ANALİZ HABER
Kahire’de cinayet, satılan adalar ve bir darbenin açmazları
İSTANBUL
Mısır’da ilk kez demokratik seçimlerle iş başına gelen hükümeti deviren ve gösterilen direnişi de ülkenin yakın tarihinde benzeri görülmemiş kitlesel kıyımlarla bastırarak otoritesini tahkim eden darbe yönetimi, meşruiyet tezleri, dayanakları ve tahakküm kudretinin hızla eridiği zorlu bir döneme girdi.
2013’teki darbenin ardından tesis edilen yönetimin, terörle mücadeleden toplumsal barış ve uzlaşmaya, ülkenin uluslararası konumunun güçlendirilmesinden ekonomik darboğazın aşılmasına kadar hemen hiçbir alanda kayda değer başarı gösteremediği genel kabul görmekle birlikte, yakın dönemde vuku bulan iki hadise, Mısır’da darbe rejiminin başlıca meşruiyet tezlerinin sarsıldığı yeni bir evreye geçildiğinin işaretlerini veriyor.
İtalyan doktora öğrencisi Giulio Regeni’nin Kahire’de henüz bütün boyutlarıyla aydınlatılamayan bir cinayete kurban gitmesi, diğeri ise Mısır hükümetinin, Akabe Körfezi’nin girişinde stratejik önemi haiz iki adanın Suudi Arabistan’ın egemenliğine bırakıldığına ilişkin açıklaması, Mısır’ın uluslararası ilişkilerini zedeleyecek, ülke içinde de farklı katmanlarda toplumsal hareketliliği tetikleyebilecek, bazı gözlemcilere göre ise bu haliyle yeni bir devrim sürecinin ilk dinamikleri sayılabilecek gelişmeler olarak değerlendiriliyor.
Bu gelişmelerin ülke içinde ve uluslararası toplumda yol açtığı tepkileri yatıştırmaya çalışan Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’nin, (Suudi Arabistan’a bırakılan adalarla ilgili) “Bu konuda konuşmayın”, “Ben yalan söylemem, sadece bana inanın”, (ülke ekonomisine katkı için) “Satılmam mümkün olsa kendimi satardım” türünden açıklamaları ise sosyal medyadaki yorumlarda görüldüğü gibi, mevcut yönetim açısından halkla ilişkiler felaketiyle sonuçlanıyor.
Regeni cinayeti dönüm noktası
Mısır’da işçi sendikalarıyla ilgili bir araştırma yürüten Cambridge Üniversitesi öğrencisi İtalyan Giulio Regeni’nin, Mübarek rejimine son veren 25 Ocak devriminin yıldönümünde ortadan kaybolması ve ağır işkence izleri görülen cesedinin on gün sonra yol kenarında bulunması, darbe rejiminin başlıca meşruiyet dayanağı olan “uluslararası kabul ve itibarın” sonunu getirebilecek önemde.
İnsan hakları kuruluşlarının raporlarına göre, son yıllarda darbe karşıtlarının maruz kaldığı benzer yüzlerce olayla ilgili soruşturmanın, şayet açıldıysa, bir aşamada ve bir şekilde akim kalmasını sağlayan Mısır güvenlik makamları, Regeni örneğinde tanık olunduğu şekilde, öldürülen kişinin kimliği ve cinayetin büyük infial uyandıran dehşet verici ayrıntılarının kamuoyuna yansıması nedeniyle, hadisenin uluslararası arenaya taşınmasına engel olamadı.
Mısır hükümetinin, emniyet birimleriyle irtibatlı olduğundan şüphelenilen infazla ilgili ikna edici izahatta bulunamaması, önce Regeni’nin trafik kazasında öldüğünü açıklaması, ardından İtalyan öğrencinin bir çete tarafından infaz edildiği ve çete üyelerinin de öldürüldüğü şeklinde çelişkili bilgiler vermesi, Batı devletlerinin Kahire ile resmi ilişkilerinde henüz dramatik bir değişime yol açmamış olsa da, Mısır’daki darbe ve insan hakları ihlallerine yakın zamana kadar büyük ölçüde kayıtsız kalan Batı basınının Mısır algısını bütünüyle yeniden biçimlendirmiş gibi görünüyor. Yine insan hakları örgütlerinin raporlarında, adam kaçırma, keyfi gözaltı, işkence ve yargısız infaz gibi birçok ihlalle suçlanan Mısır güvenlik güçleri açısından Regeni cinayeti, “çuvala sığmayan mızrak” niteliğinde. Nitekim İtalyan basını ve kamuoyundaki yaygın kanaat, Mısır’da bulunduğu süre zarfında müstear isimle Mısır rejimini eleştiren yazılar yazan Regeni’nin, istihbarat veya emniyet teşkilatı tarafından doğrudan hedef alındığı yönünde.
"Kahire’ye net mesaj verilmeli"
Regeni'nin öldürülmesinin ardından Batı basınında Mısır algısının temelden değiştiğine ilişkin en açık işaretler, birtakım stratejik ve siyasi gerekçelerle darbeye “darbe” demekten kaçınan ABD’de gözlemleniyor. Ülkenin en etkili gazetelerinden New York Times ve Washington Post’ta son aylarda çıkan başyazılarda, Regeni cinayetinden hareketle bütün bir darbe rejimi ve Batı’nın Mısır’daki geniş çaplı insan hakları ihlalleri karşısındaki kayıtsızlığı eleştiriliyor. Bu minvaldeki eleştirilerin, belirli yazarların ve analistlerin imzasıyla değil, kamuoyu algısının tayini ve karar alma süreçlerinde daha belirleyici olduğu kabul edilen “başyazılar” halinde yayımlanması, Mısır imajının en azından ABD medyasına ne ölçüde değiştiğini de ortaya koyuyor.
New York Times’da 2 Şubat 2016’da yayımlanan başyazıda, Mısır hükümetinin Regeni'nin ölümüne ilişkin açıklamasının İtalyan basını tarafından inandırıcı bulunmadığı, genel görüşün, "ajan" olduğu düşünüldüğü için İtalyan öğrenciye işkence edildiği yönünde olduğu belirtilerek, "Sisi'nin idaresindeki ülkede binlerce Mısırlı hapse atıldı. İşkence ve ortadan kaybolma olağan hale geldi. Bu olağanlaşmış hallere ise akademisyenler, insan hakları savunucuları ve gazeteciler özellikle maruz bırakılıyor. Regeni cinayetinin Mısır'daki akademik özgürlük konusuna dair ürpertici, buz gibi bir rüzgar estireceği kesin" ifadelerine yer verildi. Gelinen aşamada resmi makam ve görevlilerin karıştığı suçlar konusunda Kahire'ye net bir mesajın verilmesi gerektiğine işaret edilen başyazıda şu ifadelere yer verildi: "Gerçek şu ki Mısır'ın bütün müttefiklerinin -ABD dahil- Sisi'ye, yaygınlaşmasına zemin oluşturduğu suistimallerin artık müsamaha görmeyeceğini net bir şekilde ifade etmesinin zamanı geldi de geçiyor."
Aynı gazetede 3 Mart 2016 tarihli "ABD-Mısır ilişkilerini yeniden düşünme zamanı" başlığıyla yayımlanan başyazıda, Mısır ordusunun 2013 yazındaki bir darbeyle iktidarı ele geçirmesinden beri, Obama yönetiminin Mısır politikasının bir dizi hatalı varsayıma demirlenmiş durumda olduğu belirtilerek, “Artık bu yanlış varsayımlara meydan okuma ve uzun bir süredir Amerikan ulusal güvenlik politikalarında bir köşe taşı olarak görülen bir ittifakın, yarardan çok zarar mı getirdiği konusunu yeniden değerlendirme zamanı" ifadeleri kullanıldı. Yazıda ayrıca, Mısır'ın, terörle mücadele alanında ABD ve Batı için vazgeçilmez bir müttefik olduğuna ilişkin genel kabule artık meydan okunması gerektiği vurgulanarak, "Mısır'ın, Sina'da savaşan militanlara yönelik yakıp yıkma yaklaşımı ve boğucu baskıları, hükümetin etkisiz hale getirdiklerinden daha fazla radikal üretiyor olabilir" tespitine yer verildi.
"Yeni başkan, Obama adına özür dilemek zorunda kalabilir"
Washington Post ise yayımladığı başyazılarla Obama yönetimine Mısır rejiminin baskı ve sindirme politikalarına karşı harekete geçme çağrısı yapıyor.
Gazetede 17 Mart 2016 tarihinde yayımlanan başyazıda, "Ortadan kaybolmalar, işkence ve yargısız infazların, Sisi rejiminin yönetiminde şoke edecek derecede yaygın bir hale geldiği" belirtilerek, Kahire merkezli bir insan hakları kuruluşunun araştırmasındaki sonuçlara yer verildi. Raporda, güvenlik güçlerinin sorumlu olduğu adam kaçırma, işkence ve tutuklu ölümleri gibi çok sayıda vakanın belgelendiğini aktaran Washington Post, bu ihlallerin, Mısır'ın Batılı müttefikleri tarafından büyük ölçüde gözardı edilegeldiğini kaydetti.
Gazetenin 26 Mart tarihli “İki darbe” başlıklı başyazısında ise Başkan Obama’nın Arjantin ziyaretinden hareketle, ABD’nin Arjantin’de 1976’daki darbe ve cunta yönetimi ile Mısır’daki darbeye yönelik yaklaşımlarının bir çeşit muhasebesi yapıldı.
ABD’nin başlangıçta cuntaya destek vermiş olmasına karşın, 1977'de Başkan Carter seçildikten sonra Arjantin'deki darbeye verdiği tepkinin, Obama yönetiminin Mısır'a verdiği tepkiden çok daha kuvvetli olduğu, Carter'la birlikte Arjantin'e yapılan askeri desteğin çok ciddi şekilde azaltıldığı ve rejimin insan hakları şartlarını kabul etmemesi üzerine de tamamen kesildiği hatırlatılarak şöyle denildi: "Obama yönetiminden yüksek ya da düşük rütbeli hiçbir yetkili Sisi'ye böyle bir şevkle karşı çıkmadı. Aksine, Dışişleri Bakanı John Kerry, Mısır'daki darbeyi takip eden iki sene boyunca alenen rejimi savunurken Obama da Mısır'dan, ABD'nin bazen ‘...en yüksek uluslararası beklentileri karşılamayan hükumetlerle de çalışmak zorunda’ oluşunun bir örneği olarak bahsetti. Kısa bir süreliğine bazı silahların teslimatını durdurduktan sonra yönetim, geçen sene Mısır'a yıllık 1.3 milyar dolarlık askeri yardımı teslim edebilmek için insan hakları şartlarını kaldırdı. Şimdi de Kongre'den bütün şartların kaldırılmasını istiyor.”
Obama’nın, Arjantin ziyareti sırasında darbeye kararlılıkla karşı çıkılmaması nedeniyle sarf ettiği özür mahiyetindeki beyanlara atıfta bulunan Washington Post’un başyazısı, “Bundan birkaç sene sonra ABD'nin müstakbel başkanı, kendisini Obama'nın yerine özür dilemek zorunda hissederse Obama şaşırmamalı” ifadeleriyle son buldu.
Mısır’da Mübarek rejimine son veren halk ayaklanmasına “tarihin doğru tarafında olmak için” destek veren ancak Beyaz Saray’daki iki döneminin sonunda “Ortadoğu’da tek ihtiyacım olan birkaç akıllı otokrat” noktasına gelen Obama’nın, Sisi yönetimiyle ilişkileri yeni bir doğrultuda kurgulaması muhtemel görünmese de Washington’un, giderek daha geniş çevreler tarafından dile getirilen bu eleştirilere uzun süre kayıtsız kalamayacağı da öngörülebilir.
İtalya’nın zor tercihi: İlkeler ya da reelpolitik
İtalyan vatandaşı Regeni’nin işkence edilerek öldürülmesi, siyasi ve ekonomik düzeyde Mısır ile güçlü ittifak ilişkileri bulunan ve özellikle 2014’te işbaşına gelen Başbakan Matteo Renzi hükümeti döneminde Sisi liderliğindeki darbe rejimiyle yakın ilişkiler kuran Roma’yı zorlu bir karar aşamasına getirdi.
Bölgesel güvenlik ve bu çerçevede Libya’daki kaosun Akdeniz’de yol açacağı muhtemel göç dalgasını topraklarından uzak tutabilmek için Mısır’ın işbirliğine ihtiyaç duyan İtalya, aynı zamanda Mısır’ın AB’deki en önemli ticari partneri. İtalyan enerji şirketi ENI, Mısır’ın Akdeniz’deki en büyük gaz rezervleri üzerinde faaliyet yürütüyor. Mısır’daki mevcut yönetim açısından işlerin tersine dönmekte olduğunu gösteren en manidar gelişme, Sisi’nin AB’de ilk ziyaret ettiği ülke olan İtalya’nın, Kahire’deki büyükelçisini çeken ilk ülke olması. Regeni’nin ailesi, insan hakları kuruluşları ve uluslararası camiadan gelen baskılar üzerine harekete geçen İtalya hükümeti, cinayetle ilgili soruşturma sürecinde Mısır makamlarından tam bir işbirliği talebinde bulundu. Ancak Mısır tarafının bu beklentilere yanıt vermemesi, Regeni'nin telefon kayıtları gibi hayati önemdeki delilleri paylaşmaya yanaşmaması, Roma'nın Kahire'deki büyükelçisini çekmesiyle sonuçlandı. İtalya, soruşturmada mesafe alınamaması durumunda daha farklı adımlar atılacağı uyarısında da bulundu.
Öte yandan Mısır'daki büyük ticari yatırımlarını tehlikeye atmaktan çekinen Roma'nın, konuyu AB'nin meselesi haline getirmeye ve bu suretle de Kahire üzerindeki baskıyı artırırken vuku bulabilecek bir diplomatik krizin İtalya'nın çıkarıları üzerindeki muhtemel hasarını asgari seviyede tutmaya çalışması dikkat çekiyor. Sonuç olarak İtalya ve dolayısıyla AB'nin, Mısır güvenlik teşkilatının karanlık dehlizlerine uzandığından şüphelenilen bu cinayetin tam olarak aydınlatılması konusunda ne kadar kararlı davranacağı, taraflar arasındaki ilişkilerin de geleceğini belirleyecek.
Regeni vakası, Cumhurbaşkanı Sisi'yi de kritik bir tercih anına getirmiş durumda. İtalya basınında yer alan haberlerde Regeni'nin işkence altında öldürülmesiyle sonuçlanan sürecin, Giza kenti soruşturma bürosunda görevli bir generalle bağlantılı olduğu bilgileri yer almış ve İtalya makamlarının olayın aydınlatılması konusunda ağırlıklı olarak bu isim üzerinde durdukları belirtilmişti. Basına yansıyan bu iddiaların doğru olması halinde, kendisi de bir darbeyle işbaşına gelen ve muhtemel halk hareketlerine karşı yine ordu ve polisin desteğine ihtiyaç duyan Sisi için, güvenlik teşkilatından yetkili bir ismi adalete teslim etmek, otoritesini riske atabilecek bir tasarrufta bulunması anlamına gelecek. Nitekim ABD'nin itibarlı dış politika dergilerinden Foreign Policy'de yayımlanan bir makalede, Sisi'nin cinayetle ilgili kamuoyu önünde polisi suçlamaktansa, başlıca hedefi ayakta kalmak olan rejimin bekası için İtalya ile ilişkileri feda edebileceği yorumu yer aldı.
Darbe destekçileri muhalefet safında
Mısır'da mevcut rejimin siyasi konumunu ve itibarını iç kamuoyu nezdinde büyük ölçüde zayıflatan ikinci gelişme ise Suudi Arabistan Kralı Selman’ın Kahire ziyareti sırasında, iki ülke arasında yeniden belirlenen deniz sınırı kapsamında, Akabe Körfezi’nin girişinde bulunan, stratejik önemi haiz iki adanın Suudi Arabistan’ın egemenliğine bırakıldığına ilişkin açıklama oldu.
Okul kitaplarında, haritalarda ve tüm resmi belgelerde düne kadar Mısır sınırları dahilinde gösterilen, 1967 savaşındaki tayin edici rolü dolayısıyla "milli onurun" bir parçası addedilen bu iki adanın, ani bir kararla Suudi Arabistan'a ait olduklarının ilanı, kamuoyunda oluşan büyük infiali yatıştırmak için hükümetin, adaların Mısır'a ait olmadığını resmi vesikalarla ispat çabasına girmesi, Mısır'da muhalefetin darbe sonrası görülmeyen bir veçhesini de gün yüzüne çıkardı.
Gelinen aşamada, darbe karşıtı her direniş hareketinin Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) ile eşitlenerek tasfiye edildiği Mısır'da ilk kez, darbeye destek veren önemli siyasi figürler Sisi yönetimini eleştirmeye başladı ve yine İhvan'ın herhangi bir dahli olmaksızın liberal ve solcu kesimler, sokaklara çıkarak protesto gösterileri düzenledi. Bu çerçevede 2013'teki darbeye açık destek veren Amr Musa, Hamdin Sabbahi, Ahmed Şefik gibi önde gelen siyasilerin yanı sıra Hasan Nafia, Ala el-Asvani, İbrahim Yusri gibi farklı eğilimlerdeki akademisyenler, diplomatlar ve yazarların da Sisi yönetimine tepki göstermesi, muhalefetin yeni bir boyut kazandığını gösteriyor. Aynı doğrultudaki değişimin izlerini, darbe sonrası süreçte rejimin propaganda makinesi gibi çalışan resmi basında da takip etmek mümkün.
Yeni bir darbe ihtimali
Arap medyasının önemli kalemlerinden Abdulbari Atvan da konuyla ilgili yazısında, adalarla ilgili mutabakatın ardından Mısır'da yükselen tepkilerin "istisnai" karakterini vurgulayarak, protestoların başını, başlangıçta darbe rejimine destek veren ve bu suretle o dönemde askeri yönetimin şiddetle ihtiyaç duyduğu meşruiyet zeminini temin eden liberal elitlerin çektiğinin altını çizdi.
Halihazırda Sisi liderliğindeki rejime ve politikalarına destek veren geniş bir kesimin bulunduğunun görmezden gelinemeyeceğini, ancak ciddiye alınması gereken yeni bir muhalefet dinamiğinin harekete geçmekte olduğunu belirten Atvan, ülke güvenliğine ilişkin politikalar ve siyasi eğilimleri biçimlendiren başlıca kurum olan Mısır ordusunun gelişmeleri yakından izlediğini ve devlet otoritesinin sarsıldığını, ülkenin çöküşe gitmekte olduğunu düşünmesi halinde müdahil olmaktan çekinmeyeceğini kaydetti.