ANALİZ HABER
Baltık'tan Adriyatik'e yeni “Demir Perde”
Sinan Özdemir | Brüksel
Winston Churchill tam 70 yıl önce (5 Mart 1946) , Fulton Koleji’nde yaptığı konuşmada Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa halklarının Batı Avrupa'ya intikalini engellemek için Baltık'tan Adriyatik'e çektiği hattı "Demir Perde" ifadesiyle tanımlamıştı. Yetmiş yıl sonra Doğu Avrupa'da ve Balkanlar'da yeni demir duvarlar yükseliyor. Amaç yine geçişleri engellemek. Ancak bu defa Sovyetler Birliği'nden Batı Avrupa'ya değil aynı kulübün üyesi Doğu Avrupa'dan Batı Avrupa'ya geçmek isteyen binlerce sığınmacı demir tellerin ve silahların gölgesi altında sınır boylarındaki kamplarda alı koyuluyor. Bir yanda Milan Kundera'nın "Orta Avrupa'nın trajedisi" (The Tragedy of Central Europe) başlıkla yazısı (1984) , diğer yanda yaşananları kültürel gerekçelerle savunan kitleler, kültürel sınırları ileri süren devletler ve Cenevre Sözleşmesi'ni yok sayan yönetimler bulunuyor. Doğu Avrupa'da yaşananlar Batı Avrupa'da şaşkınlıkla takip ediliyor. Avrupa Birliği'nin 2004'te gerçekleştirdiği tarihi genişlemenin anlamı sorgulanıyor. Başka bir ifadeyle Doğu ve Orta Avrupa bilinmeyen yönleriyle yeniden keşfediliyor.
Churchill'in konuşmasında zikrettiği başkentler arasında Varşova, Berlin (Doğu Almanya), Prag, Viyana, Budapeşte, Belgrad, Bükreş ve Sofya bulunuyordu. Bu gün tersine aynı başkentler (Zagreb, Bratislava ve Üsküp'te eklenmeli) sığınmacı / Schengen krizine getirdikleri yaratıcı fikirlerle bölünmüşlüğü zihinsel olmaktan çıkarıp somutlaştırıyorlar. Avrupa Birliği'nin Kuzey-Güney (ekonomik) , merkez-çevre (İngiltre-AB) çekişmesine şimdi Doğu-Batı çekişmesi (hattı) eklendi. Aslında mülteci krizi dışavurumunu kolaylaştırdı. Almanya on iki yıl önce ekonomik çıkarları doğrultusunda Doğu Avrupa devletlerinin Avrupa Birliği'ne dahil edilmelerini sağlayarak iktisadi sınırlarını genişletti. Doğu Avrupa’nın dönüşümü, Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi, Almanya merkezli bir üretim ağına dahil edilmesiyle törpülendi. Batı Avrupa gibi post-modern/materyalist bir dünyaya/topluma geçemeyeceklerini anlamaları büyünün bozulmasına sebep oldu. Bağımsızlıklarının ilk yıllarında liberal görüşleri ağır basan siyasi partileri desteklerken bu gün siyasi yelpazede sağda veya aşırı sağda konumlanan partileri desteklemeleri bundan.
Batı Avrupa Doğu Avrupa'ya, "hayat standartları yükselmiş" ama ilkesiz ve prensipsiz ; modernleşme sürecini tamamlayamamış eski dünyanın hayaletleriyle boğuşan bir coğrafya gözüyle bakıyor. Değerler noktasında çizilen tablo Batı Avrupa'nın tam karşısında duruyor. Kadına bakıştan dinin cemiyet ve toplum hayatındaki yerine; demokratik yozlaşmadan otoriteryenizme; mağduriyet edebiyatından (Sovyet işgali) tarihle yüzleşememesine; komünizm'den milliyetçiliğe bir dizi noktada sınıfta kalmış bir coğrafya olarak değerlendiriliyor. Doğu Avrupa ile İngiltere arasında yapılan kıyaslamalarda bütün itirazlarına rağmen İngiltere'yi daha yakın bulanlar yok değil. Tabii benzer eleştirileri Batı Avrupa devletleri için de yapmak mümkün. Son yıllarda giderek artan ulus devlet vurgusunun tetiklediği jingoizm ile Doğu Avrupa'da görülen şovenizm arasında temelde bir fark yok!
Schengen krizinin dışa vurduğu Doğu/Batı ihtilafının kökenleri üstte ifade ettiğimiz gibi çok derinlerde aranmalı. Ancak günlük tartışmalara bakıldığında bir yanda Almanya'nın "willkommenskultur'u" ile diğer yanda Macaristan Başbakanı Viktor Orban'ın öncülüğünü yaptığı "Kulturkampf'ının" (kültür savaşı) çatıştığı sonucuna varmak mümkün. Özellikle Köln'de yılbaşı gecesi yaşandığı iddia edilien hadiseler medeniyet ve kültür çatışması tezlerinin yeniden tartışılmasına zemin hazırlarıyor. Batı Avrupa “çokkültürlülüğü” bir şekilde yaşatmaya çalışırken Doğu Avrupa "Beyaz Avrupalı Katolik" (BAK) kültürünün kavgasını veriyor. Ancak takdim edilen "yeni haçlı savaşı" Batı Avrupa'da destek bulduğu gibi karşıtlığı artırdığı da bir gerçek. Sovyet işgaline "direnmiş" Doğu Avrupa devletlerinin bu defa Avrupa Birliği'nin kotalar meselesine direnerek var olma mücadelesi verdiğini iddia etmesi Batı'da Katoliklerin ve aşırı sağın dışında kimseleri ikna etmiyor. Bir yılda Milan Kundera'nın "Orta Avrupa'nın trajedisi" başlıkla yazısında çizdiği Doğu Avrupalı imajı başka bir asrın adamıyla yer değiştirdi.
Yeni Demir Perde ülkelerinin on günden bu yana Doğu Avrupa ve Balkanlar'da uyguladıkları abluka; Visgerad grubu devletlerinin 15 Şubat Zirvesi'nde Avrupa Birliği'ne üstü örtülü verdikleri ültimatom çözümü kolaylaştırmıyor. Balkanlar'da uygulanan abluka Cenevre Sözleşmesi'ni ayaklar altına aldığı gibi Yunanistan'ı biraz daha izole ediyor. Yunanistan'ın durumu bütün Birlik üyesi devletler içinde en zor olanı çünkü ileri karakol görevi görüyor. Uluslararası insani yardım teşkilatları Yunanistan'a yardım edilmediği takdirde çok daha ciddi sorunların yaşanacağını haber veriyor. Bu doğrultuda Atina'nın Komisyon'a yaptığı acil yardım çağrısına olumlu cevap geldi (paranın nereden bulunacağı belirsizliğini koruyor). Ne var ki, Suriye ve Irak'tan gelenlerin geçişlerine getirilen kısıtlamalar ve göçmen statüsünde değerlendirilen sığınmacıların bekletilmesi geleceğe dair belirsizliği artırıyor. Bu çerçevede, Yunanistan, ne tam olarak çevrede ne de "Yeni Demir Perde" ülkelerinin arasında. Avrupa Birliği ekonomisine yaptığı katkı kadar değer görüyor (yüzde 2). Brüksel ve Berlin’in, referandum tartışmaları göz önünde bulundurulduğunda, İngiltere'ye takındıkları tavırla Yunanistan’a takındıkları tavır arasında ciddi farklar var. Her şeyden önce üslup farkı var.
Avusturya'nın öncülüğünde yürürlüğe konan strateji sonuç vermezse Visegrad grubu Bulgaristan ve Makedonya'da ikinci bir savunma hattının oluşturulması için destek vermeye hazırlanıyor. Yeni Demir Perde ülkelerinin devamlı tek taraflı hareket etmesi Türkiye ve Yunanistan ile işbirliğini imkansızlaştırıyor. Büyük fotoğraf gözden kaçırılıyor. Sığınmacılar konusunda olduğu gibi Birlik hayatını ilgilendiren konularda da son yıllarda aynı refleksle hareket ettikleri bir gerçek. Son kertede avro krizinin çok daha güçlü bir şekilde dışa vurduğu Kuzey-Güney çekişmesi (ekonomik) , İngiltere'nin Birlik içindeki yerinin sorgulanmasıyla merkez-çevre çekişmesi ve sığınmacı kriziyle Doğu-Batı hattında yaşanan Kültür merkezli çekişme fay hatlarını derinleştiriyor. Bu minvalde Batı Avrupa'nın Doğu Avrupa'yı keşfe çıkması “kim kimdir” sorusunu sorduruyor.
Kaynak:Dünya Bülteni