ANALİZ HABER
Uluslararası ilişkiler ve dış politika ezberlerini sorgulamak
Yücel Oğurlu | Saraybosna
Uluslararası politika, uluslararası ilişkiler veya uluslararası hukuk alanında yetersiz tarih ve coğrafya bilgisiyle fikir yürütmek son derece isabetsiz önermeler türetmektenve ‘başkaları’nın ezberlerini kamuoyuna taşımaktan başka bir işe yaramıyor. Nereden sâdır olduğu belli olmayan bazı görüşler kısa sürede değişmez postulatlar ve mutlak doğrular olarak kabul görüp genel-geçer doğrular şeklinde birçok akademik yazının veya konuşmanın standart cümlelerine dönüşebiliyor. Kimse bunların doğru olup olmadığını araştırma zahmetine girmeden anahtar kalıplar olarak sorgulamaya gerek duymaksızın rahatlıkla kullanabiliyor.
Bu konuda iki örnek vermek istiyorum: Bunlardan ilki, Çin'in tarih boyunca işgalci olmadığı ve sınırlarının ötesine hiçbir zaman taşmadığı ezberi. Bu ezberin ilk kaynağı, büyük ihtimalle Çin tarafından kaleme alınmış İngilizce bir makale olmalı. Son derece yaygın olan bu cümle "sözde Çin uzmanları"nın Çin hakkında konuşurkenveya yazarken ilk olarak kullandıkları basmakalıp ezber ve asılsız bir cümledir.
Bu ilk ezber, tarih ve coğrafya bilinci olanlar için kolaylıkla aksi ispat edilebilir bir önermedir. Çünkü Çin, daha geçen yüzyıl içerisinde 1911 yılında İç Moğolistanı, 1945 Mançurya'yı, 1949 yılında Doğu Türkistan'ı ve 1950 yılında Tibet’i işgal ederek yüzölçümünü neredyse iki katına genişletmiş olan bir ülkedir. O halde, bu ezberle konuşan birçok uluslararası ilişkiler uzmanının gerek tarih gerekse coğrafya bilgisinin yetersizliği ve bunu izleyen diğer önermelerinin isabetliliği tartışmalı hal alır. Bütün bu bilgiler dikkate alınmaz ve yök sayılırsa, Çin’in komşularıyla ihtilaflı olduğu adalar ile Taiwan, Hong-Kong veya Japonya ile ilişkileri doğru şekilde anlaşılamaz. Bunun da ötesinde Çin’in ileride Orta Asya’daki küçük nüfuslu ülkelerle nasıl bir ilişki geliştireceği konusunda da herhangi bir duyarlılık veya doğruokuma gelişemez. Bu noktada, tarih ve coğrafya bilimleri, uluslararası ilişkilerle buluşturulamazsa sadece zanlarla ve gazetelerin yönlendirmeleriyle oluşan algılar üzerinden "sözde bilim" yapılmış olur.
İkincisi ise daha yaygın ve makul görünen diğer bir önerme olarak "uluslararası ilişkilerde dostluklar değil, çıkarların olduğu" ezberi. Bu son derece iddialı önerme, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin yalnızlıklarını artıracak, sürekli bir güvensizlik oluşturacak, köklü dostlukları bir anlık çıkarlarıyla değiştirmeye zemin oluşturacak ve bu ikircikli tutumlarıyla uzun vadeli istikrarlı dış politika belirlemelerine engel oluşturacak bir varsayım olsa da gün geçtikçe daha fazla metin ve konuşmada kulanılarak zihinlerde yer tutmaya başlamış bir önermedir.
Gerçekten de güçlü dış politikaları olan sistemli devletlerin kendi çıkarlarını gözeterek dış politika üretmeye çalıştıklarına hiç bir şüphe yoktur. Fakat konjonktürel çıkarlar, hafızasız bir dış politika üretmeyi veya her zaman düşmanlık üretecek bir politikayı haklı çıkarmanın gerekçesi olamaz. Dış politikada oportünizm ve pragmatizm konusunda çoğu az gelişmiş veya gelişmekte olan ülke tarafından örnek gösterilen ABD dış politikasının İngiltere, Kanada, Yeni Zelanda ile sarsılmaz dostlukları, aralarındaki ufak tefek pürüzler bir kenara bırakılacak olursa, sadece güncel çıkarlar üzerine mi kuruludur, yoksa dil, kültür, din gibi diğer bağlarla ilişkili daha derin bir ittifak mı söz konusudur? Tabii ki bu ülkeler arasında, çıkarların çok ötesine geçen bir ‘dostluk’ ilişkisi mevcuttur. Benzer bir ilişkiyi, Rusya ile Bulgaristan veya Sırbistan arasında, Almanya ve Avusturya ile Hırvatistan ve Slovenya arasında rahatlıkla kurabiliriz. Sayılan ülkelerin diğer ülkelerle ilişkileri çıkarları ile kısmen ilgili olmakla birlikte, bu ilişkileri sadece bu şekilde yorumlamak yanlış olur. Bu ilişkilerin büyük ortaklarının küçüklerinden alabileceği hiçbir fayda olmadığı gibi, çoğu kez ikinciler lehine bir maddi çıkar ilişkisi olduğu görülmektedir. Bu durumda, bu ilişkinin daha çok tarihi ve kültürel sadakat ve vefa ilişkileri ile açıklanabileceğini görmek gerekir.
O halde, televizyonlarda boy gösteren bazı uluslararası ilişkiler uzmanlarının, uluslararası ilişkileri sadece çıkarlara endeksleyen ve köklü dostlukları, kültürel bağları ve tarihi altyapıyı dışlayan önermelerinin sadece bu örnekler üzerinden de olsa yeniden değerlendirmeleri gerekir.
Türkiye dış politikasından örnekle açıklamakgerekirse: Komşularımızla veya Bosna-Hersekle, Kosova ve Arnavutlukla, Orta Asya ve Kafkasyadaki Türk cumhuriyetleriyle, tatmin edici boyutta olmasa da diğer ülkelere göre daha özel ve dostluğa dayalı ilişkilerimiz olmuş ve bugün de imkanlar ölçüsünde bu ilişkiler süregelmektedir. Örneğin, Türkiye'nin Bosna Hersek'le ilişkilerinde Türkiye'nin kazanabileceği herhangi menfaat yoktur. Fakat Türkiye-Bosna Hersek'in dostudur ve her zaman da öyle kalacaktır.
Diğer bir örnek olarak, hatırlayabildiğim kadarıyla Pakistan-Türkiye ilişkilerinde hiçbir zaman ciddi bir kriz ortaya çıkmamış, her dönemde karşılıklı saygı ve sevgi var olagelmiştir. 200 milyonluk ve Türkiye’nin iki katı GSMH’ya sahip bu ülkeyi Türkiye, bir pazar olarak değil, sürekli olarak tarihi bir dost ve bir müttefik olarak görmüştür. Pakistan halkının genelinin ve bu ülke aydınlarının öteden beridir Türkiye’ye karşılıksız sevgilerinin olduğu bilinir. Kendi tarihlerinde, Gazneliler’den Yeni Delhi Türk Sultanlığı’na ve Babürlüler’den Pakistan'ın kuruluşuna kadarki her aşamada kendilerini Türklerle bir şekilde ilişkili görmüşlerdir. Türk dış politikası çok uzun süre sadece Batı dünyasına yönelmiş olması dolayısıyla Doğudaki gelişmelere çoğu kez ilgisiz kalırken, bu karşılıksız sevginin beslenmemesi halinde yüzyıllara dayanan bu kredinin bir yere kadar sürdürülebilir olduğunun farkında olmak gerekir. Aynı durum, aynı dili konuştuğumuz Azerbaycan ile Orta Asya Cumhuriyetleriyle veya yakın zamana kadar farkında bile olunulmayan Kuzey Afrika için de geçerlidir.
Diğer yandan, örneğin İran’ı tarihiyle ve coğrafyasıyla birlikte doğru okuyanlar için, bu ülkenin hali hazırda Ortadoğuda izlediği politikaların sürpriz bir tarafı yoktur. Burada ise, dostluk üzerine değil, çıkarlar ve kendini kollama üzerine kurulu bir politika belirlenmesi kaçınılmazdır. Diğer yandan, Avrupa Birliği ilişkileri de bütünüyle ülke çıkarları çerçevesinde yaklaşılması gereken diğer bir alandır.
Özetle, tarih ve coğrafya bilimleri ile uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk arasında köprü kuramayan milletlerin konjonktürel değişmelere göre savrulmalar ve sürprizler yaşaması kaçınılmaz olur. Bütün bu planlamayı ve stratejiyi üretmek üzere,bilim dalları arasında köprü kurucular olarak bilinen "bridge makers" diyebileceğimiz kişilerin veya yeterli bölge uzmanın olup olmadığı veya yetiştirilip yetiştirilemediği konusunu ise diğer bir makaleye bırakıyorum.
Kaynak: Dünya Bülteni