26 Mart 2016 tarihinde, Yeni Şafak’ta, “Reza Zarrab, yeni Tuncay Güney olur mu?” diye sormuştum.
O yazıda, Reza Zarrab’ın, ya da Rıza Sarraf’ın, Amerika’da tutuklu bulunduğu dönemde, Amerikan istihbaratının ve Amerikan yargı sisteminin kendisine sunacağı tekliflere vereceği cevapla bu davanın akıbetini belirleyeceğini anlatmaya çalışmıştım.
Gelen haberlere bakılırsa, Sarraf, Amerikan istihbaratının, konuşmak için kendisine yapılan ve henüz ne olduğunu bilmediğimiz teklifini kabul etmiş gibi görünüyor.
Önce şunu söyleyeyim;
Sarraf üzerinden, Türkiye’nin yargılandığı davayı doğru anlamak için siyasi tarafgirliği bir kenara bırakmak, olanı biteni hukuk çerçevesinde değerlendirmek zorundayız, böylesi Türkiye adına daha iyi olur.
Büyük hatalar yapıldı, hepimiz biliyoruz bunu, fakat bu dava da, en temelinde siyasi bir dava olarak ortaya çıktı, Türkiye’yi terbiye(!) etmeye, Türkiye’yi mecalsiz bırakmaya yönelik bir niyetin patlaması olarak genişledi.
“Şimdi olan olmuş, bundan sonrasını konuşalım” diyorsanız, buyurun konuşalım.
Bana kalırsa Türkiye’nin önünde iki yol var...
Birincisi, “İran’a uygulanan ambargo kararını tanımıyoruz, Türkiye olarak bu işten zararlı çıkıyoruz, sizin tehdit olarak algıladığınız gelişmeler, bizim mahvımıza sebep oluyor, dolayısıyla biz yaptığımız işin arkasındayız” demek.
İkincisi, Amerika’da başlayan dava sürecinin bir tarafı olarak duruşmalara katılıp haklarımızı savunmak ve belki bir uzlaşı yolu aramak…
Türkiye, durumun ciddiyetini kavramış olmalı ki, Başbakan Yıldırım’ı, sırf bu konuları görüşmek üzere Amerika’ya gönderdi, yani ikinci yolu seçti, doğru olanı yaptı.
Türkiye, “Sarraf davasında bize soracağınız şeyler varsa cevaplamaya hazırız, bizim de söyleyeceklerimiz var, siz de dinlemeye hazır olun” dedi.
O zaman durumu tanımlamak için yeni bir söyleme, yeni bir dile ihtiyaç var, Gezi, 17/25 Aralık ve nihayetinde 15 Temmuz operasyonlarının hükümeti düşürmeye yönelik olduğunu anlatmak, bu davanın seyri açısından pek faydalı olmayacak, bu anlaşıldı.
Hepimiz biliyoruz,olayların arkasında tamamen veya kısmen Amerika vardı ve bu olaylar, hükümeti illegal yollarla devirmeye yönelikti.
Fakat Sarraf dosyası,sanki bu niyetlerin dışında, salt hukuki bir konuymuş gibi uluslararası düzeyde bir davaya dönüştürüldü, mahkemeye taşındı.
Onun için diyorum, Türkiye’ye sorulacak soru, Türkiye’nin başına gelen musibetlere kimin sebep olduğu sorusu değildir; Türkiye’ye, mensubu olduğu, dahil olduğu milletler topluluğunun aldığı bir ambargo kararını ihlal edip etmediği sorulacaktır, Türkiye’nin vereceği cevap da bu yönde olmalıdır.
“Peki biz sana İngiltere ile olan münasebetlerini, alışverişini sorabiliyor muyuz ki, sen bize İran’la ne yaptığımızı soruyorsun?”demek için de en az yirmi savaş gemisine, dünyayı bir iki kez yerinden oynatacak savaş teknolojisine sahip olunması gerektiğini de biliyoruz sanırım.
Ülke olarak fena halde zorlanacağız, bir kere bunu bilelim.
Çünkü bu dava, aynı zamanda Türkiye’ye açık bir şekilde “Tarafını seç, bizim hukukumuza mı tabisin, yoksa ötekilere mi?” sorusunun sorulacağı son davadır.
Gemileri yakıp, “Ne haliniz varsa görün, alacağınız karar bizim için yok hükmündedir” demek de bir seçenektir, fakat bunun doğru bir seçenek olduğunu düşünmüyorum.
Vize krizinde Türkiye haklıydı, PKK/PYD konusunda Türkiye haklıydı, Gezi’den bu yana, bütün saldırılara karşı Türkiye haklıydı; fakat Türkiye, kendisine karşı yürütülen bu kadar ağır operasyonları bile, içinde bulunduğu topluluktan ayrılmak için bir gerekçe olarak görmedi, sertleşti, dikleşti, çatıştı ama sırtını dönüp gitmedi.
Maalesef Sarraf davası, Türkiye’nin, bir bütün olarak Batı’ya karşı sırtını dönüp gideceği ya da gitmeyeceği bir hal aldı, iş buralara gelmeseydi iyiydi ama geldi.
Bu sürecin esas niyetini anlamak için en başından beri Sarraf üzerindenşekillendirilen, 17/25 Aralıkoperasyonlarında hükümet direnmeyip çekilseydi, Amerikalılar bu işi bu noktalara getirirler miydi? Elbette hayır. Çünkü bugün varılmak istenen hedefe o zaman ulaşılmış olacaktı.
Onun için ana muhalefetin aksine diyorum ki, kişisel hataları bir kenara not edelim, ama bu davanın Türkiye’ye yönelik bir dava olduğunu kabul edelim.
Onun için diyorum ki, Sarraf neyi itiraf ederse etsin, Türkiye düşmanları hiçbir zaman asıl niyetlerini itiraf etmeyeceklerdir, bunu da bilelim.