TÜRKİYE
''Tesellimiz çok ama...''
Derik Kaymakamı Muhammet Fatih Safitürk’ün makamına koyulan bomba ile şehit edilmesinin üstünden yaklaşık 50 gün geçti.
Şehadetiyle tüm Türkiye’yi hüzne boğan Muhammet Fatih Safitürk’ün Sakarya’daki baba ocağını ziyaret ettik. Baba Asım Safitürk oğlunun cenaze namazını kendisi kıldırmış, metin duruşuyla gözleri yaşartmıştı. Şehidin babası Asım, annesi Fatma, ablası Ayşe ve eşi Ayşegül Safitürk ile Muhammet Fatih’i konuştuk. Devletin hakkı geçmesin diye içtiği çayın bile parasını ödeyen, asker ve polis yemeden boğazından lokma geçmeyen, hendek çatışmalarında 5 gün uyumadan görev başında olan bir kaymakam portresiyle karşılaştık. Çocuklar gölette boğulmasın diye yüzme havuzu yaptırmaya niyet edecek kadar halkı düşünen, yaptığı hiçbir hizmeti reklam olmasın diye paylaşmayan Safitürk, ailesine şerefli bir isim ve şehit yakını olmanın gururunu bıraktı ve tabi büyük bir de acı …
Oğlunuzu biraz sizden dinlemek istedik. Kaçıncı çocuğunuz Muhammet Fatih Bey?
Euzubillahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim. Benim yedinci çocuğum. Beş çocuğum vardı, artık yeter demiştik. Abimle, ablamın yaşı çok. Birinin sekizinci, öbürünün beşinci çocukları doğunca onları tebrik etmek için gittim. “Maşallah, Allah arttırsın” diye esprili bir konuşma yaptım. Ama Mevla ne dilerse o olur. Çocuğumuz olacağı belli oldu. O zaman Hz. Ebubekir Sıddık Hazretlerinin tesirinde kalmış olacağım ki “Oğlan olursa Ebubekir, kız olursa Ayşe” dedim. Ayşe geldi. Beklemiyorduk, 5 sene sonra bir çocuğumuz daha oldu. O sıralarda Efendimizin hayatını okuyor olacağım ki, “Efendimiz (sav) buyuruyor, “Kimin 3 oğlu olursa birinin adını Muhammed versin” demiş. Sahabe sormuş. “Ya Resulullah 2 olsa.” “Onun da birine versin.” “1 tane olsa.” “1 taneye de versin” demiş. Muhammet koydum. Sonraki okumalarımda da Efendimiz’in, “İstanbul elbet fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onun orduları ne güzel askerdir” sözünün tesirinde kalmış olacağım ki bir adını da Fatih koydum. 12 Eylül 1981 tarihinde Pamukova ilçesinde dünyaya geldi. Resulullah Efendimizin tavsiyesiyle 2 akika kurbanı kestim.
Okul hayatı nasıl geçti?
Büyük kızımın ilk oğluyla, oğlumu birlikte 1. sınıfa gönderdik. Okul müdürü solcuydu, çok muhabbet eder, şakalaşır, çay içerdik. Ona “Şimdi ciddi ol, sana iki tane asker, iki adam gibi adam teslim edeceğim. Rastgele öğretmene verme” dedim. 2 öğretmen varmış, “Biri sizden, biri bizden. Sizinkinden bir şey olmaz, bizimki solcudur ama öğretmendir” dedi. Ona verdik. “5 senede benim çocuklarımın hafızasını bozamaz, kültürü versin” dedim. 3 sene sonra diğer çocuklarımın tahsili için Sakarya’ya geldik. Burada dershaneye gönderdim. Sonra İmam Hatip’e gitti. 3. Sınıftayken, Arifiye’ye geldik, o dönem öğretmen lisesi şimdi Anadolu lisesi olan okula gitti. Üniversite sınavında da Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünü kazandı.
Evde nasıl biriydi?
Diğer çocuklarla ders çalışma muhabbetlerimiz olurdu ama Fatih’le hiç sıkıntı çekmedim. İstikametinde çalışırdı. Ablası ile Fatih arasında hiç münakaşa olmazdı. Öbür kardeşleri büyüdü gitti. Ablasıyla birlikte büyüdüler. Hiç sesini yükselttiğini bilmem. Çok severdi birbirlerini. Şimdi de ablası yengesinden, yeğeninden ayrılmıyor.
Çocukluğunda ne olmak isterdi. Kaymakamlık düşünüyor muydu?
Pamukova’da gittiği okulla, Hükümet Konağı yan yanaydı. Pamukova kaymakamını izlermiş. Mesaiye gelişini bekler, arabasını gizlice takip edermiş. Oradan kafasına kaymakamlık koymuş. Başka okullara da puanı yetiyordu ama o uluslararası ilişkileri seçti. Sonra Ulaştırma Bakanlığı’nda savunma sekreterliği yaptı, ardından Kültür ve Turizm Bakanlığında 3 sene uzman olarak çalıştı.
Annesi Fatma Hanım araya giriyor: Oğlum “Biz Allah’tan hayırlısını istiyoruz. Hedefimde çok güzel şeyler var. İnşallah Allah’ın vereceğine inanıyorum” dedi. Sonra kaymakamlığı kazandı. O zaman dedim ki, “Oğlum bu tehlikeli bir yer. Keşke kaymakamlığa gitmesen de iyi bir ilim adamı olsaydın” dedim. “Annecim”, dedi. Hep öyle derdi, “Sakarya’da bir tek sen kaymakam annesi oldun” dedi. Çok severdi mesleğini.
Küre’de kaymakam vekili olarak göreve başladı. Sonra İngiltere’de master yaptı. Gelinimle 1 sene kaldılar. Oradan gelince Bolu Kıbrıscık ilçesine tayini çıktı. 2,5 yıl da orada çalıştılar. Sonra Bingöl Kiğı’ya geçtiler. Terör olayları yoğundu. Sonra Derik ilçesine geldi. Olayların devam ettiğini biliyorum. Hiç rahat etmemiştim. Telefon ederdim. “Baba sen bana telefon etme, teröristler benim telefonumu biliyorlar. Çok kötü sözler söylüyorlar. Ben seni ararım” dedi. Bir hafta sonra aradı. “Baba ilçe tamamen onların elinde. Vali Bey’e şehri kuşatalım, dışarıdan toplamaya başlayalım diyorum” dedi. Biz uykumuz kaçacak kadar huzursuz oluyoruz. Sonra aradığında “Baba ilçenin yarısı bizde, yarısı teröristlerde” dedi. Bir hafta sonra da “Baba ilçeyi kurtardık elhamdülillah” dedi.
Siz hiç gittiniz mi Derik’e?
Gelinim izne gelmişti, birlikte gittik. Oraları gösterdi bana. Daha önce telefonda konuşurken, “Birisi bir yerden ateş ediyor. Daha nereden ateş ettiğini tespit edemedik” diyordu. Orada gösterdi. Bir evin 2. katına namlu sığacak kadar bir delik açmışlar. Oradan polise askere ateş ediyormuş. Bir iki akşam kaldık. Urfa’ya gittik. En son Ramazan’da kalp hastalığım nedeniyle hastaneye yattım. O zaman geldi. Kendi eliyle köfte pişirdi. “Muhammet çok da beceriyorsun bu işi” dedim. Son görüşümüz oldu.
Haberi nasıl aldınız?
Öğle namazından çıkmıştım. Biri “Televizyonda alt yazı gördüm. Derik kaymakamı hafif yaralanmış” dedi. Muhtarı aradım. Sonra İçişleri Bakanı’yla görüştüm. Ufak bir yara aldı dediler. Ama ben hiç rahat değilim. Ufak bir çatışma diyorlar sonra bir bakıyorsun ağır yaralılar, şehitler. Çocuğumun telefonu çalışmıyor bile, hiç ses yok. Hemen Vali’yi aradım. “Vali bey benim çocuğuma en yakın sizsiniz. Nolur çocuğumun hayatından bana bir cevap verin” dedim. “Hacı amca operasyona alındı. Ameliyata aldılar doktorlar. Bir şeyi yok” deyince, telefona istedim. “Vali koruma görevlileri sizi arayacak” dedi bir daha dönmedi. Hemen arabayla annesi, abisi yola çıktık. Baktık yoğun bakımda. Yavrum gitmiş. Başını hep sarmışlar. “Uyutuyoruz, 5 gün uyuması lazım” dediler. Baktım vücuduna, uyumuş zaten yavrum, şehit olduğu belli oluyor. İnna lillah ve inna ileyhi raciun.
Oğlunuz Muhammet Fatih Bey’in cenaze namazını kıldırdınız. Nasıl böyle metin kalabildiniz?
Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz. Takdiri ilahi ne bir nefes ileri, ne bir nefes geri gider. Takdiri ilahi budur. Benim en son çocuğumdur. Benden 40 yıl küçük. Ben duruyorum hala. Emir büyük yerden geliyor. İslam tarihinden beri hak batıl davası devam ediyor. Habil Kabil’den beri. Hazreti Hamza’yı şehit edenler sonra gelip tövbe etti, sahabe oldu. Ama Allah onlara tövbe nasip ediyor da Hz. Hüseyin’i şehit edenler… Ona benzetiyorum. Kim kasten hiçbir suçu, hizmetten, iyi niyetten başka, personeline, idare altından olan insanlara kardeş gibi yaklaşmasından başka bir suçu olmadığı halde birini katlederse, kim bir mümini katlederse, ebedi cehennemde kalacaktır. Allah’ın gazabı üstündedir. Benim oğlum hak hukuka öyle riayet ederdi ki. Kıbrıscık’da görev yapan sekreter buraya geldi. Nasıl ağlıyor. “Ben çok kaymakam gördüm onun gibisine rastlamadım. İçtiği çayın, özel misafirlerinin çay paralarını yazdırırdı. Ay başında çıkarır öderdi.” dedi. Oğlum giderken bize bu tesellileri bıraktı. Üzüntümüz çok fazla ama tesellimiz de çok fazla. Yavrumuz İslam’a göre en büyük rütbeye, şehadete erdi. Bizi mutlu eden taraf o zaten. Ben çocuğumun şehadetine kadar bizim çocuğumuz diyordum. Ama meğer milletin çocuğuymuş. Hala taziyeye geliyorlar.
Sizin için zaman nasıl geçiyor?
Gelen gideni karşılıyoruz. Dua bekliyoruz. Yapılacak bir şey yok. Herkes geldi cenazeye. Cumhur-başkanımız sağolsun geldi, yanımıza oturdu. Allah razı olsun, teselliler çok. Buralar insandan geçilmedi. Tesellimiz çoktur ama evlat acısı bir şerit gibi gelip geçiyor. Yalnız kaldık mı daha çok sıkıntıya düşüyoruz. Ziyaretçiler geldi mi biraz hafifliyor.
Oğlum mu öksüz kaldı ben mi bilmiyorum
Şehit Kaymakam Muhammet Fatih Safitürk’ün eşi Ayşegül Safitürk, eşinin tercih bile yapmadığını, “Devlet bana çok yatırım yaptı, nerede değerlendirmek isterse oraya giderim” dediğini söylüyor. Daha önce de eşine suikast planları yapıldığını anlatan Ayşegül Safitürk şunları söylüyor: “Dağdan gelen iki kişi şehit etseydi bu kadar içim acımazdı. Çalışma arkadaşları onun nasıl bir karakteri olduğunu, sesini bile yükseltmediğini, Derik için neler yaptığını, çocuğunu nasıl sevdiğini bile bile yaptılar. Birlikte çalıştılar, görüyorlar. Bu hainlik içimi çok acıtıyor. Kararlarımı alırken hep ona danışırdım. Asım Eren mi öksüz kaldı ben mi bilmiyorum.”
Eşinizle hep birlikteydiniz. Zor dönemlere beraber göğüs gerdiniz. Ne tarz zorluklar çıktı karşınıza?
Kaymakamlar tercih formu doldurur. O tercihlere göre, referansla atanırlar. Kaymakam Bey, hiçbir tayininde referans kullanmadı. Hatta tercih formu bile doldurmadı. Kıbrıscık’ı kuradan çektik. Siyasetçilerden çok tanıdığı da var. “Herkes tercih yapıyor, bu hakkımız, tercih yapalım” dediğimde, hiç unutmuyorum, “Ayşegül, bu devlet bana çok yatırım yaptı. Nerede değerlendirmek isterse oraya giderim” dedi. Bizim hayat felsefemiz buydu. Nereye atanırsa orada görevini en iyi şekilde yaptı. Kıbrıscık’tan sonra Kiğı’ya hiç tercih yapmadan geldik. Kiğı’dan sonra tercih yaptık ama tercihlerimiz arasında olmadığı halde Derik’e atandık. Gördüğü zaman şok geçirdi çünkü çok kötü bir ilçede Doğu görevini yapmıştı. İkinci Doğu görevinin de bu kadar kötü olacağını düşünmüyordu. Herkes bizim adımıza üzülüp, hayırlı olsun bile diyemezken o, “Olsun benim için çok iyi. Meslek hayatımda her şeyin en kötüsünü yaşarsam ileride bana çok katkısı olur” dedi. Her şeye olumlu yaklaşırdı. O anki motivasyonuna hayran kalmıştım. Çözüm süreci bitmişti. Biz ilçeye gider gitmez çatışmalar başladı. Şartlar çok ağırdı. Eşim her zaman o gülen yüzüyle ne yapılması gerekiyorsa yaptı.
Nasıl bir kaymakamdı?
Gidişinde, gelişinde koruma noktasından askere, polise “merhaba” demeden, hal hatır sormadan geçmeyen bir adam. Ben eşime poğaça yapıyorum, önce askere, polise yediriyor sonra gelip kahvaltısını yapıyor. İftar hazırlıyorum, “Bugün çorba yemesem de olur” deyip onlara götürüyor. Evde yapılanı, “Ben yalnız yemeyi sevmiyorum” deyip paket yaptırır, Eren’i de alır dağ, tepe bütün noktaları gezerdi. Ben de “Herkes yaptıklarını tweeterdan paylaşıyor. Fatih seni kimse duymuyor, bilmiyor, çalışıyorsun çabalıyorsun paylaşsana bunları” diyordum. O kadar kızıyordu ki bana, “Ben böyle bir şeyden prim mi yapacağım. Ben bunları reklam için mi yapacağım. Bu benim mesleğim” diye. Belediyedeyken ev ziyaretleri oluyordu. Gidenlere diyormuş ki “Ne gittiğiniz evleri, ne de götürdüklerinizi çekin. Sadece ev ziyareti yapıldı yazın, kimseyi rencide etmeyin. Biz zaten devlet olarak bunları yapmak zorundayız.” Çankaya Köşkü’nden gelince arkadaşlarını toplamış. “Dün köşkte çok güzel ağırlandık. Çok güzel, hürmet, nezaket, hizmet, paltolarımızı alışları, içeriye kabul edişleri… Bu Çankaya köşkündeki nezaketi Derik’e taşımadıkça buralar bizim diyemeyiz” demiş.
Kadınlara ve çocuklara çok değer verdiği söyleniyor…
Kadınlar ve çocuklar onun için çok önemliydi. Derik’te gölet yapıldı. Çocuklar gölete girip boğulmasınlar diye yüzme havuzu yaptıracaktı. Ev hanımlarının sosyal hayata katılması için mutlaka bir şey üretirdi. Kiğı’da maddi ihtiyacı olanları tespit ediyordu. Onlara el ürünleri bir şeyler ürettiriyordu. Bunları eşimin açtığı kadınlara özel kafede satıyorlardı. Hem bir festival havası oluyordu, hem kadınlar para kazanıyordu, kendi ürettiği şeylerle kazandıkları için moral motivasyon oluyordu hem de sosyal hayata katılmış oluyorlardı. Kiğı’daki barajda kano projesi vardı. Proje hazırlamış, kano da aldırmıştı ama tayini çıkınca kaldı.
Tehdit alıyor muydunuz?
Çok alıyordu. Suikast planları vardı. Zaten kayyum atanacağı zaman, benim tayinimi can güvenliği nedeniyle Konya’ya yaptırdı. Ben de risk almayayım diye. Sonuçta arabamız hedefti. Kayyum atanasıya kadar bütün mücadeleleri beraber verdik. Bir yıl, hendek çatışmalarında da oradaydım. Özellikle yanında olmamı istiyordu. Hendek çatışmaları bitiyordu, bana “Ayşegül okula ilk sen gitmelisin” diyordu. “Hayatın normale döndüğünü ilk kaymakamın eşi göstermeli. Sen gitmezsen diğer öğretmenler de gelemez” diyordu. Gerçekten de öyle oluyordu. Ben okula gidiyordum. Diğer öğretmenler de Ayşegül Hoca geldiyse güvenlik sağlanmıştır diye raporunu yarıda bırakıp geri dönüyordu. Bu şartlar altında çalıştık. Ancak kayyum atandığımızda, evimiz halkın içinde bir yerdeydi. Araba riskti. Yanımızdaki bakıcımız Derikli bir kızcağızdı. O da evlendi, görevi sonlandı. Oğlumuz da bombaların, hendeklerin, sokağa çıkma yasaklarının içinde kaldı. Artık oyun oynarken bombalardan, teröristlerden bahsediyordu. Onu biraz uzaklaştırmak istedi açıkçası.
Suikast planları neydi?
Bunların istihbarat raporları bende var. Makamında öldürme planı yapmışlar. Resmini atmış bana. Baktım, Dargeçit yazıyor üstte. “Dargeçit kaymakamına suikast planı mı yapmışlar” dedim. O da güldü, “Hayır ihbar Dargeçit’ten gelmiş ama planı benim için yapmışlar” dedi. Ben evde çıldırdım. “Fatih bunu haber yaptır. Derik’te senin ne durumda olduğunu, neyle mücadele ettiğini bilsinler” dedim. O yine “Ayşegül ben bunlardan prim yapacak adam mıyım ya” dedi. Hiç birini paylaşmadı atlattığı suikastlerin. Ama çok mücadele etti. Askerliğini bedelli yapmıştı ama Derik’te atış çalışıyordu, elinde silah geziyordu. Korumalarıyla atışa gitmiş. O kadar iyi atış yapmış ki “Sen mi onları koruyorsun, onlar mı seni bilemeyiz” demişler. Her şeyin en iyisini yapardı. Ben onun karakterine, haline, tavrına, reklamsızlığına hayrandım. Asla “Ben bunu yapıyorum” demeden gitti.
Kayyum atanma süreci nasıl oldu?
Eşimin kaymakamlıktan dolayı zaten yükü ağırdı. Hendek operasyonlarında kayyum atanması gerektiğine inanıyordu. Bunu bekliyordu. Çünkü çok içi acımıştı. Bana “Evde yatıyorum. ‘Dit dit’ kepçe sesi geliyor. Benim başım yastıkta, kepçe hendek kazıyor. O kadar içime dokunuyor ki, devletin kepçesiyle hendek kazıyorlar” demişti. Terör raporu yazıp, gerekli yerlerle paylaşıyordu. Kayyum atanmanın daha önce olması gerektiğine inanıyordu. Kayyum atandığı gün çok mutluydu.
Peki kendisinin kayyum atanması söz konusu olunca?
Önce kendisinin kayyum atanmasını istemedi ama verildikten sonra da dört elle sarıldı. Ben Derik’ten ayrıldığım gün kayyum ataması belli oldu. “Yarın belediyeye giriyoruz” Ayşegül dedi. O kadar kendini vermişti ki. Çöpleri yer altına almış, sürekli yıkatıyormuş sokakları. Kaymakamlık maddi açıdan sıkıntılıydı. Belediyede kaynak var, devlet de destek oldu. Projelerini belediye başkanı olarak hayata geçirme şevkiyle gözleri pırıl pırıldı anlatırken. İçişleri’yle toplantıda projelerini sunmuş, “Hepsini hayata geçirelim” demişler. O enerjiyle dönmüştü. Zeytinyağı tanıtımından dolayı çok heyecanlıydı. “Fuarlara katılacağız. Tanıtılacak, çok güzel gelir kaynağı olacak” diyordu. Amacı teröre iten noktaların önüne geçmekti. Maddi gelir olursa insanların teröre yönelmeyeceğini söylüyordu. Hep tanınmasını, bilinmesini iyi yerlere gelmesini istedim. Ben onun bilinmediğini, görülmediğini, emeklerinin karşılığının verilmediğini hep söyledim. Rabbim onu en yüce makama taşıdı. Ölüm gelecekse böylesi geldi. Elhamdülillah.
En son ne zaman görüştünüz?
Her ay gelip 2 günlüğüne de olsa beni ve Asım Eren’i görüyordu. En son Başbakan’ın toplantısına Ankara’ya geldi. Orada görüştük. Vedalaştık, Ben Konya’ya geldim o da Mardin’e gitti. Gece 12’de vardım diye haber verdi. Eren bu sefer ayrılırken ağlamadı. “Ben artık büyüdüm” dedi. Son cümlesi Eren için “Ah yavrum küçücük yaşında büyüdü” oldu.
Yaralandığını nasıl öğrendiniz?
Eşimle ayrıldıktan sonra telefonumun şarjı bitmişti. Sabah direkt okula gittim. Öğretmen arkadaşlarla yemek yiyorduk. Müdürümüz duymuş. Safitürk nerede diye sormuş. Onlar da “yanımızda” diyorlar. Eren, anne babamın yanındaydı. Onunla ilgili bir durum var herhalde diye düşündüm. Özlem hasret araya girince, o günlerde pek durmuyordu. Telefonum kapandığı için anne babam müdüre ulaştı zannettim. Fakat numaralarını da bilmiyorum ezbere. Annemleri arasın diye eşimi aramak istedim. Arkadaşıma “Telefonunu ver de eşimi arıyayım” derken telefona uzandım. Arkadaşım elimi tuttu, “Yok hocam arama” dedi. Niye diye sordum. “Yok hocam, arama önce bir sakinleş. Mardin’de bir patlama olmuş” dedi. Ben o an “Fatih” diye bir çığlık attım.” Arkadaşlar “Hocam niye abartıyorsun ki, asker ve polise olur olan, kaymakam güvenliklidir. Türkiye tarihinde onlara bir şey olmadı” dediler. Halbuki ilçede tek hedef Fatih’ti. Kayyum atandıktan sonra tek hedef o. Ağlamaya başladım, öğrencilerim geldi beni teskin etmeye çalıştılar. Çıkıp habere baktım “hafif yaralı” yazıyor. Sakinleştim, şükrettim.
Olayın ciddiyetini ne zaman anladınız?
Ambulans helikopter bekletiliyor, Diyarbakır’a kaldırılacak deyince anladım. Arkadaşlarıma “Bu hikayeyi çok iyi biliyorum. 15 şehit bizden, 60 da Nusaybin’den gitti. Ağır yaralı olmalı. Ambulans helikopteri boşuna bekletmezler. Yavaş yavaş söylerler, önce hafif yaralı, sonra biraz daha ağır, sonra şehit olur” dedim. Ambulans helikopteri duyduktan sonra şehit ihtimali aklıma geldi. Bir kaymakam ablamız var Mardin’de. Aradım, “Ayşegül yemin ederim çok iyi, bir şey yok. Küçücük bir şey, Kaymakam olduğu için ambulans helikopter bekletiliyor. Orada da müdahale edilebilirdi. Devlet çok önem verdiği için götürmek istiyorlar. Hiçbir şey yok” dedi. Mardin valisini aradım. O da “Biz onla daha maç yapacağız. Sapsağlam, gözümün önünde, hiçbir şeyi yok” dedi ama tatmin olmadım. Oradaki korumamız Mehmet’i aradım. “Mehmet bana gerçekleri söyle” dedim. O da “Yenge ben sana yalan söylemeyeceğim. Ben kucağıma aldım. Gözleri hafif açıktı. Doğrulmaya çalıştı, öksürdü. Gözlerinden iki damla yaş geldi. Hiç konuşmadı. Ama emin ol konuştuğu zaman sana ben söyleyeceğim, o güzel haberi sana ben vereceğim” dedi. O güzel haber hiç gelmedi. Antep’e yola çıktık. Her geçen dakika ağırlaştı. Ameliyata girdi ama kurtulacak diye umut ediyordum. Çünkü eşim çok sportif, kendine dikkat eden, vücut olarak çok güçlü biriydi. Ne ameliyatı olursa olsun atlatır diyordum. Hastaneye gittik “hayati tehlike devam ediyor” dediler, orada yıkıldım. Ama yine atlatır diye umut ediyordum. Bizi yalnız bırakmaz dedim. Sonra “5 gün uyutulacak” dediler. Duramadım otelde, sabaha karşı hastaneye geldim. Giden gelmiyor, giden gelmiyor. Sonra doktorlar hep birlikte gelip o acı haberi verdiler. Çok şükür elhamdülillah, metanetle karşılıyor insan ama gün geçtikçe boşluğu ağırlaşıyor.
Şimdi nasılsınız, ne yapacağınıza karar verdiniz mi?
Daha yolumu, rotamı çizmedim. Ben her işimi eşime danışıp yapan bir insandım. O ne söylüyorsa doğru görüyor, doğru söylüyor diyordum. Gerçekten ufku çok geniş bir insandı. Asım Eren mi yetim kaldı, ben mi bilmiyorum. Fikir açısından ona çok ihtiyacım var. Hep gözü üzerimde gibi. Bir şey yapıyorum o hoşlanmayabilir diye geri adım atıyorum. Hak hukuka çok dikkat ederdi. Gölgesi üzerimizde. Hala inanamıyorum. Keşke o hayatta olsa da, kendini o anlatsaydı. Hiç bilinmedi. Ne şartlar altında çalıştığı İçişleri camiasında bile bilinmedi. Şimdi “Çalıştığı yerleri gördükçe içimiz sızlıyor” diyorlarmış. Bana demişti ki; “Ayşegül hiçbir kaymakam bana sen benim hakkımı yedin, iyi yerlerde çalıştın meslek hayatında güzel geçirdin diyemez. Çünkü ben en ağır şartlarda çalıştım. İçim rahat başım dik, bu Derik’i de atlattık mı yolumuz düze çıkacak.” İçimi en çok yaralayan nokta, dağdan gelen iki kişi şehit etseydi bu kadar içim acımazdı. Hedefti, kaymakamdı, kayyumdu. Çalışma arkadaşları onun nasıl bir karakteri olduğunu, sesini bile yükseltmediğini, Derik için neler yaptığını, çocuğunu nasıl sevdiğini bile bile yaptılar. Birlikte çalıştılar, görüyorlar. Bu hainlik içimi çok acıtıyor.
Asım Eren nasıl algılıyor olanları?
Kayyum atandığında biz Konya’ya geldik. O ayrılık Eren’i çok yıprattı. Bütün huyu ahlakı değişti. Günde 10 kere babasıyla telefonla konuşuyorlardı. Eşim ne şart altında olursa olsun Eren konuşmak istiyorsa iki çift laf mutlaka söylerdi. Her akşam uyumadan önce telefonla konuşup iyi geceler diliyorlardı. Ayda bir eşim gelip bizi görüyordu. O zamanları iple çekiyordu. En son Ankara’da buluştuğumuzda da çok güzel oynadılar. Bütün streslerini attılar. Antep’e giderken Eren’i de götürdüm. Hafif yaralı dedikleri için gözünü açtığında ilk Eren’i görmek ister hastanede dedim ama meğer öyle bir tablo yokmuş. Eren o hastane süreçlerini, Gaziantep’teki töreni yaşadı. Herkes ağlıyor. Olumsuzlukları fark etti ama çok sakin bir çocuk. Beni hiç yormadı.
Buraya geldiğimizde oyuna verdi kendisini. Sürekli bana gelip “Babamla telefonla konuşalım” diyordu. Ben de “Babanla artık görüşemeyeceğiz” diyordum. “İşe mi gitti, çok mu işi var. Derik’te mi” diye soruyordu. Baktı ki aramama süreci uzadı. Bir çocuk psikiyatristiyle birlikte hareket ederek “Baban bir daha gelmeyecek, o seni görüyor” gibi şeyler söyledim. Uyku problemi çok oldu. İyi geceler telefon konuşmalarını yapamadığı için uyuyamıyor. “Kötü rüyalar görüyorum” diyor. Televizyonda bir program izliyorduk, babasının video gösterisi geçti. Kulaklarını kapattı. “Anne kapatın televizyonu gece uyuyamıyorum” dedi. Çok etkilenmiş demek ki. Önceden en çok kimi seviyorsun derdim “Babamı ve seni” derdi. Son dönem sorduğumda “Sadece seni” diyor.du. O kadar içime dokunuyor ki o “sadece” kelimesi. “Oğlum baban bizimle hala. Hep babamı ve seni seviyorum de tamam mı” dedim. Şimdi “Babamı ve seni” diyor.
Kabre götürdüm. “Oğlum buradan bir kapı açıldı baban cennete gitti. Orada seni bekliyor” dedim. “Anne biz de gidelim” dedi. Bizim gitmemiz için baban gibi güzel işler yapmaya ihtiyacımız var. Derik’te çalıştığı gibi cennette de bizim için çalışıyor. Biz de burada çalışacağız, sonra cennette buluşacağız” dedim. Çocuk rahatladı. Mezar taşını öptü. Çiçekleri sevdi.
Ablası Ayşe Türkhan: Onsuz nasıl devam edeceğiz bilmiyorum
Çocukluğumuzda ablamlar, abimler evlendi gitti, biz ikimiz büyüdük. Şimdi hatırlıyorum da sesi bile yükselmeyen bir çocuktu. Hiç bağırmayan insan olur mu? Var mıdır bu zamanda bağırmayan bir erkek. Kardeşimin sesi hiçbir zaman yükselmedi. Çok ince ruhlu bir insandı. Açıkçası onsuz nasıl devam edeceğiz bilmiyorum. O kadar büyük bir boşluk bıraktı. İnsan ruhunu hiç incitmeyen güzel ahlaklı mütevazi biriydi. Mütevazi olanı Allah yüceltir diye bir söz var ya o öyleydi. Buralarda onun kaymakam olduğunu bilmeyenler bile vardı. Çok büyük bir kayıp. Hala şunun şaşkınlığı içerisindeyiz: Evet oradaydı. Hendek operasyonları sırasında uyumamıştı 5 gece. Ama içimiz rahattı, kaymakamlara bir şey olmuyordu 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde 2 bin- 3 bin mülki amir içinde kimsenin başına böyle bir şey gelmedi. Hiçbir kaymakama bu yapılmadı. Gerçekten oradan çıkacağına emindik. Bizim başımıza geldi. Olay gerçekten çok büyük bunun farkındayız. Tesellimiz de büyük, onur da büyük ama acımız çok büyük.
Kaynak: Gerçek Hayat Dergisi