FETÖ başının ve elemanlarının, kırk yıldır İslam adı altında üretmeye çalıştıkları sapkınlığın değerlendirilmesi ve bu vesileyle modern dünya şartlarında cemaatlerin / tarikatların doğru anlaşılması konusunda bir çabanın yürütüldüğü malumdur.
Ki, bu bapta, Hayrettin Karaman'ın en son geçtiğimiz Nisan ve Mayıs aylarında yazdığı tasavvuf / tarikat temalı yazılarını, unutanlarına hatırlatmam da yeterli olacaktır.
Alimlerimizin, münevverlerimizin, dine bitişik ya da din tanımlı toplumsal olay ve olguları anlama ve anlatma konusunda, laikçi toplum mühendislerinden, dine muhalefet edenlerden bir adım daha önde olmaları kapsamında değerlendirilmesi gereken söz konusu çabanın, kimi yazarlarımız tarafından ıskalandığını, hatta bu çabayı ortaya koyanlara karşı söz suikastine yeltenildiğini de maalesef belirtmek durumundayım.
Eğer mezkur değerlendirmedeki maksat iyi anlaşılabilseydi, tasavvuf / tarikat konusunda bir çok soruna doğru parmak basılmış, kirlenen birçok kavram bugün itibariyle temizlenmiş olacaktı.
Dolayısıyla 15 Temmuz'dan sonra, FETÖ başı ve elemanlarının dini istismarı üzerinden, Kemalistlerin baskılanmış istismar tutkuları depreşmeyecek, cemaat, tarikat değil doğrudan tasavvuf zihniyet ve kültürüne düşmanlık besleyen kimi Müslümanların da onlara çanak tutmasıyla, Amerika'yı yeniden keşfetme şımarıklığı, densizliği ve çığırtkanlığı da kendisini sergileyecek alan, işitecek kulak bulamayacaktı.
Gerçi bu nedenlerle, kendisi de gerçekte laikçi-modern bir cemaat / tarikat olan Kemalizm'e, tekrar din düşmanlığı yapma, İslam'a ve Müslümanlara saldırma konusunda gün doğmuş gibi görünüyorsa de, onun entelektüel bir tabana değil, artık romantik fanatikler tabanına sahip olması, maksatlarının ve çabalarının daha çıkış noktasında kadük hale gelmesine yetecektir.
Önemli olan bizim münevverlerimizin, siyaset rüzgarının, hızla değişen olayların etkisine kapılmaksızın, aklın, sahih düşüncenin tecessüse dayalı mutedil rüzgarına tabi olmalarıdır. Ancak bu şekilde FETÖ başının sapkınlıklarıyla baş edilebilir; kimi potansiyel olumsuzluklar zamanında işaretlenebilir.
Çünkü üzerinde durduğumuz mesele son tahlilde Müslümanların bir iç meselesidir ve onların olayların bir adım daha önünde koşmaları dini ve şahsi mecburiyetlerdir.
Ben bu bağlamda, daha önce yine bu köşede yazdığım şu hususları, vurgulamak kastıyla yeniden hatırlatma ihtiyacındayım:
İslam metafiziğinin tasavvuf / tarikat olarak kurumlaşması şu üç devirde gerçekleşmiştir: Zühd, tasavvuf ve tarikat devri.
Biz bugünden geriye dönüp baktığımızda, eleştirel planda bu üç devir adına ne görüyoruz diye soracak olursak, gerçekte tarikatların eleştirisinden başka bir malzemeye sahip olmadığımız ortaya çıkıyor.
Şöyle ki: ne zühdî hareketi ne de tasavvufu kendi doğuş ve uygulanış şartları içerisinde değerlendirebilecek bir idrake sahip değiliz.
Bu durumda, şimdiki şeriat algımız içinden baktığımızda, özellikle tasavvuf devrinde (İbn Arabî'ninkiler dahil) bir çok heterodokstik unsurun İslam zihniyet ve kültürüne yedirildiğini kabul ve beyan etmek durumunda kalırız ki, bu eleştiriden o günkü tasavvuf bir zarar görmüş olmayacağı gibi, biz de bunun üzerinden yeni zaman için olumlu bir düşünce üretmiş olmayız.
Mevcut tarikat(lar) üzerinden bir eleştiri yapmaya ise hiç hacet yok çünkü bu tarikatların büyük bir bölümü zaten adeta eleştiri ortamının süreklileşmesi için varlıklarını sürdürüyor gibiler. Diğer bir söyleyişle mezar ekonomisine bağlı olarak şimdi faaliyet gösteren onca tarikatın İslam'la ilişkisini doğru kurabilmek için büyük emek harcamak, ağır riskleri, saldırıları göğüslemek gerekiyor. (13 Mayıs 2016)
Öte yandan (bir güzellik olarak), tasavvuf mirası geçmişteki siyasal ve sosyal şartlarından büyük oranda bağımsızlaşmış, saf ve samimi bilgiye dönüşmüş olarak bize ulaşmış bulunuyor.
Bugün tarikatların, modernizme karşı bir dindar tepkisiyle oluşmadığını, bilakis tasavvufun modernizmin içinde dindar olarak yer alabilmenin koşullarına tabi olmasından (vaziyet almasından, konumlanmasından) kaynaklandığını söyleyişimize benzer sosyolojik belirlemeleri tasavvuf mirası için yapmamıza ve dolayısıyla fincancı katırlarını ürkütmemize de gerek yoktur.
Son tahlilde önemli olan ise, bunları gözeterek yeni düşünceler geliştirirken, tasavvuf bahçesinde sadece üzüm yeme değil, üzümü edebiyle yeme karalılığında olmamızdır.
Bu durumda bir fakih kendi sorumluluğunca davranacak, bir tarikat şeyhi, münevver, felsefeci, sanatçı, sanat nazariyatçısı, edebiyatçı da (kimi şeyleri yanlış söylemiş de olsalar, şimdiki zamanda doğrunun düşünülmesine neden olmaları bakımından önceki hazretlerin karşısında hürmetli bir duruşla durarak) kendi faydasınca hareket edebilecektir.
Mirasyedi olmak kadar mirasın münkiri olmak da kolaydır; mirasa sahip çıkmak ve onu çoğaltarak gelece aktarmak zordur.
Kolaya alışanlar ise bu zorluğun değerini anlayamazlar. (22 Mayıs 2016)
TÜRKİYE
Kemalizm Tarikatına Gün mü Doğdu?
Yazar Ömer Lekesiz, 15 Temmuz sonrası başlayan tarikat tartışmalarını köşesine taşıdı..
02 Eylül 2016, Cuma
Yazar Ömer Lekesiz, 15 Temmuz sonrası başlayan tarikat tartışmalarını köşesine taşıdı..
İşte o yazı: