ANALİZ HABER
'Burkini' Fransız laikliğini komediye dönüştürdü
Fransa’da plajlarda ‘giyinik durma’nın ve tesettür mayosunun yasaklanması gündemin birinci maddesi haline geldi.
Fransa’da son günlerde tesettür mayosu yasağı gündemin birinci maddesi. Ağustos başında Marsilya’da bir kadın derneğinin özel bir havuzu kiralayarak üyelerine yönelik duyuruya “Tesettüre uygun şekilde gelmeleri” notunu iliştirmesiyle başlayan tartışmalar, bir çok belediyenin plajlarda ‘giyinik durmayı’ yasaklamasıyla devam etti. Denize ‘burkini’ adı verilen tesettür mayosuyla girmeyi yasaklayan kararlar mahkemeye götürülürken, Nice plajında çocuklarını bekleyen bir annenin dört polis tarafından soyunmaya zorlanmasıyla uluslararası boyut kazandı. Sosyal medyada Fransa yönetiminin alay konusu olmasına yol açan bu görüntülere dünya medyası da sessiz kalamadı. İngiliz basınının sayfalarında yer verdiği dört fotoğraf karesinde, Nice polisi plajda uzanan bir kadına yaklaşıyor ve yasak gereği başörtüsü ve uzun kollu elbisesini çıkarmasını emrediyor. Çocukları denizde olan kadının, son karede çaresizce üzerindekileri çıkardığı görülüyor.
Bu görüntülere hem uluslararası medyada hem de sosyal paylaşım platformlarında üç gündür yoğun tepki gösteriliyor. Sıradan vatandaşların yanı sıra sanatçılar, siyasetçiler, kanaat önderleri ve hatta çeşitli ülkelerin yöneticileri bile yasağın anlamsızlığı ve gereksizliği hakkında açıklamalar yaptılar.
Fransa’nın katı laiklik anlayışının sorgulandığı süreçte, ülkenin kuruluş ilkeleri olan ‘liberté, égalité, fraternité’nin (özgürlük-eşitlik-kardeşlik), vatandaşların bir kesimini kapsamadığı yorumları ağırlık kazanmaya başladı. Yaklaşık 6 milyon vatandaşıyla Avrupa’nın en kalabalık Müslüman nüfusuna sahip ülkesi olan Fransa’nın, sahillerinde inancının gerektirdiği şekilde oturmak veya yüzmek isteyen kadınlara yasak getirmesi, ne ülke içinde ne de dışında da kolaylıkla açıklanabilecek bir durum meydana getiriyor.
Fransa yönetimi yasağın “Kamu düzenini tesis etmek, güvenliği sağlamak ve cumhuriyet değerlerini korumak” amacıyla çıkarıldığını duyurdu. Oysa son günlerde üzerinde en çok durulan soru, sahilde oturan veya sıcak yaz günlerinde çocuklarıyla denizde serinlemek isteyen bir kadının bu üç başlıkta nasıl bir tehdit oluşturduğuydu.
Cannes Belediyesi’nin kararından sonra bir çok belediye benzer kararlar alarak kadınların tesettür mayosuyla deniz ve plajda bulunmalarını yasakladı. Şimdiye kadar yirmiye yakın kadının yasağa uymadığı için cezaya maruz kaldığı veya plajdan uzaklaştırıldığı açıklandı.
Ağustos başında Marsilya’daki havuz yasağını eleştiren iktidardaki Sosyalist Parti milletvekili Patrick Menucci “Fransa’da giyinik şekilde yüzmenin veya özel bir havuzu kapatmanın yasak olmadığını, tartışmaların Müslüman karşıtı polemiklerden biri” olduğunu söyledi. Aynı partiden senatör Samia Ghali ise yasağa tepki göstererek “Laiklik gerekçesinin ırkçılık ve adaletsizliğin sığınağı haline getirilmesine” itiraz etti.
Müslümanlara gözden ırak olma çağrısı
Fransa’da yaşayan 6 milyon Müslüman yurttaşın gerçek sorunlarını çözmede yetersiz kalan yönetim, son olarak Fransa İslam Vakfı adıyla bir vakfın kuruluş çalışmalarını başlattı. Vakfın başına getirileceği açıklanan eski içişleri bakanı Jean-Pierre Chevenement’in Müslümanlara yönelik “Gözden ırak olmaları” veya “Görünür olmaktan kaçınmaları” çağrısı, tam da bu tartışmaların alevlendiği bir dönemde yapılmıştı.
Fransa’da parlak bir kariyere sahip olan iş kadını Esra Tat, Chevenement’in bahsettiği bu görünürlükle başından geçen bir olayı üzüntüyle aktarıyor: “Paris’te bir iş görüşmesi sırasında, muhatabımın işimle veya görüşme konusuyla alakalı olmayan, Biliyor musunuz, eskiden başörtülü kadınlar sadece banliyölerde olurdu, artık Paris’te ve her yerde görüyoruz’ yorumu beni şaşkına çevirmişti. Esra Tat, muhatabının aslında ne demek istediğini anladığını ve konu hakkında uzun bir tartışmaya koyulduklarını aktarıyor: “Eskiden sadece size ait bölgelerde, yani banliyölerde vardınız. Fakat artık Paris’te bile, yani bize ait olan bölgelerde de varsınız”…
Devlet mi laik vatandaş mı?
‘Burkini’ tartışmaları, aslında Fransa’nın ve laiklik ilkesinin uygulamada olduğu bir çok ülkenin karşılaştığı en önemli hukuki sorunlardan birini yeniden gündeme getirdi. Laikliğin çerçevesi nedir? Laik olan sadece devlet mi, yoksa bu kural vatandaşı da kapsıyor mu? Fransa Senatosu’nda İslam ve Müslümanlarla alakalı çalışmalarıyla tanınan Orne bölgesi senatörü Nathalie Goulet, tartışmalara ilgi çekici bir yaklaşımla, “Fransa’da devlet laiktir, havuz veya mayo değil” diyerek girdi. İngiliz The Guardian gazetesi, konuyla alakalı İman Amrani imzalı makalede, “Burkini yasağının, Fransa’nın iki yüzlü laiklik anlayışını ortaya koyduğunu” sayfalarına taşıdı. Amerikan The New York Times ise “Fransa’nın burkini bağnazlığı” başlığıyla yayınladığı başyazısında yasağı eleştirdi. ABD’den Hindistan’a, Japonya’dan İngiltere’ye kadar birçok ülkenin gazete ve televizyonları, yasak hakkındaki haber ve yorumlarıyla Fransa’daki ayrımcı ve tehlikeli uygulamaya dikkat çektiler. Laiklik ilkesinin veya denize ‘giyinik girme"’yasağının sadece Müslüman kadınlara uygulandığı yönündeki itirazlar da sürekli artıyor. Havuz yasağına maruz kalan Marsilya’daki mahalle derneği yönetimi ise Paris’in yanı başındaki Sarcelles Belediyesi’nin havuzunu ‘Yahudi kadınlara özel gün’ şeklinde üç yıldır kiraladığını ve bu durumun kimsenin tepkisini çekmediğini belirtiyor. Dernek ve genelde ‘burkini’ tartışmasına katılan insan hakları savunucuları, bu çifte standardı sürekli hatırlatan açıklamalarda bulunuyor. Yasak kararı alan belediyelerden biri olan Saintes-Maries-de-la-Mer’de her yıl denize elbiseyle giren Hristiyan hacıların soyunmaya zorlanıp zorlanmayacağı da şimdiden merak konusu oldu.
Paris’te bulunan Temel Haklar Üzerine Etüd ve Araştırmalar Merkezi’nin (CREDOF) yöneticisi profesör Serge Slama, Fransa yasalarında tesettür mayosunun yasaklanmasına dayanak olacak herhangi bir metnin olmadığını savunarak, “Hukuk devletinde kişisel özgürlüklerin kural olduğunu” söylüyor. Slama “Mao veya Pol Pot rejimi altında değil, laik bir ülkede yaşıyoruz” sözleriyle 2004 yılında çıkarılan ‘dini inançlara atıfta bulunan sembollerin yasaklanmasına’ ilişkin yasanın, Fransa’da sadece devlet okullarında uygulandığını kaydediyor. Slama başörtüsü, türban, Yahudi kipası, büyük haç gibi dini giysi ve takıların yasayla devlet okullarında yasaklandığını belirterek, son dönemde bazı okullarda, öğrencilerin uzun etek giydiği için okuldan uzaklaştırma cezasıyla karşılaştıklarını ekliyor. Slama’ya göre plajda giyinik olmanın yasaklanmasıyla sokakta giyinik olmanın yasaklanması arasında hukuki anlamda bir fark veya engel yok.
Yasağa tepkiler çığ gibi büyüyor
Yasak kararının uygulamaya konulması ve Nice plajında kaydedilen görüntülerin yayınlanmasıyla birlikte, hem Fransa’da hem de dünya çapında tepkiler çoğalmaya başladı. Fransa Eğitim Bakanı Najat Vallaud Belkacem yasağın “Irkçı söylemleri güçlendireceğini ve yangına körükle gitme maksadı taşıdığını” söyleyerek memnuniyetsizliğini belirtirken, aşırı sol lider Jean-Luc Melenchon Fransa’nın daha önemli ve acil sorunları olduğuna vurgu yaparak “Burkini yasağı olacaksa tüm dinlere ait giysi ve takıların da yasaklanması gerekir, Yahudi kipası, koyun derisinden yapılan şapka gibi” diyerek yasağı eleştirdi. Sosyalist Parti milletvekili Sebastian Denaja, Nice plajında yaşanan olayın kendisini allak bullak ettiğini aktarırken, Cumhurbaşkanlığı adaylarından Eski Eğitim Bakanı Benoit Hamon, “Müslümanlara karşı yükselen bu hastalıklı tepki ne zaman sona erecek” sözleriyle tepkisini dile getirdi.
İtalya Dışişleri Bakanı Algelino Alfonso, inançlara saygılı bir anayasaya sahip ülkesinde bu tür bir yasağın olamayacağını söylerken, Londra Belediye Başkanı Sadık Han Paris’te bulunduğu sırada yöneltilen konuyla ilgili bir soruya “Kadınların ne giyeceğine karışmayın” ifadeleriyle yanıt verdi.
Yasağa sanat dünyasından da tepkiler gelmeye devam ediyor. Ünlü Fransız aktris İsabelle Adjani, yasağı “Gülünç ve tehlikeli” bulduğunu söylerken, Amerikalı oyuncular Susan Sarandon ve Sarah Silverman yasağı kınayan açıklamalarda bulundu. Silverman sosyal medyada yaptığı paylaşımda, Fransa’dan “Tiksindirici ülke" olarak bahsederken, “Gerçekten kimi ve neyi koruyorsun?” sorusuyla Fransa yönetiminin kararını eleştirdi.
‘Burkini’ satışları patladı
Fransa’daki yasak tartışmaları küresel bir boyut kazanırken, bir çok ülkede tesettür mayo, yani ‘burkini’ satışlarında patlama yaşandığı ortaya çıktı. ‘Burkini’ markasını elinde bulunduran ve ‘İslami hassasiyetlere uygun deniz mayosu’nun ilk üreticilerinden biri olan Lübnan kökenli Avustralyalı tasarımcı Aheda Zanetti, normal günlerde 10-12 civarında sipariş aldıklarını, fakat yasak tartışmalarından sonra bu sayısının 60’a ulaştığını açıkladı. Zanetti müşterilerinin büyük çoğunluğunun da Müslüman olmadığını ekliyor.
Sosyal medyada da yasağa karşı kampanyalar devam ediyor. ‘WTFFrance’ etiketiyle bir günde 100 binden fazla mesaj paylaşılırken, bir çok ünlü ve kanaat önderi de Fransız plajlarına giyinik şekilde ya da ‘burkini’ ile gitme çağrıları yapıyor. Bir gurup İngiliz, Londra’daki Fransız elçiliği önünde ‘Ne istersen giy’ isimli bir plaj partisi düzenleyerek protesto çağrısı yaptı.
'En kolay hedef Müslüman kadınlar'
Fransa'da son on yılda İslam'a yönelik tüm eleştirilerde Müslüman kadınlar ilk hedef alınan kitle olmasıyla dikkati çekiyor.
Daha önce kamu kuruluşlarında başörtü yasağıyla başlayan süreç, 2010'da peçe yasağına uzanırken İslam'la ilgili tartışmaların son ulaştığı plajlarda giyilen tesettür mayo oldu. Yaklaşık otuz belediyenin devreye soktuğu tesettür mayo yasağı, Fransa sağ ve solunun seçim arefesinde üzerinde anlaştığı nadir konuların başında geliyor.
Avrupa'da birçok ülkede yürürlüğe giren peçe yasağı cezalarını ödedikten sonra Fransa'daki tesettür mayo cezalarının da hepsini ödemeyi kabul eden Cezayirli iş adamı Rachid Nekkaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada Fransa'daki İslam tartışmalarında özellikle Müslüman kadınların hedef alınmasının ardında siyasetçiler tarafından "en kolay hedef" olarak görülmelerinin yer aldığını savundu.
Fransa'nın son yıllarda yaşadığı ekonomik krize karşı önlemler sunmak yerine Müslüman kadınlar üzerinden popülist açıklamlarda bulunmanın "çok kolay" olduğunu ifade eden Nekkaz, "Söz konusu Müslüman kadınlar olduğunda Fransız siyasetçiler seçim kampanyaları uğruna hiç çekinmeden saldırabiliyorlar. çünkü hem onlara hiçbir masrafı olmuyor hem de kamuoyunun dikkatini ekonomik konulardaki beceriksizliklerinden uzaklaştırıyorlar." yorumunda bulundu.
Fransız siyasetçilerin tesettür mayo yasağını destekleyici argümanlarının "sahte" olduğunu iddia eden Nekkaz, "2010'da peçeyi yasaklamak istediklerinde kadınların yüzünün görünmesinin önemine değiliyordu. Halbuki tesettür mayoyla yüz açıkta kalıyor ama yeni nedenler uydurulmaya devam ediliyor." dedi.
Başta Fransa Başbakanı Manuel Valls olmak üzere birçok siyasetçinin tesettür mayo veya başörtüsünün "Cumhuriyet değerleriyle uyuşmadığı" iddialarını da yersiz bulan Nekkaz, "Bu yasakları Cumhuriyet değerleri adına yapıyorlar. Fransa Cumhuriyeti, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik prensipleri üzerine kurulmuştur, asıl kendileri bu değerlere saygı duymuyor." ifadelerini kullandı.
'Yasak islamofobik zihniyetin kaba uygulaması'
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şinasi Gündüz,Fransa'da Cannes Belediyesinin toplumsal düzeni bozabileceği gerekçesiyletesettür mayolara yasak getirmesini AA muhabirine değerlendirdi.
Müslümanların inançları doğrultusunda kendilerini ifade ettiklerinde Fransa'nın ne kadar baskıcı ve tutucu bir devlet olduğunun ortaya çıktığını vurgulayan Gündüz, "Bu tavrı daha önce cami yasakları ve Müslüman kadınların kıyafetleri konusunda getirilen yasaklarda da gördük. İsviçre, Hollanda gibi Batıda birçok ülkede bu tavır yakın zamanda görüldü. Bu tutum islamofobik zihniyetin kabaca bir uygulamasından başka bir şey değil." diye konuştu.
Prof. Dr. Gündüz, Avrupa'da, azınlıkların yaşadıkları topluma entegre olması gerektiği şeklindeki tezin sürekli işlendiğinin altını çizerek, şöyle konuştu:
"Bu tezi Almanya da Fransa da işliyor. Ancak Müslümanların dışındaki halklar söz konusu olduğunda bu sadece oranın sosyal, siyasal, kültürel yapısına kendi manevi, dini ve etnik kimliklerini koruyarak uyum sağlamaları şeklinde anlaşılıyor. Müslümanlar söz konusu olduğunda her türlü İslam inancının toplumsal hayatın dışa dönük görünürlüğünün ortadan kaldırılmasını şart koşuyorlar. Yani bunun adı aslında kabaca asimilasyondur. Bu adaptasyon değil bir asimilasyon politikasıdır. Bu politika da insanları içinde yaşadıkları toplumun bir parçası olma, uyum sağlama ve barış içinde yaşama düşüncesinden itiyor. Çünkü insanlara mobbing, psikolojik baskı ve bir takım hukuki yaptırımlar uyguluyorsunuz. Hatta para ve hapis cezaları veriyorsunuz, işten atıyorsunuz. Dolayısıyla ne olacak? Bu insanlar içe kapanacaklar. Avrupa toplumunun bira arada yaşama kültürünün gelişmesine ve adaptasyonun yerleşmesine kesinlikle mesafeli duracaklardır."
"İslam ile ilgili gelişmeleri hazmedemiyorlar"
Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ata Atun, Avrupa'da milliyetçiliğin giderek tırmandığını vurgulayarak, Avusturya'da başlayan bu milliyetçiliğin Almanya ve Fransa'ya sıçradığını ve korkutucu boyutlara yükseldiğini söyledi.
Avrupa'daki milliyetçiliğin, ayrımcılığın ve islamofobinin çok tehlikeli boyutlarda olduğuna dikkati çeken, Prof. Dr. Atun, şöyle devam etti:
"Aslında islamofobiyi, Ortadoğu'daki son olaylar, Türkiye'nin bölgede yükselişi de tetikliyor. Avrupa'nın sözünün artık küresel olarak geçmemesi ve İslam dünyasının daha fazla sesinin çıkması nedeniyle bu ayrımcılık başladı. Hatta ABD'ye de sıçradı. ABD'de gerek Müslümanlara gerekse zencilere karşı özellikle 11 Eylül'den sonra ciddi bir ayrımcılık var. Bu da gözle görülür bir şekilde ortaya çıktı. İslam ile ilgili herhangi bir gelişmeyi hazmedemedikleri, kaldıramadıkları gözle görülüyor."