ANALİZ HABER
Arap dünyasında İran algısı
DOHA
Geçen nisan ayı ortalarında İstanbul’da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı 13. İslam Zirvesi’nin kapanış bildirisinde 50’yi aşkın ülkenin liderleri, İran’ın başta Bahreyn, Yemen, Suriye ve Somali olmak üzere bölge ülkelerinin içişlerine yönelik müdahalesini kınadı. İran’ın terörü desteklemeye devam etmesini kınayan liderler, bu ülkeyi güç kullanmaktan ya da bununla tehdit etmekten geri durmaya ve mezhep temelli ajandasını bir tarafa bırakmaya çağırdı. Bildiride ayrıca, Suriye, Bahreyn, Kuveyt ve Yemen’deki Hizbullah milislerinin de terör eylemleri kınandı.
Mesaj çok açıktı; İslam dünyasının kahir ekseriyeti, İran’ın kendisiyle ve muhitiyle barışık olmadığını, bölgesel barış ve istikrarı baltaladığını, mezhepsel çatışmaları körüklediğini ve silahlı milisler aracılığıyla komşu ülkelerin güvenliğini tehdit ettiğini düşünüyordu. Ancak İran, gönderilen bu mesajın manasını idrak etmiş gibi görünmüyor. Şu ana kadar tutumunda herhangi bir değişiklik yapmayan İran, yakın zamanda böyle bir değişikliğe gidecek gibi de görünmüyor.
İran'ın "duygusal şantajı"
2006 yılına kadar Arap ve İslam dünyasının İran’a bakışı belli bir dereceye kadar olumluydu ancak bu durum, İran’ın müspet politikalar uygulamasından çok duygusal şantaj yoluyla kitleleri kandırma gücünden kaynaklanıyordu. İran o zamana kadar, Filistin meselesini ve dünyadaki mazlumları savunduğu ve Batı’nın politikalarının kurbanı olduğu iddiasıyla kitleleri kandırmayı başarmıştı. Fakat 2008 yılından sonra İslam ve Arap dünyasında halkın büyük bir bölümünün İran’a bakışı değişmeye başladı. 2009 yılında İran’da gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimleri ve “Yeşil Devrim”, “özgürlüklere saygı göstermeyen, kanuna değer vermeyen, halkını tahakküm altına alan, yolsuzluk ve sahtekarlığa batmış” teokratik bir devlet olarak İran hakkındaki olumsuz imajın perçinlenmesinde çok etkili oldu.
Aynı yıl Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) yayımlanan Afak el-Müstakbel Dergisi, 11 Arap gazetesinde yazan köşe yazarlarının Yeşil Devrim'e ilişkin değerlendirmeleri üzerine yapılan bir analizin sonuçlarını yayınladı. Analiz sonuçları, köşe yazarlarının yüzde 85,5’inin İran rejiminin, “Yeşil Devrim'in dış kaynaklı bir komplo olduğu” yönündeki söylemini kabul etmediğini, bunun Batı’nın yönlendirmesiyle ilgisi olmayan bir iç mesele olduğu kanaatini taşıdığını ortaya koydu.
Takip eden dönemde İran'ın Arap dünyasındaki imajı, başta Irak dosyası olmak üzere (Nuri Maliki'nin başbakanlığa getirilmesi) bölgede ABD ile yaptığı siyasi anlaşmalar ve Ofer Kardeşler konusu gibi İsrail-İran arasındaki gizli ilişkilere dair bazı skandalların ortaya çıkması sonucunda zedelenmeye başladı. Tüm bu veriler, İran’ın sözleriyle uygulamaları arasında çelişki olduğunu gösterdi ve Arap dünyasında büyük bir kesim o vakit İran’ın “direniş” hakkındaki söylemlerinin, salt bir ikiyüzlülük ve ulusal çıkarlarına ulaşmak için kullanılan bir araç olduğunu anladı.
İran'a ilişkin kamuoyu algısı ve anketler
İran’ın Irak, Lübnan, Yemen, Bahreyn ve Kuveyt’te izlediği mezhep temelli politikalar, onun, bölge ülkelerinde nüfuz sahibi olmaya çalışan ve kendi ajandasını gerçekleştirmek için Batılı ülkelerle pazarlık kartı olarak Arap ülkelerini kullanan bir devlet imajı vermesine zemin hazırladı. 2010 yılının sonu ve 2011’in başında Arap devrimlerinin patlak vermesiyle İran büyük bir imaj kaybına uğradı, özellikle Suriye devriminden sonra Arap kamuoyunun İran algısında çok ciddi bir dönüşüm meydana geldi. O dönem Arap kamuoyunun büyük kısmı İran’a karşı olumsuz bir bakış üzerinde birleşti. Öte yandan 2006 öncesinde Arap halklarının İran’a bakışıyla Arap yönetimlerinin bu ülkeye karşı takındığı tavır arasındaki karşıtlık da kaybolmaya başladı. Suriye devrimi, İran’ın gerçek yüzünü ortaya çıkardı ve daha sonraları yapılan tüm anketler de bu sonucu teyid etti.
2012’de Zogby araştırma kurumu, 2006 yılındakilere kıyasla bölgede İran’ın imajıyla ilgili en kapsamlı anketi yaptı. Türkiye, Pakistan ve Azerbaycan’ın yanı sıra 17 Arap ülkesini kapsayan bu anket, bu ülkelerde halkın büyük bir kesiminin İran’a karşı olumsuz bir bakış açısına sahip olduğunu ortaya koydu. Bu çerçevede Suudi Arabistan'da halkın yüzde 84'ünün, Katar'da yüzde 79'unun, Türkiye'de 77'sinin, Ürdün'de 74'ünün, Pakistan'da 71'inin, Şii nüfusun yoğun olduğu Azerbaycan'da yüzde 75'inin ve hatta İran’ın müdafiliğini yaptığını öne sürdüğü Filistinlilerin dahi yüzde 70'inin İran'a karşı olumsuz kanaat taşıdığı belirlendi.
Bu anketin sonuçlarına göre, olumsuz bakışın başlıca sebebi İran’ın özellikle Irak, Suriye ve Körfez ülkelerine yönelik izlediği dış politikalardı. İran’ın bölgedeki Şiilere özellikle de Irak, Bahreyn, Yemen ve Suudi Arabistan’dakilere nüfuz etmesi ve onları bölgesel projesinde bir araç olarak kullanması bu olumsuz imajın yayılmasına yardımcı bir etkendi. Yine bu anket, Lübnan hariç tüm ülkelerin İran’ın nükleer programının barışçıl olmadığı, hedefinin nükleer silah üretmek olduğu inancı taşıdığını ve bu nedenle de uygulanan yaptırımları desteklediğini gösterdi.
Tesev Enstitüsü’nün 2013’te Arap dünyasında gerçekleştirdiği bir başka anket de İran’ın, Irak ve Suriye hükümetlerinin yanı sıra bölgede mezhep temelli politika izleyen ülkeler piramidinin zirvesinde olduğunu ortaya çıkardı. Bu anketler, İran’ın bölgede mezhepsel politikalar izlemesi, silahlı milisler yetiştirmesi, paralı askerleri hizmete alması ve Esed rejiminin halkına karşı işlediği suçları desteklemesinin, sahip olduğu silahlardan daha tehlikeli olduğu yönünde neredeyse tam bir ittifak olduğunu ortaya koydu.
Nükleer anlaşmanın etkileri
İran yönetimi 2015’te nükleer programı ve bölgedeki diğer bir dizi mesele konusunda ABD ile müzakerede bulunuyordu. Bu konuda bir anlaşmaya varılsa da İran’ın tüm dünya ve bölge bazında oluşturduğu olumsuz imaj değişmedi. Haziran 2015’te Pew Kamuoyu Yoklamaları Araştırma Merkezi, İran hakkında 40 devletin katıldığı bir anketin sonuçlarını yayımladı. 40 devletten 31’i İran’la ilgili çok olumsuz bir yaklaşım sergiledi. Anket daha önce ılımlı ve reformist olarak tanıtılan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye karşı da olumsuz bir bakış olduğunu gösterdi.
İran’a yönelik bu olumsuz bakış, ABD ile nükleer anlaşma imzalamasından sonra daha da kökleşti. 2016 yılının başında El-Cezire Araştırma Merkezi, 21 Arap ülkesi üzerinde Arap entelektüellerinin İran’a bakışı konusunda hazırladığı anketin sonuçlarını açıkladı. Bu anket de yüzde 88’lik bir kesimin, İran’ın Filistin meselesini, Arap dünyasında nüfuz elde etmek için kullandığını ve Filistin ile ilgili söylemlerinin güvenilir olmadığını düşündüğünü ortaya koydu.
Ankete göre görüş bildirenlerin yüzde 82’i, İran’daki Velayet-i Fakih sisteminin Arap dünyasıyla ilişkilerde olumsuz bir rol oynadığını düşünürken, yine büyük bir çoğunluk İran’ın bazı Arap ülkelerinde çıkarları olduğu yönündeki söylemin, bu ülkelerin içişlerine karışmasının gerekçesi olamayacağını kanaatinde. Yine anket sonuçlarına göre Arap aydınlarının yüzde 85'i, İran’ın Suriye’ye, yüzde 87'si Yemen’e, yüzde 86'sı da Irak’a müdahalesine karşı çıkıyor. İran-ABD nükleer anlaşması konusuna gelince, yüzde 70’lik kesim ABD ile İran’ın yakınlaşmasından duyduğu korkuyu dile getiriyor ve bu durumun, onun eskiden olduğu gibi “ABD’nin Körfez’deki polisi” rolünü yeniden oynamak için bölgedeki nüfuzunu artıracağını düşünüyor.
Sonuç olarak İran’ın bu olumsuz imajı, Arap ve İslam dünyasında gerek halklar gerekse yönetimler nezdinde gittikçe kökleşiyor. Bu, bahsettiğimiz gibi tek bir devletle değil Arap ve İslam dünyasının geneliyle alakalı bir durum. Bunun temel sebebinin de İran’ın bölgedeki olumsuz tavırları olduğu aşikar. Bu, 10 yılı aşkın bir süredir devam eden ve bölgeyi yıkıma uğratan, İslam’ın içeriden parçalanmasına yol açan bir yaklaşımın temsil ettiği bir tavırdır. İran da bu tavrını değiştirmez ya da değiştirmeye zorlanmaz ise er ya da geç bunun sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalacaktır.