Konuk Yazar
İtalya'da Hayır'ın faturası
İtalya AB’nin ikinci Yunanistan’ı konumunda. Ekonomik veriler 20 yıllık kayba işaret ediyor. Ülkenin en büyük bankaları 360 milyar Euro’yu bulan sıkıntılı krediler nedeniyle iflasın eşiğinde.
İtalya 70 yılda 64 hükümet gördü. Berlusconi dışında görev süresini dolduran başbakanları olmadı. Ömrü sadece 21 gün süren kabine bile gördü.
Ekonomik krizin en büyük nedeni siyasi kriz, siyasette kriz yerine istikrar şart. Yani ekonomik istikrar için siyasi iktidar gerek.
90’lı yıllarda Berlusconi bu sıkıntıyı bir nebze olsa da aştı. Berlusconi 2006’da İtalya’nın TÜSİAD’ı olarak bilinen ülkenin en büyük iş dünyası örgütü Confindustria ile kavgaya tutuştu. Bu kavga Berlusconi’ye özel hayatıyla ilgili iddialar, yolsuzluk soruşturmaları, davalar, protestolar olarak geri döndü.
Neticesinde 2011’de Berlusconi devri kapandı.
Koalisyonlar ülkesi İtalya, 2011’de teknokratlar hükümetine teslim edildi. Başbakanlığa ise küresel sermayesinin en önemli ABD’li finans kurumlarından biri olan Goldman Sachs’ın ekonomistlerinden Mario Monti getirildi.
Bu süreçte bankalar batma noktasına ulaştı, sokaklar işsizler ordusunun protesto alanı haline geldi.
Napoli’de toplanmayan çöplerden tutun da Milano’daki EXPO fuarına kadar bir çok şehirde ekonomik kaynaklı eylemler şiddet olaylarına dönüştü.
2015’te Milano’daki EXPO fuarı, işsiz gençlerin “bizim cebimizde para yok siz fuar yapıyorsunuz” sloganlarıyla başlattıkları eylemlere sahne oldu, o eylemler polis müdahalesiyle büyüdü, fuar savaş alanına döndü.
2014’te göreve gelen Başbakan Mateo Renzi, siyasi reformlar için harekete geçti.
Ekonomik krizi bitirmek için atılması gereken ilk adım siyasi krizi sonlandırmaktı. Bunun için gidilecek ilk yol seçim sistemini değiştirmekti.
Koalisyon hükümetlerinin önüne geçmek için tarihi bir karar alındı. Yüzde 40 oy alan partinin tek başına iktidar olmasını sağlayan seçim sistemi hayata geçirildi.
İtalya’da Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar Kurulunun yanı sıra Senato ve Temsilciler Meclisi gibi iki ayrı organ bulunuyor.
Renzi hükümeti parlamentonun işleyişinde köklü değişikliğe yol açacak anayasal reform paketini hazırladı.
Paketin en önemli maddesi, halen parlamentonun alt kanadı Temsilciler Meclisi ile eşit yetkilere sahip olan Senato'nun yapısının ve yetkilerinin azaltılmasıydı.
Bu sayede yürütmedeki çift başlılığın sona erdirilmesi amaçlanıyordu. Zira siyasi tıkanıklığın nedeni çift başlılığın ta kendisiydi.
Renzi’yi savunmak için söylemiyorum zira İtalya’da işçi kesime göre Renzi de sermayenin bir adamı. Ama ortada şöyle bir gerçek var.
Koalisyonlara, siyasi krizlere, çift başlı mekanizmalara mahkum edilen bir ülkenin geldiği nokta, ekonomik iflasın eşiğidir. Ve birileri bu sorunu teşhis edip, önlemini almak istemiş ancak başarılı olamamıştır.
Zira 4 Aralık’ta anayasa değişikliği referandumunda sandıktan “hayır” çıktı.
Referandumdan bir gün sonra İtalya yine hükümetsiz kaldı, yeni başbakan arayışlarına girdi.
4 Aralık’ta referandum yapıldı, 5 Aralık’ta ise ekonomik kriz derinleşti, iflasın eşiğindeki büyük bankaların hisseleri düştü, piyasalar iyice yerin dibine girdi.
Referandumdan çıkan “hayır” sonucunun bir diğer etkisi de İtalya’nın İngiltere gibi AB’den ayrılık sürecini beraberinde getirecek olması. Zira önümüzdeki seçimde iktidar bekleyen 5 Yıldız Hareketinin en önemli vaadi AB’den ayrılmak.
İtalya’daki referandum sermayenin kendi içindeki hesaplaşmasının sonucu da olabilir, ABD’deki Hillary-Trump ayrımının bir benzeri olarak da görülebilir.
Yani işin arkasında hangi üst akıl var orası tartışılır.
İtalya örneğinden sadece ve sadece şunu alabiliriz.
Köhneleşmiş, tıkanıklıklara yol açan, hiç bir türlü çözüm üretemeyen, çift başlı bir sistem yerine hem siyasi hem ekonomik krize çare olacak modern bir sistemin her ülke için gerekli olduğu.