Egemenler dünyanın tanrılığına soyunduğunda işe mazlumlardan başlar. Mazlumun kimliği, ırkı, dini fark etmez; tıpkı sömürünün çağı ve yöntemi değişmediği gibi. Dün merkantilist ekonomi çağında altını ve gümüşü çalanlar, Latin Amerika’nın mümbit topraklarını ve ormanlarını şeker plantasyonuna çevirenler bugün Ortadoğu’da yerkürenin damarlarına sızıyor. Dün Afrika’nın halklarını köleleştirenler bu gün Aylan’ın sahile vurmuş bedenine kayıtsız gözlerle bakıyor.
Yeryüzünün tanrılığına soyunanlar borsa spekülasyonundan, kredi notlarından, ilerleme raporlarından bahsederken mazlumları renkleri, ırkları, kültürleri ve inançları üzerinden şeytanlaştırıyor. Yeryüzü tanrılığına soyunanlar kendi günahını başkasının üzerine atarken dün Amerika’da siyahileri şeytanlaştırmıştı. Onlar değil miydi Ortaçağda cadı avı yapan, 20. Yüzyılda üstün ırk kurmaya kalkan?
İngiltere ve Amerika Hindistan ve Latin Amerika sömürüsünü kendilerine yerli, taşeron bekçiler bulup ulus devletlerin başına jandarma diye dikerek yaptı bunu. Naomi Klain Şok Doktrini diyor buna, Edward Said Oryantalizm, Guattari savaş makinası… Özünde hepsi aynı.
İngiltere ve Amerika bilimi, bilgiyi, kültür ve inancı bu sömürü çarkının birer dişlisi olarak kullanıyor. Allah, vatan ve özgürlük mücadelesinin şaşkın ve öfkeli çocuklarını sentetik kavramlarla birbirine düşman ediyor. Emek, özgürlük, adalet, hak ve hukuk gibi değerleri birinin; inancı, imanı ve kutsallarıysa birinin eline vererek kavgaya tutuşturuyor.
Türkiye’de ve Dünya’da bu çarka kim çomak soktuysa sonu aynı oldu. Karşısında, ya emperyalizmin yerli bekçisi bir cunta reisi ya aydın kılığına girmiş neosu postundan farksız mandacı takımını buldu. Latin Amerika’da Che Amerika’nın kurduğu şeker oligarşisince satın alınmış askerler tarafından öldürüldü, İran’da Musaddık ev hapsine tabi tutuldu, Türkiye’de Necmettin Erbakan darbeyle devrildi… Bu isimlerin suçu aynıydı: kaynakları millileştirmek, kendi halkının hizmetine sunmak.
Aydın ve sanatçılar farklı mıydı? Hikmet Kıvılcımlı ve Kemal Tahir ömrünü hapislerde geçirdi. Necip Fazıl ve Sezai Karakoç yıllarca dışlandı, dirilişin nefesi kesilmek istendi… Peki, sonuç?
Bizzat emperyalistlerin ekmeğine yağ süren bir körler dövüşünde Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın antiemperyalizmi “ulusolcu”luğun yoluna dönüştü. Gitti anti emperyalizm geldi devirmecilik. Emek ve özgürlük sloganı, Che baskılı tişörtlerde nostaljiye dönüştü. Emperyalizmin karşısında bir duvar ören dirilişin nefesi Amerikancı antikomünizm derneklerinde boşa harcandı. Meydan efsunlu bir orta yolculuğa kaldı.
EMPERYALİZMİN KARŞISINDA BİR DEVRİMCİ
"Ne kadar farklı olursa olsun; sana ait olmayana tenezzül etme. Ve ne kadar basit olursa olsun senin olandan asla vazgeçme."
Emperyalizm karşısında yükselen çığlık yabancılığın ve eski dünya işi kavramların kalın duvarlarına çarptı. Asyalı Muhammed İkbalin, “ Ey saba rüzgarı, Cenevre’ye uğrarsa yolun, bizden de söyle Milletler Cemiyetine” diyen sesi Latin Amerika’ya ulaşamadı. Tıpkı Che Guevara’nın Birleşmiş Milletler kürsüsünde söylediği,” Dünyada, bu alanda büyük adımlar atıldı, ancak emperyalizm -ABD emperyalizmi- barış içinde bir arada yaşama hakkının sadece en büyük güçler için geçerli olduğu kanısında.” sözleri Ortadoğu’da duyulmadığı gibi.
Ancak yeterince bekleyenler şafağı görebilir. Dünya ne 1960’ların 70’lerin Komünizm karşısına yeşil kuşakların sürüldüğü dünyadır ne de soğuk savaş yıllarının sağ- sol kavramlarının dünyasıdır. Ankara’dan çıkan bir liderin “ Dünya beşten büyüktür.” sözü artık her yerden duyulabilmektedir.
TİŞÖRTLERDE KALAN DEVRİM
"Aynı evrende yaşamamalı cellatlar ve çocuklar;
Ya ölmeli cellatlar, ya da hiç doğmamalı çocuklar"
Türkiye’de emperyalizmle mücadele yine emperyalist projelere yarayacak şekilde kaba bir sağ- sol kamplaşmasında heba edildi. Latin Amerika’nın direniş tecrübesine ilgi belli ideolojik çevrelerin tekelinde kaldı. Bu ideolojik çevreler maalesef emperyalizmin akademi süzgecinden küresel baskısında kendini güncelleyemedi. Aksine Latin Amerika devrimlerinin simgesi Che Guevara bir tişört baskısı haline geldi.
Latin Amerika’yı Türkiye’nin gündemine solun emperyalist bulutundan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkardığını söyleyebiliriz. Türkiye – Küba ilişkilerinin geldiği noktayı anlamak için Küba’da açılan camiye bakmak yeterlidir.
Küba ve Che Guevara geçtiğimiz günlerde yine gündemimize geldi. Bu defa biraz da yersiz ve tatsız bir şekilde. Peki, Che Guevara kimdir? Küba için ne yapmıştır? Che gerçekten bastığı toprağın rengini bilmeyen Gezici gençliğin tişörtündeki resimden mi ibarettir?
Fethin itici gücü hiç kuşkusuz altın ve gümüştü. Ancak Kristof Kolomb ikinci yolculuğundan döndüğünde yanında başka bir şey de getirdi: şeker kamışı. Avrupalıların gözünde şeker öylesine değerliydi ki, kraliçelerin çeyizine giriyor, eczanelerde gramla satılıyordu.
İngilizler Havana’yı 1762 yılında ele geçirmişlerdi. Bu sırada Küba’daki tarım ekonomisi küçük Tütün plantasyonları ve hayvancılık üzerine kuruluydu. İngilizlerin işgalini takip eden yıllarda Küba ekonomisi İngiltere’nin şeker üretimi yapan plantasyonlara dönüştü.
Şeker oligarşisi servetlerine servet katarken Küba’nın bağımsızlığını feda etmekte, ekonomisini sakatlamaktaydı.
Plantasyonlar Avrupa’daki talep sonucunda ortaya çıktı. Plantasyon sahibinin kazanç hırsına hizmet eden bu girişim Avrupa ve Amerika’nın yönettiği piyasaya hizmet ediyordu. Şeker ABD’nin Küba Üzerindeki hâkimiyetinin anahtarı oldu.
20.yy’ın başında, Louisiana Planter’da çıkan bir yazıda,” Küba’nın tümü yavaş yavaş Amerikan vatandaşlarının eline geçiyor. Adayı ABD’ye dâhil etmenin en kolay ve emin yolu bu” deniyordu. Amerikan senatosunda bayrağa bir yıldız daha eklemekten bahsediliyordu. Amerikan işgal orduları kendilerini Küba’nın ilk başkanı ilan ettiler.
DEĞİŞMEYEN BİLİNÇ: DEVRİMİN ÇOK ÖTESİNDE
"İyilik yapmaya devam et. Karşındaki o iyiliğe layık olmasa bile, sen o iyiliğe layıksın."
Elbette bir ulusun bilinci bir gecede değişmez. Küba’yı devrime götüren, önce İngilizlerin sonraysa Amerika’nın yüz yıldan uzun süren abluka ve sömürüsüydü. Fidel Castro’ya göre Kübalılar başlangıçta antiemperyalist bile değillerdi.
Che Guevara, azgelişmişliğin kocaman kafalı, şiş karınlı bir cüce olduğunu söyler. Bu cücenin uzuvlarının bir biriyle uyum göstermediğini söylerken Amerikan sömürüsü altındaki Küba’yı kast ediyordu. Küba’nın köylerinde halk açlık ve sefaletle boğuşurken Havana sokaklarında bir avuç şeker zengini lüks içinde yaşıyordu.
Arjantinli bir devrimci ve aynı zamanda doktor. Adı Ernesto Guevara de la Serna. İnsanlık tarihinde ise adı; Che.
Hayatını sömürü, adaletsizlik, eşitsizlik ve yoksullukla mücadeleye adayan ve devrimleriyle tüm dünyayı derinden etkileyen, Fidel Castro’yla birlikte bugünün Küba’sını kuran, cesareti, bilgeliği, geniş vizyonuyla her zaman örnek alınan, kapitalizm ve sömürü düzeniyle verdiği savaşta büyük başarı kazanan Che, hiç kuşkusuz dünya tarihinin önemli kişilerinden bir tanesidir.
BİR BAŞKALDIRI: “GERÇEKÇİ OL İMKANSIZI İSTE”
"Bir çiçeği öldürebilirsiniz ama baharı öldüremezsiniz."
Sadece çevresinde değil dünyanın dört bir yanına sözleriyle, hareketiyle etki eden Che için yüzyılın önemli düşünürlerinden Jean-Paul Sartre, “çağımızın en olgun insanı” olarak tanımlıyor ve entelektüel birikimine atıfta bulunuyor. “Gerçekçi ol imkansızı iste” sözünün milyonlar tarafından bilinmesi bu birikimin bir sonucu.
Che, 14 Haziran 1928’de Arjantin’in Rosario kentinde doğar, yüksek mühendis olan babası Ernesto Guevara Lynch, İrlanda asıllı, annesi Clia dela Serna’nın ailesi ise İrlanda ve İspanya kökenlidir.
Henüz iki yaşındayken astım krizi geçirir Che, hastalığı hayatı boyunca onunla birlikte yaşar. Guevara ailesi, Che 3 yaşındayken, Buenos Aires’e yerleşirler, ancak astım krizlerinden dolayı Che’nin durumu daha da kötüleşince doktorların tavsiyesiyle Cordoba’ya taşınmaya karar verirler.
Politik eğilimleri itibariyle liberal olarak tanınan Guevara Ailesi, İspanya iç savaşında açıkça Cumhuriyetçileri desteklemişler, ekonomik anlamda durumu iyi olan aile, zaman içinde maddi sıkıntılar yaşamaya başlar.
BAŞARILI BİR SPORCU VE ŞAİR
"Kaybettiğin tek savaş, uğrunda savaşmaktan vazgeçtiğindir."
Oldukça başarılı bir atlet ve dinamik bir rugby oyuncusudur Ernesto. Agresif bir oyun tarzı olduğu için azgın anlamına gelen “El Furibundo” sözcüğüyle annesinin soyadından oluşan “Fuser” lakabıyla anılan Che, o dönem babasından satranç oynamayı da öğrenir. Sadece sporda değil, ergenlik yıllarında şiir ve edebiyatla da ilgilenir. Özellikle Pablo Neruda’nın şiirlerini çok seven Ernesto’nun kelimelerle ilişkisi hayatı boyunca iyi olacak, kendisi de şiirler yazacaktır.
Kendini geliştirmek için Jack London’dan Jules Verne’e, Sigismund Schlomo Freud ‘dan Bertrand Russell’e kadar kendi alanında başarılı birçok önemli ismin eserlerini okuyan Che, fotoğrafçılıkla da ilgilenir.
Kamerasını yanından ayırmaz, insanları, gördüğü yerleri ve arkeolojik alanları fotoğraflar. Okulda aldığı İngilizce eğitiminin yanı sıra, annesinden de Fransızca öğrenir Ernesto, çünkü Neruda kadar Baudelaire’i de çok seviyordur.
Bu isimler sadece birer yazar değildir, Ernesto Che Guevara’nın “Che” olma yolunda kendisine rehber edindiği, mücadelesinin hazırlık evreleridir.
MÜCADELE ETMESİ GEREKEN BİR HAYAT
"Belki hiçbir şey yolunda gitmedi ama hiçbir şey de beni yolumdan etmedi!"
Tıp eğitimine 1948 yılında Buenos Aieres Üniversitesi’nde başlar. Öğrenciliği boyunca Latin Amerika’da uzun yolculuklara çıkar. Fakültedeki ilk yıllarında Arjantin’in kuzey ve batı bölgelerini dolaşıp, buralardaki orman köylerinde cüzzam ve bazı hastalıklar üzerine çalışmalar yapar.
Arkadaşı biyo-kimyager Alberto Granado ile, yıllardır hayalini kurdukları Güney Amerika seyahatine 1951 yılında çıkar. Peru’da Amazon Nehri kıyısındaki San Pablo cüzzam kolonisinde gönüllü olarak birkaç hafta geçirmeyi düşünen Alberto ve Ernesto, tur boyunca Latin Amerika’nın sömürülen köylülerini yakından tanıma fırsatı bulurlar.
Bu yolculuk Che Guevara üzerinde oldukça etkili olur. Kitlelerin yoksulluğunu, baskıyı ve güçsüzlükleri yakından gözlemler ve Marksizm’den etkilenir. Politik görüşünün oluşmasında oldukça önemli olan bu unsurlar nedeniyle Guevara, Latin Amerika’daki ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin tek çözümünün devrim olduğu sonucuna varır.
CHE’NİN HAYALİNDEKİ MARKSİZM
"Aslanların sessiz kaldığı yerlerde, kuşlar kartallar volta atar; ama bilmezler ki aslan o sessizliği bozarsa, kıyamet kopar."
Guevara’ya göre, Latin Amerika’nın ayrı uluslardan oluşan bir karma yapı olması; ülkeler arasındaki eşitsizliği arttırıyor, böylece gücün bölünmesine neden oluyordu. Bu yüzden kıta çapında gerçekleştirilecek bir stratejiyle Latin Amerika tek vücut olmalıydı. Sınırları olmayan ve tek bir kültürle bağlanmış birleşik İber-Amerika’nın hayalini kurmaya başlayan Guevara’nın bu düşünceleri sonraki devrimleri için çıkış noktası olacaktır.
Arjantin’e döner dönmez hayallerini gerçekleştirmek için tıp fakültesindeki eğitimini bir an önce bitirmeye çalışan Ernesto, 1953 yılının mart ayında mezun olur ve 12 Haziran’da artık bir doktordur.
Güney ve Orta Amerika’da kaldığı yerden gezilerine devam edebilmek için 7 Temmuz 1953’te yola çıkan Ernesto, Venezuela’daki cüzzam kolonisinde çalışır. Önce Peru’ya uğrayan Che, orada yerliler hakkında daha önce yayınlanmış bir incelemesi yüzünden tutuklanarak cezaevine gönderilir.
KENDİNİ MÜKEMMELEŞTİRMEYE ÇALIŞAN BİR DEVRİMCİ
"Aç insanların karnını doyurduğum zaman bana kahraman diyorlar. Bunların neden aç olduğunu sorduğum zaman ise; bana komünist diyorlar."
Ceza süresi dolduktan sonra Ekvator’da bir kaç gün kalan Guevara, burada hayatının dönüm noktalarından biri olacak tarihi bir tanışma yaşar. Ricardo Rojo adındaki avukatla karşılaştıktan sonra, Venezuela’ya gitmekten vazgeçip, Rojo ile birlikte Guatemala’nın yolunu tutar.
O sıralarda hükümetin başındaki Başkan Jacobo Arbenz Guzmán özellikle toprak reformu ile ilgili bir toplumsal devrim yapmaya çalışıyordur, ancak Arbenz sağcı bir darbe ile devrilir. Bunun üzerine Arjantin büyük elçiliğine sığınan Guevara halası Beatriz’e yazdığı bir mektupta orda bulunuşunun sebebini şu şekilde açıklar:
Guatemala’da gerçek bir devrimci olabilmek için gerekli ne varsa yapacağım ve kendimi mükemmelleştireceğim.
İhtilalcilerin safına katılan Guevara bir süre sonra tutuklanarak elçilik binasından çıkarılır. Guatemala’da bir çok Kübalı sürgün ve Fidel Castro’nun kardeşi Raul Castro ile tanışan Che, Guatemala’da kalması tehlikeli bir durum alınca Meksika’ya gider. Arbenz hükümetinin CIA destekli bir darbeyle devrilmesi, Guevara’nın Amerika Birleşik Devletleri’nin emperyalist bir güç olduğuna dair görüşlerini güçlendirir.
ABD; Latin Amerika ve diğer gelişmekte olan ülkelerdeki sosyoekonomik eşitsizlikleri düzeltmeye çalışan hükümetlere karşıdır ve Guevara, sosyalizmin ancak silahlı mücadele sonunda elde edilebileceğini düşünmeye başlar. Bu da ancak silahlanmış bir halkla mümkün olmaktadır.
FİDEL’LE TANIŞMA VE 26 TEMMUZ HAREKETİ
"Ezilen halkı anlamak için komünist, sosyalist, solcu, sağcı, ateist ya da dindar olmak gerekmiyor... İnsan ol yeter.!"
Bu arada Küba’daki mahkumiyeti sona erdikten sonra serbest bırakılan Fidel Castro da Meksika’ya gelmiştir ve Raul, Guevara’yı 8 Temmuz 1955’te Fidel Castro ile tanıştırır. Castro ile aynı düşünceleri paylaşan Guevara, onun gerçek bir devrim lideri olduğuna kanaat getirerek Küba diktatörü Fulgencio Batista’yı devirmek için kurulan “26 Temmuz Hareketi’’ne katılır.
Grupta doktor olarak görev yapmasına karar verildiyse de hareketin diğer üyeleriyle askerî eğitime katılır. Eğitmeni olan Albay Alberto Bayo tarafından en göze çarpan öğrenci olarak nitelendirilen Guevara, 18 Ağustos 1955’te Guatemala’dan gelen sevgilisi Gadea ile evlenir ve bir yıl sonra da kızları Hilda Beatriz doğar.
COMANDANTE SAHNEYE ÇIKIYOR
"Yoksula gülmedim, zenginliğe özenmedim, faşistleri sevmedim, ezilenleri dövmedim, ben devrimci doğdum, devrimci öleceğim."
Veracruz’dan Küba’ya gitmek üzere 25 Kasım 1956’da yola çıkan Guevara, karaya çıkar çıkmaz Batista’nın askerlerinin saldırısına uğrar. Guevara, bu çatışmada kaçan bir askerin düşürdüğü cephaneyi almak için tıbbî malzeme çantasını bırakmak zorunda kalır ve o an doktordan savaşçıya dönüştüğü an olarak Guevara’nın hafızasına kazınır.
Bu olaydan sonra Sierra Maestra dağlarına saklanan Che, Batista rejimine karşı giriştiği gerilla savaşlarında gösterdiği cesaretle isyancılar arasında lider olarak görülmeye başlar ve Comandante olarak adlandırılır.
Takvimler 1958 Aralık ayını gösterdiğinde devrimin en önemli olaylarından olan Santa Clara’ya saldıran “İntihar timi”ni yöneten Guevara, 7 Şubat 1959’da zafer kazanan hükümet tarafından “Doğuştan Küba vatandaşı’’ ilan edilir. Bu arada Gadea ile evliliğini resmen sona erdirmek için boşanma işlemlerine başlayan Che, 2 Haziran 1959’da, kendisi gibi 26 Temmuz Hareketi’nin üyesi olan Aleida March ile evlenir.
MERKEZ BANKASI BAŞKANLIĞINDAN SANAYİ BAKANLIĞINA
"Düşmanın yoksa, hayatta hiç başarılı olamadın demektir."
Ulusal Toprak Reformu Enstitüsü’nde önemli bir göreve gelen ardından Küba Merkez Bankası’nın başkanlığına atanan Che, Küba’dan diğer ülkelerdeki devrimci hareketlere yardım eder ama bunların tümü başarısızlıkla sonuçlanır. 1960 yılında “La Coubre’’ isimli silah gemisinin patlamasında yaralanan kurbanlara yardım eden Guevara, bir süre sonra Sanayi Bakanı olur. Küba sosyalizminin gelişmesinde büyük önemi olan Guevara, artık ülkenin önde gelen isimlerinden birisidir.
Castro’nun emriyle 1961 yılında gerçekleştirilen Domuzlar Körfezi İşgali’nde, Küba’nın en batısındaki Pinar del rio eyaletindeki bir kuvvetin başına geçen Guevara burada sahte çıkarma kuvvetini püskürtür.
DÜNYA SAHNESİNE ÇIKIŞ VE MAZLUM HALKLAR
"İyilik yapmaya devam et. Karşındaki o iyiliğe layık olmasa bile, sen o iyiliğe layıksın."
Bir yıl sonra ortaya çıkan Küba Füze Krizi’nde kilit rol oynayan Guevara, 1964’te Birleşmiş Milletler davetlisi olarak Küba’yı temsilen New York’a gider. CBS televizyonunda yayınlanan Face the Nation isimli programa çıkan, ABD Senatörü Eugene McCarthy’nin yanı sıra Malcolm X’in çalışma arkadaşları ve Kanadalı radikal Michelle Duclos’la görüşen Guevara, 17 Aralık’ta Paris’ten başlayan üç aylık uluslararası bir tura çıkar.
Bu gezi sırasında Çin Halk Cumhuriyeti, Birleşik Arap Cumhuriyeti, Mısır, Cezayir, Gana, Gine, Mali, Dahomey, Kongo-Brazzaville ve Tanzanya’yı dolaşan Che, 24 Şubat 1965’te Cezayir’de, uluslararası sahnede son görünüşü olacak olan ‘İkinci Afrika-Asya Ekonomik Dayanışma Semineri’ndeki tarihi şu konuşmayı yapar:
“Ölümüne olan bu mücadelede hiçbir sınır yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde meydana gelen olaylara kayıtsız kalamayız. Bir ülkenin emperyalizme karşı zaferi bizim zaferimizdir, aynı şekilde yenilgisi de bizim yenilgimizdir. Sosyalist ülkelerin, Batı’nın sömürgeci ülkeleriyle üstü kapalı işbirliğini tasfiye etmeleri ahlaki görevleridir.
Ya özgür vatan, ya ölüm”
CHE MISIR VE FİLİSTİN’DE
"Dizlerimin üzerinde yaşamaktansa, ayaklarımın üzerinde ölmeyi tercih ederim."
Tarihin bu noktasında önemli bilinmezlikler mevcut. Che’nin Mısır ve özellikle Filistin ziyaretleri tarihin karanlık perdesinin arkasında kaybedilmeye çalışılmış ve bunda da başarılı olunmuştur.
Che Guevara’nın 1965 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nden başlayarak Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Cezayir ve diğer ülkeleri ziyareti bir ilk olarak sunuluyor. Fakat henüz 1959 tarihinde Che’nin Mısır’ı ziyaret ettiği fotoğraflarla kanıtlandı.
18 Haziran 1959 tarihinde, askerî üniforması içinde ve yanında kendisi kadar etkileyici devrimci bir görüntü veren birkaç yoldaşıyla Che Guevara Gazze’ye iner. Bu ayrıntıyı onları karşılayan Genel Vali Korgeneral Ahmed Salim'in notuyla öğreniyoruz.
Che Guevara’nın Gazze’yi ziyareti Filistin’in siyonist sömürgeciliğin bölgesel bir sorunu olmaktan çıkıp küresel düzeyde sömürgeciliğe karşı mücadeleye dönüşümünün ilk işareti olur. Bunu tetikleyen 1955 Bandung Konferansı ve üyeleri yabancı boyunduruklarını sarsmış olan Bağlantısızlar Hareketi’nin kurulmasıdır.
O dönemki tanıkların ifadelerini bizlere aktaran yazarlar Guevara'nın Filistinli mültecilere ülkelerini kurtarmak için savaşa devam etmek zorunda olduklarını anlattığını ifade ediyorlar.
Che, El Bureij mülteci kampı lideri Mustafa Abu Middain ile birlikte kampı gezerlerken yaşadıkları sıkıntıları ve fakirliği anlatır. “Çok feci bir yoksulluk içerisindeyiz” diyen Middain'e Che'nin cevabı: “Senin bana ülkenin kurtuluşu için neler yaptığını göstermen gerekirdi. Eğitim kampları nerede? Silah üretilen imalathaneler nerede? Seferberlik merkezleri nerede” olur.
İlk ziyaret Latin Amerikalı devrimcilerle Nasır’ın ve günümüzde Filistin’in çok yakın ilişki kurmalarının başlangıcı olur. Ziyaret sonrasında Küba Filistinli öğrencilere burslar vermeye başlar. Geri dönmek istemeyenlere vatandaşlık hakları tanır ve Filistin’i desteklemek amacıyla çok sayıda konferanslar düzenlenir.
Che, sadece gerilla ve mücadele konusunda bilgiler vermez ayrıca Mısır'daki çiftçilerle de bir araya gelir. Üretim ve tarım üzerine de iki halk arasında bir ilişki geliştirilir.
CHE SELAHADDİN EYYUBİ'NİN TÜRBESİNDE
"Hayat korkakları affetmez.."
Gazetelerin susukunlukla karşıladığı ziyaret bununla sınırlı değildir. Che’yi resmi olarak havaalanında karşılayamayacak kadar meşgul olsa da Nasır, Che’ye ülkenin en yüksek nişanını takdim eder.
Ziyaret, devam eden süreçte, Mısırlıların toplumsal eşitlik için bir tarım devrimini nasıl başlattıklarını babayani bir üslupla anlattıkları bir seyir izler, sonrasında ise Kübalılara sanayileşmeye nasıl yaklaşmaları gerektiği konusunda muhtelif teori ve öneriler sunulur. Bilahare Kübalılar Şam’a geçtiler ve orada Selahaddin Eyyübi’nin mezarını ziyaret ederler.
CHE ORTADAN KAYBOLUR
"Eğer bir gün beni basım eğik görürsen, bil ki başım; yere düşmüş birini kaldırmak için eğilmiştir.. "
Guevara, 14 Mart’ta Küba’ya döndüğünde Havana havaalanında Fidel ve Raúl Castro, Osvaldo Dorticós ve Carlos Rafael Rodríguez tarafından sade bir törenle karşılanır. Ancak iki hafta sonra kamu hayatından çekilen Guevara, bir anda tamamen ortadan kaybolur.
Castro’nun sağ kolu olan Guevara’nın, bu gizemli kayboluşuna uzun süre anlam verilememekle birlikte farklı sebepler de öne sürülür. Sanayi bakanıyken savunduğu sanayileşme projesinin görece başarısızlığı, ekonomik konularda Castro ile arasındaki görüş ayrılıkları ve Castro’nun Guevara’nın gücünden rahatsız olması bunlardan sadece birkaçıdır.
Guevara’nın görüşleri Çin Komünist Partisi tarafından açıklanan görüşlerle benzeşiyordur ve bu durum ekonomisi gittikçe Sovyetler Birliği’ne daha da bağımlılaşmakta olan Küba için büyüyen bir sorundur. Küba’nın batılı gözlemcileri, Guevara’nın Sovyet koşullarına ve önerilerine karşı çıkmasına rağmen Castro’nun kabul etmek zorunda kalmasını ortadan kaybolmasına neden olarak gösterirler.
Oysa ki Guevara ve Castro, Sovyetler Birliği ve Çin’in de bulunduğu birleşik cepheyi destekliyorlardır. Sovyet lideri Kruşçev’in Castro’ya danışmadan Küba’dan füzeleri çekmeyi onaylamasını ihanet olarak gören Guevara, Kuzey Yarımküre’yi, batıda ABD ve doğuda SSCB liderliğinde, Güney Yarımküre’nin sömürücüsü olarak gördüğünü belirtir. Guevara, Vietnam Savaşı sırasında komünist Kuzey Vietnam’ı desteklemiş ve gelişmekte olan ülkelerin halklarını silahlanmaları konusunda teşvik etmiştir.
AFRİKA’DA FİLİZLENDİRİLMEYE ÇALIŞILAN DEVRİM
"Saklayacak bir şeyin yoksa, korkacak bir şeyin de yok demektir."
1 Kasım 1965’de Castro’yla yapılan röportajda, Guevara’nın öldüğüne dair söylentileri reddedip, nerede olduğunu bildiğini açıklar.
Castro ve Guevara’nın hazırladıkları planları vardır. 14 Mart 1965’te ikili Sahara Çölü altındaki bölgede Küba’nın ilk askerî operasyonunu Guevara’nın yönetmesi konusunda anlaşmışlardır.
Che ile görüşen dönemin Cezayir Devlet Başkanı Ahmed Bin Bella; “Afrika'da hüküm süren durumun büyük devrim potansiyeline sahip görünmesi, Che'yi Afrika'nın emperyalizmin zayıf halkası olduğu sonucuna itti. O da artık çabalarını Afrika'ya yönlendirmeye karar verdi." der.
Kongo-Kinşasa’daki Patrice Lumumba yanlısı Marksist Simba hareketinin desteklenmesi ile sürdürülecek olan Küba operasyonunda Guevara bir süre gerilla lideri Laurent-Désiré Kabila ile çalışır. Daha sonra Kabila’ya yeterince inanmadığı için ittifakları bozulur. O dönemde 37 yaşında olan Guevara, resmi askeri eğitimden geçmemesine rağmen oldukça deneyimli bir savaşçıdır. Astım hastalığı da Guevara’yı fazla zorluyor gözükmez.
Afrika’da umduğunu bulamayan Guevara, Latin Amerika’da yeni bir devrim hazırlığına girişir.
BOLİVYA VE SONUN BAŞLANGICI
"Bir, iki, birden çok Vietnam yaratalım."
Tüm hazırlıklarını büyük bir gizlilik içinde yürüten Guevara’yla ilgili olarak 1 Mayıs 1967’de Bolivya Silahlı Kuvvetler Bakan vekili Bnb. Juan Almeida, Latin Amerika’da devrime hizmet etmekte olduğunu duyurur.
Guevara, Bolivya’da gerillaların başındadır ve Castro, Guevara tarafından eğitim alanı olarak kullanılması için, yerli Bolivya Komünistleri tarafından Ñancahuazú bölgesindeki arazinin satın alınmasını istemiştir. Guevara’nın ana ajanı olarak çalışan Haydée Tamara Bunke Bider’in daha sonra Bolivyalı yetkilileri Guevara’nın izini bulmaya yönlendirdiği için bilmeden Sovyet çıkarlarına hizmet ettiği ortaya çıkacaktır.
Guevara ve askerleri Bolivya Ordusu’yla 1967’de ilk kez çatıştıklarında geriye bıraktıkları fotoğraflar Che’nin Bolivya’da olduğunu kanıtlar nitelikte olmuştur. Fotoğrafları gören Bolivya Devlet Başkanı René Barrientos, Che’nin bir an önce yakalanması için emir verir.
Yaklaşık elli kişiden oluşan ve ELN (Ejército de Liberación Nacional de Bolivia) adı verilen ordusuyla Bolivya güçlerine karşı başarı elde eden Guevara, liderlerden birini de öldürmüştür.
Savaşın ortasında bile insancıl özelliklerinden vazgeçmeyen Guevara, yakaladıkları yaralı Bolivyalı askerlere tıbbi yardımda bulunmayı talep etmiş ancak bu önerisi sorumlu Bolivyalı subay tarafından geri çevrilmiştir. Guevara’nın Bolivya’da devrim başlatma planlarından, yanlış anlaşılmalar, uzlaşma yanlısı olmayan muhalif kişiliği ve Kongo’da olduğu gibi Bolivya’da da yerel liderlerle başarılı işbirliği geliştirememesi yüzünden istenen sonuçlar alınamaz.
Guevara’nın gerilla kampının yeri bir muhbir tarafından Bolivya Özel Harekât Birliği’ne bildirilince 8 Ekim’de kampı kuşatılır. Quebrada del Yuro kanyonunda Simeón Cuba Sarabia ile birlikte devriye gezerken yakalanan Guevara, ayaklarından yaralandıktan ve silahı bir mermiyle harap edildikten sonra teslim olmak zorunda kalır. Tabancasında açıklanamaz bir şekilde şarjör bulunmayan Guevara, yakalandığı sırada orada bulunan askerlere göre; “ateş etmeyin! Ben Che Guevara’yım ve canlı olarak daha değerliyim” der.
CESEDİNDEN DAHİ KORKULAN DEVRİMCİ
"Arkamdan konuşmaya devam et. "Çünkü karşıma çıkacak kadar büyük değilsin."
Barrientos Guevara’nın yakalandığını öğrenir öğrenmez öldürülmesini emreder, Guevara yakın bir köy olan La Higuera’daki bir okula götürülür ve geceyi orada geçirdikten sonra, ertesi gün öğleden sonra öldürülür.
Bazı kaynaklara göre Che’nin infazından sorumlu çavuş Mario Terán aşırı derecede heyecanlandığı için bilinçli bir şekilde ateş edememiş, Che’yi öldüren merminin kim tarafından ateşlendiği asla bilinememiştir.
Çarpışmada öldüğü izlenimi vermek, yüzünün tanınır durumda olduğunu sağlamak için ayaklarına defalarca ateş edilerek öldüren Che Guevara’nın cesedi bir helikopterin iniş takımlarına sıkıca bağlanır ve yakınlardaki Vallegrande’ye götürülür.
Cesedi bir küvetin içinde basına gösterildikten sonra, askeri bir doktor tarafından elleri kesilir. Cesedin gömüldüğünü söyleyen görüşlerin yanı sıra yakılmış olduğuna dair de spekülasyonlar vardır. Che’nin ölmeden önceki son sözleri ise şöyle olur:
Buraya beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Vur beni korkak, yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın.
Guevara’nın öldüğünü 15 Ekim’de tüm Küba’ya duyuran Fidel Castro, ülkesinde üç günlük yas ilan eder. 1997 yılında Guevara’nın elleri olmayan cesedinden kalan kemikler bir uçak pistinin altından kazılarak çıkarılır, DNA testiyle kimliği tespit edilerek Küba’ya geri getirilir. 17 Ekim 1997’de cesedinden kalanlar, Bolivya’daki harekatta birlikte savaştığı 6 askerle birlikte, Küba Devrimi’ni gerçekleştirdiği Santa Clara’da özel olarak hazırlanmış anıt mezara askerî törenle gömülür.
Ernesto "Che" Guevara Bolivya dağlarında bir CIA ortak operasyonu ile hayatını noktalar. Operasyonu düzenleyen Bolivya Ordusu olsa da Che'ye sıkılan kurşun 15 Temmuz darbe girişimi gecesi Özel Harekat Komutanlığı'nda Ömer Halidemir'e sıkılan 30 kurşun gibi Amerikan menşeylidir. O gün Bolivya Ordusunu kullanan ABD, bugün de CIA destekli maddi ve istihbarati yardımlarla FETÖ'yü kuklası yapmış ve silahı onlar eliyle sıkmıştır. Che, ABD için susturulması gereken bir vicdansa, Ömer Halisdemir'de ABD'nin darbesini tek kurşunla devirmiş ve planları alt üst etmiştir. Aktörler değişmekle birlikte, oyun aynı oyundur.
CHE GUEVARA’NIN MİRASI
"Hayatta öyle seçimler yap ki; kazandığın şeyler, kaybettiklerine değsin."
Che Guevara'nın cesedinin resimleri dolaştırılıp ölümü hakkındaki gerçekler tartışılırken Che efsanesi de yayılmaya başlar. Dünyanın her yerinde Che'nin öldürülmesini protesto eden gösteri yürüyüşleri yapılır.
Yaşamı ve ölümü üzerine makaleler, övgüler, şarkılar ve şiirler yazılır. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Latin Amerika uzmanları, “gelmiş geçmiş en çekici ve en başarılı devrimcinin” ölümünün öneminin hemen farkına vararak Guevara’nın komünistler ve diğer sol eğilimliler tarafından “kahramanca ölen örnek devrimci” olarak idolleştirileceğini belirtirler.
Bu tahminlerin inandırıcılığı, özellikle 1968 Mayıs’ındaki öğrenci hareketlerinde Guevara’nın güçlü bir başkaldırı ve devrim sembolü olarak ortaya çıkmasıyla birlikte giderek artar. Sol kanattan eylemciler Guevara’nın şan, şeref ve ödüllere karşı olan belirgin kayıtsızlığını belirtirler ve Guevara’nın sosyalist idealleri aşılamak için şiddetin gerekli olduğu fikrinde anlaşırlar.
'Che yaşıyor!' sloganı batı bloğunda duvarlarda gözükmeye başlarken 1968 hareketlerinin önde gelen simalarından Jean-Paul Sartre'ın, Guevara’yı "çağımızın en mütekâmil insanı" olarak tanımlaması da Guevara’nın aşırı derecede övülmesini desteklemiştir.
SON BİR NOT
Che Gueavara, Bolivya dağlarında esir alındığında, Bolivya ordusunun albaylarından Selich, öldürülmeden önce onu sorguya çekmeye kalkışır.
“Kübalı mısınız, yoksa Arjantinli mi?” diye sorar Selich.
“Ben Kübalı, Arjantinli, Bolivyalı, Perulu ve... Ekvatorluyum. Anladınız mı?” diye cevaplar Che Guevara.