
Televizyonlardaki hemen her tartışmada rakibi Clinton'ın Wall Street ile yakın ilişkilerini gündeme getiren Sanders, 2008'de yaşanan büyük ekonomik krizi derinden hisseden düşük ve orta gelir grubundaki Amerikan halkının bankacılara karşı hissiyatına adeta "tercüman" oluyor. Zira krizden sonra toplumun belli kesimlerinde, suçlunun Wall Street'teki finansal kurumlar olduğu düşüncesi kabul görmüş, hatta tüm ABD'ye yayılan "Wall Street'i işgal et" eylemleri yapılmıştı.
Gelirine bakılmaksızın herkesin sağlık sisteminden eşit bir şekilde yararlanabilmesi gerektiğini savunan Sanders; kadın-erkek eşitliği, kürtaj hakkı, eşcinsel hakları ve azınlık hakları gibi konulardaki "ilerlemeci demokrat" tavrını sürdürüyor, bu konularda daha özgürlükçü bir çizginin benimsenmesi gerektiğini dile getiriyor.
İskandinav ülkelerindeki sosyal demokrasiyi örnek veren konuşmalar yapan Sanders, ülkedeki "ekonomik eşitsizlikten şikayet eden toplumsal kesimlerin" umudu durumunda.
Sanders'ın "Yahudi kökenli" olmasının şu ana kadar ön seçimler üzerinde nasıl bir etkisinin olduğu net olarak ölçülebilmiş değil.
Binyamin Netanyahu'dan hoşlanmıyor
Ancak Sanders'ın, her fırsatta İsrail-Filistin meselesinde "iki-devletli çözümü" savunması, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'dan pek hazzetmediğini dile getirmesi ve "İsrail'in o topraklarda var olma hakkı kadar aynı şekilde Filistinlilerin de hakkı vardır" sözleri, onun "Yahudilerin favori adayı olmasını" engellediği görüşü hakim.
Yine de Sanders'ın Yahudi kökenlerinin ABD'li seçmen nezdinde özel bir anlamının olup olmadığını görebilmek için birkaç ay daha beklemek gerekecek.
Dış politikada müdahaleciliğe karşı
Dışişleri Bakanlığı da yapmış olan rakibi Clinton karşısında Sanders, dış politika konularında biraz arka planda kaldığı yorumlarının muhatabı olacak. Buna ilaveten, seçim kampanyasını "ekonomi" üzerine kuran Sanders'ın resmi internet sitesinde de dış politika konuları alt sıralarda yer buluyor.
Ancak "savaşın ve güç kullanmanın en son seçenek" olduğunu seçim vaatleri arasına alan ve İran'la nükleer anlaşmayı bundan dolayı desteklediğini dile getiren Sanders, "ABD, dış politika meselelerinde uluslararası koalisyonla birlikte hareket etmelidir" ilkesini savunuyor.
Genel olarak ABD'nin dünya siyasetinde daha aktif ve müdahaleci bir rol oynaması gerektiğini savunan Cumhuriyetçi (muhafazakar) yaklaşımın aksine Sanders, ABD'nin bugüne kadarki tek taraflı eylemlerinin birçok bölgede kaosa neden olduğunu dile getiriyor.
Sanders, dış politikadaki önemli tecrübesine rağmen "e-posta skandalı" ve "Bingazi saldırısı" ile belli kesimlerde güven kaybeden Clinton'a karşı, şu ana kadarki performansı ile yarışın içinde olacağını ispatladı.
İlk ön seçimlerde Iowa eyaletinde Clinton'a sadece binde 2'lik fark ile geçilen Sanders, her ne kadar ilk ön seçimi kazanamasa da rakibine gözdağı verdi. Ancak ikinci ön seçimlerin yapıldığı New Hampshire'dan yüzde 60'lık zaferle çıkan Sanders, yarışta iddialı olduğunu hem Demokratlara hem de Cumhuriyetçilere göstermiş oldu.
Anketlerde Clinton'un gerisinde
20 Şubat'ta Nevada'da gerçekleştirilecek ön seçimler için yapılan (Real Clear Politics adlı ABD'nin önde gelen siyasi analiz sitesinde yer alan) anketlerde Clinton'ı birkaç puan geriden takip eden Sanders, 27 Şubat'taki Güney Carolina ön seçimlerinin anketlerinde ise rakibinin bir hayli gerisinde gözüküyor.
Bu iki eyalette yapılacak ön seçimlerin ardından 1 Mart Salı günü 11 eyalet ile Amerikan Samoa adasında gerçekleştirilecek ("Süper Salı" olarak nitelenen) ön seçimlerin, iki rakibin başkanlık yarışındaki kaderini ciddi ölçüde etkilemesi bekleniyor. Bu bakımdan hayati önem taşıyan Nevada ve Güney Carolina ön seçimleri için iki rakip de oldukça yoğun bir tempoya girmiş durumda.
Ülke genelini yansıtan son anketlere göre Clinton yarışı, Sanders'ın sadece 4 puan önünde götürüyor. Dolayısıyla 1 Mart akşamı ortaya çıkacak tabloda Sanders ile Clinton'ın başa baş olması halinde, Demokrat Parti'yi göründüğünden çok daha zor bir karar süreci bekliyor olacak.
Ancak sonuç ne olursa olsun, kapitalizmin lokomotifi olan ABD'de, kendisini "demokratik sosyalist" olarak tanımlayan bir başkan aday adayının bu denli ivme yakalayabilmesi, Amerikan toplumundaki "dip dalganın" ülkenin siyasal ve ekonomik düzenine bakışı hakkında önemli bir fikir veriyor.