GÜNCEL
Suriye'de değişen dengeler ve Fırat Kalkanı
15 Temmuz darbe girişiminin ardından millileşme adımlarını hızla atan Türkiye, 24 Ağustos itibariyle DAEŞ ve PYD'ye karşı Özgür Suriye Ordusu ile birlikte bölgede harekata başladı. Başarılı geçen 16 günün sonunda Türkiye'yi ve bölgeyi neler bekliyor?
Muhammed Bouazizi, Tunus'tan Orta Doğu'ya yayılan yeni bir fitilin ateşini yaktığında hiç kimse bunun bölgenin siyasal düzenini baştan sona değiştireceğini düşünmemişti. Sonradan Arap Baharı olarak adlandırılan Orta Doğu'da özgürlük ve ekonomik refah isteği, halklardan yönetimlere hızla ulaşan halk hareketine dönüştü.
Meydanları dolduran binler, önce on binlere ve yüz binlere, ardından da milyonlara ulaştı. Tunus, Mısır, Libya, Cezayir, Ürdün, Yemen ve Suriye'de büyük çapta, Lübnan, Irak ve Suudi Arabistan'da ise küçük çapta gösterilere neden oldu.
Diktatörler Devrinin son halkaları yerlerini halkın isteği ve demokratik seçilmişlere bıraktı / bırakmak zorunda kaldı. Orta Doğu'da değişim rüzgarları eserken Suriye'de Rejim baskısını artırıyor ve değişime direniyordu.
Suriye'de 15 Mart 2011'de başlayan ve Nisan 2011'de bütün ülke çağına yayılan gösterilere Rejim sert önlemler ve katliamlarla cevap verince, Suriye'de yeni bir iç savaş başladı.
Şubat 2016'da uluslararası gözlemci ve kuruluşların verdikleri rakamlara göre 460 bin kişinin hayatına mal olan, milyonlarca insanın evlerinden ve yurtlarından kopmasına neden olan savaştan en çok etkilenen ülkelerin başında Suriye ile 877 km sınır boyu olan Türkiye geldi.
Savaştan kaçan Suriyeli mültecilere kapılarını sonuna kadar açan Türkiye, savaşa insan ve merhamet duygularıyla yaklaştı. Kendi halkını katletmekten çekinmeyen Esed Rejimine karşı halkların yanında mücadele etti. Taki 24 Ağustos 2016 tarihine kadar.
15 Temmuz hain kalkışmanın sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti Hükümetine karşı planlanmadığı kısa sürede içinde anlaşıldı. Çok boyutlu ve uluslararası bir üst aklın Orta Doğu üzerinde yeni bir bölme ve parçalama stratejisinin en önemli ayağı olan Türkiye'nin güçsüzleştirilmesi projesi başarısızlığa uğradı.
Kendi iç sorunlarıyla uğraşan Türkiye bölgede güçlü bir aktör olamıyordu. Fakat sorunlarını halletmiş, birlik ve beraberlik içinde ayağa kalkan Türkiye bölgede farkını kısa sürede belli etti. "Fırat Kalkanı" adı verilen operasyonda ABD ve Koalisyon Güçleri ile Rusya'nın uzun süredir yapamadığını çok kısa sürede başardı.
Cerablus'a 14 saatte giren Türkiye Ordusu, Özgür Suriye Ordusu askerleriyle birlikte yürüttüğü mücadelede alnının akıyla ve bölge halkının desteğiyle ilerleyişini sürdürüyor.
Peki Türkiye Cerablus'a neden girdi? Bölgede değişen düzen ve ilişkiler neler? Bölgeyi bundan sonra neler bekliyor? Bütün bu soruları sizler için derlediğimiz dosya analizimizde bulacaksınız.
FIRAT KALKANI HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER
Bölgedeki Aktörler Kimler?
Esed Rejimi: Arap Baharı sonrasında sıranın kendisine geleceğini gören ve önlemler alan Beşşar Esed Rejimi, on binlerce kişinin siyasal ve ekonomik anlamda daha fazla özgürlük istemine silahla karşılık verdi ve iç savaşı başlattı.
Özgür Suriye Ordusu: Suriye'deki demokratik muhalif gruplar tarafından halkın korunması amacıyla kurulan birlikler Suriye’nin kuzeybatısında ve güneyinde geniş kesimler de etkili savunma ile Esed Rejimine karşı muhalefetin odak noktası haline geldiler.
DAEŞ: ABD ordusunun Irak'tan çekilmesinin ardından oluşan terör örgütü, Suriye'deki ayaklanmaların başlamasının ardından ülkedeki kaosu fırsat bilerek ülkenin geniş kesimlerini kontrolü altına aldı.
Özellikle Suriye'nin kuzeyinde, Rakka şehri çevresi DAEŞ’in kontrolünde. Örgütün amacı bölgede sözde hilafet devleti kurmak. DAEŞ’in en büyük mali kaynağını petrol satışı oluşturuyor. Rus Ordusunun ve ABD öncülüğündeki koalisyonun hava bombardımanları çok sayıda petrol sahasına ve sevkiyat yoluna zarar verse de, örgütü tamamen bitiremedi. Türkiye’nin bölgeye girmesi ile birlikte örgüt geri çekilmeye başladı.
YPG – PYD: Kürtler, Suriye'de önemli bir aktör ve DAEŞ’le mücadelede önemli rol oynuyorlar. PYD'nin silahlı kanadı YPG'nin 50 bin mensubunun olduğu tahmin ediliyor. Ancak YPG'nin PKK ile bağlantılı olması Türkiye'nin Suriye'deki Kürt birliklerine karşı sert bir tutum benimsemesine neden oluyor. PKK, AB ve ABD tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılıyor.
YPG, bir taraftan Esed rejimi ile diğer taraftan ise rejim karşıtları ile işbirliği içinde hareket ediyor. ABD Kürtleri DAEŞ mücadelede önemli bir partner olarak görüyor. ABD, YPG'yi hem hava saldırıları hem de lojistik ve silah sevkiyatı ile destekliyor. Bu Suriye savaşını daha da karmaşık bir hale getiriyor. Türkiye ve ABD, DAEŞ’e karşı mücadele etse de Türkiye aynı zamanda PKK'yı da bir terör örgütü olarak görüyor. Rusya ise PYD'yi destekliyor.
ABD: Uluslararası koalisyon öncülüğünde 2014 yılından bu yana DAEŞ’e karşı hava harekatlarına devam ediyor. Koalisyon içerisinde Fransa, İngiltere, Almanya ve Suudi Arabistan’ın da bulunduğu 60 ülke yer alıyor. Fakat bütün ülkeler hava harekatlarına katılmıyor farklı türde destek veriyor.
Rusya: Şam açısından önemli bir partner. 2015 yılının sonundan bu yana Rusya Suriye'de hava saldırıları düzenliyor; resmi açıklamalara göre harekatın amacı DAEŞ’le mücadele. Gözlemciler, Özgür Suriye Ordusu tarafından kontrol edilen bölgelerin de Rusya tarafından bombalandığı ve sık sık sivil kurbanlar verildiği eleştirisinde bulunuyor.
İran: Rejim karşıtı hareketlerin başladığı 2011 yılından bu yana Esed rejimini destekliyor. Komşu ülke, binlerce askeri özellikle de devrim muhafızları ve paralı askerleri Suriye'ye gönderdi. BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura, İran'ın Esed'i desteklemek için yılda 6 milyar dolar harcadığı tahmininde bulunuyor. Diğer uzmanlara göre ise İran'ın Esed rejimi için yıllık harcamaları 20 milyar dolar tutarında.
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Bayram Sinkaya; “Suriye, İran’ın stratejik derinliğidir” diyerek Suriye’nin İran açısından ne kadar önemli olduğunu vurguladı. İran için en iyi senaryonun mevcut Esed iktidarının devamı ile Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını olacağını söyleyerek konuşmasını tamamladı.
Türkiye: Gerek Suriye’ye yakınlığı ve gerekse mülteciler konusunda yaptıklarıyla Türkiye Suriye Krizinden en çok etkilenen ülke oldu. Ayrıca Türkiye hem Rusya ile hem de ABD ile karşı karşıya kalan tek ülke.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türkiye SETA Dış Politika Direktörü Ufuk Ulutaş’a göre; Türkiye krizi ilk olarak insani düzlemde görüyor, bu insani düzlemin genel Suriye politikalarının çoğunluğunu oluşturan kapsamlı, organize ve geleceğe dönük bir politikalar bütünü olduğunu vurguluyor.
İkinci olarak siyasi düzlemden bahseden Ulutaş, “Türkiye önce ikili, sonra bölgesel ve en üst düzeyde uluslararası düzlemde çözüm arıyor fakat bütün düzlemlerde başarısız olduktan sonra Suriye muhalefetinin yanında yer almaya karar verdi.” dedi.
Ulutaş, Türkiye’nin Suriye muhalefetinin müzakere masasına organizasyonel destek vermesinin yanı sıra, onlara karşı müdahaleci bir tavır takınmadığına, yönetim ve temsilcilerine karışmadığına vurgu yaptı.
Son olarak Türkiye’nin askeri düzlemde attığı adımlara değinen Ulutaş, Türkiye’nin her hamlede BM’nin bağlayıcı kararlarına riayet ettiğini, bununla beraber iç ve dış basında sürekli olarak operasyon haberleri yapıldığını fakat mevcut ABD kısıtlaması göz önüne alındığında Türkiye’nin Suriye’ye kapsamlı bir askeri operasyon yapmasının olası görünmediğini söyledi. Türkiye için en iyi senaryonun Esed’in ve yanındakilerin gitmesinin ve Suriye’de muhalefet ile beraber bir çözüm getirilmesinin olacağını vurguladı.
Bölgesel aktörlerin yanında küresel aktörlerin de devreye girmesiyle birlikte Suriye meselesi bir ülkenin iç meselesi olmaktan çıkıp küresel bir sorun haline geldi. Suriye üzerine gerçekleştirilen tartışmaların da bu eksen ve düzlemde incelenmesi gerekmektedir.
Fırat Kalkanı Nedir?
Türkiye, 24 Ağustos sabahına önemli bir haberle uyandı. Başbakanlıktan yapılan açıklamaya göre; "Türk Silahlı Kuvvetleri, koalisyon hava kuvvetleri tarafından Suriye'nin Halep kentine bağlı Cerablus bölgesine terör örgütü DAEŞ’ten temizlenmesi amacıyla askeri harekat başlatılmıştır." denildi. Bu açıklama sonrası TSK Cerablus'u ağır bombardıman ateşine tutarken, Türk Hava Kuvvetleri 11 adet hedefi bombaladı.
Ertesi gün TSK, "Topraklar ilhak edilmeyecek Özgür Suriye Ordusu'na teslim edilecektir." açıklaması yaptı. Özyeğin Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın konu hakkında; “Türkiye, Fırat Kalkanı diyerek Fırat’ın Batısına geçecek terör örgütlerine net bir mesaj veriyor: Fırat’ın Batısına geçeni vururuz.” dedi. TSK’nın toprak ilhak etmeyeceğiz açıklamasını teyit eden Caşın bölgenin tamamen terörden temizlenmesinin amaç edindiğini sözlerine ekledi.
Türkiye’nin Suriye’deki amacı netleşmesinin üzerine “Fırat Kalkanı” başladı. Peki operasyona neden “Fırat Kalkanı” ismi verildi. Tarihe gönderme olan Fırat Kalkanı ismini; Irak'ın 1990'da Kuveyt'e girmesinin ardından Suudi Arabistan'a yönelmesi ihtimaline karşı ABD öncülüğünde kurulan koalisyon güçlerinin operasyona "Çöl Kalkanı" (Operation Desert Shield) adını vermesi, Irak'a yaptığı operasyona ise "Çöl Fırtınası"na atıfla aldı.
ABD İttifakının Irak'tan sonra Suriye, Yemen, Sudan, Somali, Libya diyerek devam eden ve Türkiye, Suudi Arabistan şeklinde genişlemesini planladığı talan projesine karşı Türkiye'de “Fırat Kalkanı” adını verdiği operasyonla karşılık verdi. Türkiye bölgede daha fazla projeye ve talana izin vermeyeceğini böylece ilan etti.
TÜRKİYE CERABLUS’A NEDEN GİRDİ?
Cerablus, sahadaki bütün aktörler için büyük önem arz ediyor. Cerablus, Fırat Nehri’nin batısında bulunması nedeniyle lojistik açıdan da ayrıca önemlidir. Bununla birlikte Türkiye ile olan sınır kapısı, buraya yerleşecek olan Türkiye’nin desteklediği birliklere verilecek desteklerin ikmalini kolaylaştırıyor.
Ayrıca Cerablus hattından güneybatıya doğru başlatılacak olası bir harekat batı cephesinde arkasına Fırat’ı aldığından ve kuzey cephesinde ise Türkiye olduğundan daha güvenle gerçekleştirilebilir. Türkiye’nin güvenli bölge projesini gerçekleştirmek için hem Çobanbey-Azez-Mare’den hem de Cerablus tarafından DAEŞ’e karşı harekat düzenleyebilir.
Temmuz 2012’de Suriye muhalefetinin kontrolü altına giren Cerablus, 2013 yılının sonlarına doğru DAEŞ tarafından ele geçirildi. Son olarak DAEŞ Tel Abyad’ı kaybettikten sonra dışarıya açılan tek kapı olarak sadece Cerablus’u elinde tutabildi. Nitekim bu nedenden dolayı Cerablus sınır kapısı üzerinden kaçak yollardan geçiş yapmak isteyen birçok kişi Türkiye tarafından da tutuklandı.
PYD ise 2015 yılının ortalarında Cerablus’a yönelik bir taarruzda bulunarak bölgeyi kontrolü altına almayı planladı. Böylelikle Kuzey Suriye’de ilan ettiği kantonları birleştirmeyi de planlıyordu. Bu nedenle, PYD’nin kantonlarının birleşmemesi ve Türkiye’nin sınır hattında daha fazla tehlike oluşturmaması adına Cerablus büyük önem taşımaktaydı ve Türkiye Cerablus’a girdi.
Türkiye, defalarca PYD’ye tek taraflı eylemlerden kaçınması ve Suriye’nin geleceğinin, Suriye halkının tamamı tarafından belirlenmesi gerektiğini açıkladı. Ancak, bu uyarıları ne Amerika tarafından ne de terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD tarafından dikkate alınmadı.
ABD, DAEŞ’le mücadelesinde PYD’yi kara gücü olarak sahada tuttu. Haziran 2015’e gelindiğinde ise PYD iki kantonunu, Cezire ve Kobani’yi birleştirdi. Bu iki kanton arasındaki alanı ağırlıklı olarak DAEŞ’ten aldı. Buralarda nüfus değişiklikleri de yapan PYD, Suriye’nin kuzeyinde, bütün Türkiye’nin ise güney sınırı boyunca yönettiği bir yapılanma ortaya çıkaracaktı.
Yeni Şafak Yazarı Ali Bayramoğlu operasyonun esas amacının; “Türkiye, bir ön devlet oluşumu olarak gördüğü ve varoluşsal bir tehdit olarak algıladığı Kürt koridoru, Kürt özerk alanı gibi gelişmelere önlem almak” olduğunu dile getiriyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Ağustos 2016 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde engellilerin kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirilmesi için düzenlenen kura töreninde yaptığı konuşmada, yerel ve küresel terör gruplarına karşı gerçekleştirilen Cerablus operasyonunun amacını şöyle açıkladı:
“Hem kendi geleceğimiz, hem de Suriye'nin geleceği için hangi adımı atması gerekiyorsa o atılacak. Türkiye'ye tehdit unsuru oluşturacak kim olursa olsun onlar bertaraf edilecek. Türkiye'nin arkasında milletin yanı sıra dünyanın her yerinden milyonlarca mazlumun duası var. Başaramayacaksınız! Milletimizi bölemeyeceksiniz, bayrağımızı indiremeyeceksiniz, vatanımızı parçalayamayacaksınız, devletimizi yıkamayacaksınız, ezanlarımızı susturamayacaksınız, bu ülkeye diz çöktüremeyeceksiniz, bu halka boyunduruk vuramayacaksınız.”
Cerablus Operasyonu neden şimdi yapıldı?
Türkiye’nin Cerablus’a yönelik askeri harekatını “diplomatik olarak iyi hazırlanılmış ve zamanlamasının çok doğru gerçekleştirildiğini düşünüyorum” diyen Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Kasım Han sözlerine “Türk dış politikası, uzun zamandır ilk defa hassas ve çok taraflı bir problemi, kendi istediği yönde taraflar arasında bir uzlaşı yaratarak çözüme soktu.” şeklinde devam ediyor.
Stratejist Serhat Erkmen’e göre Türkiye’nin Cerablus operasyonu, Suriye’deki dengeleri değiştirecek bir hamle, çünkü her şeyden önce ilk kez sahaya müdahale edebilecek olduğu halde, örtülü operasyonlar dışında etmemiş bir güç olan Türkiye artık sahada. Desteklediği Özgür Suriye Ordusu da uzun süren gerilemeden sonra taarruza geçti. Sonuçlar da kalıcı olabilir.
Fırat Kalkanı operasyonu ile Türkiye bütün aktörlerin kabul ettiği şekliyle birden fazla hedefi gerçekleştiren oyun değiştirici bir adım attı. Azez – Cerablus hattında güvenli bölge oluşturmaya girişerek makro düzeyde Suriye denklemindeki rolünü sağlamlaştırdı. Peki operasyon için neden bu kadar beklenildi? Sorunun cevabı 15 Temmuz’da.
Takvim yaprakları 24 Kasım 2015’i gösterdiğinde Rus Su-24 uçağının düşürülmesi bölgede yeni ilişki ve krizlerin doğmasına neden oldu. Uçağın düşürülmesinin gerçek nedenleri ise sonrasında anlaşılacaktı. Kasım 2015’ten Temmuz 2016’ya geldiğimizde planlanan ihanet gerçekleştirilmeye çalışıldı. FETÖ yapılanması içinde TSK’daki bazı hainlerin oluşturdukları cunta yönetime el koymaya kalkıştı. Fakat tahmin edemedikleri Türkiye’yi karşılarında buldular. Vatandaşların kendilerini tankların önüne attıkları, askerleri durdukları 15 Temmuz Direnişinin ardından ordu içindeki hainlerin temizlenmesi tamamlanınca silahlı kuvvetlerin operasyon kabiliyeti otomatik olarak arttı.
15 Temmuz sonrasında Rusya ile ilişkilerin normalleştirilmesi ile başlayan süreçte ise Türkiye artık Suriye’de değişen dengelerin mimarı oldu. Ordu içindeki hainlerin temizlenmesi ile silahlı kuvvetlerin başarılı hamlelerinin art arda gelmesi; 15 Temmuz ve Suriye’de yaşananların birbirinden ayrı düşünülemeyeceğinin delilidir. SETA Araştırmacısı Can Acun bu durumu “FETÖ prangasından kurtulan Türkiye bölgede daha özgür hareket alanına ve yeterliliğine sahip oldu” diyerek açıklıyor. Milli Ordu stratejik hamleleriyle bölgede başarılı olmaya devam ediyor. Bu başarının arkasında ise; Türkiye’nin hiçbir terör örgütünü ayırt etmeksizin hepsine karşı topyekun mücadeleye girmesi geliyor. Amerika gibi terör örgütü PYD’yi veya DAEŞ’in kimi unsurlarını terör olarak görmemek hatasına düşmeyen Türkiye bölge halkının da sevgisini kazandı.
Türkiye’nin bölgedeki varlığına kimlerin sevindiği kimlerinse endişelendiği Türkiye’nin yürüttüğü Fırat Kalkanı’nın en güzel işarettir. Aşağıda YPG’nin sözde lideri Salih Müslüm, yukarıda ise Türkiye askerlerini görüp onlara el sallayan sevincini belli eden Suriyeli bir çocuk. Bu iki fotoğraf bütün yaşananları özetler nitelikte.
ÖSO’NUN KONTROL ETTİĞİ BÖLGELER NERELER?
Fırat Kalkanı ile Türkiye DAEŞ’ten ve diğer terör örgütlerinden temizlediği noktaları Özgür Suriye Ordusu eliyle kontrol ediyor. Türkiye ve ÖSO güçleri ilk olarak Cerablus’a girdi ve bu bölgeyi kontrolü altına aldı. Cerablus – Azez sınırı hattının tamamen kontrol altına alınmasının ardından Cerablus’tan Çobanbey’e kadar olan bölgeyi temizleyen Türkiye, hedefinin El Bab olarak belirledi.
Stratejik alanların dışında birçok köyü de kontrol altına alan Türkiye bölgenin gerçek sahipleri olan halkı ise kendi evlerine yurtlarına taşımaya başladı. İlk olarak Cerablus’lu Suriyelilerin taşınma işlemleri başladı.
Bu noktada operasyonların devamı ve sonuçlarının Türkiye’nin istediği ve beklediği şekilde devam etmesi ise, ÖSO’nun kontrolü elinde tutmasıyla paralel olacak. TSK komutasındaki operasyon Özgür Suriye Ordusu unsurlarını Cerablus ve çevresinde tahkim edecek bir minvalde yürüyor. Cerablus operasyonunun kalıcı bir başarıya dönüşmesi için SETA Genel Direktörü Burhanettin Duran üç hususun doğru yönetilmesi gerektiğini söylüyor:
1.“Muhaliflerin Azez- Cerablus hattının tamamının kontrolünü ele geçirecek askeri kabiliyeti göstermesinin temini.
2.ABD ile YPG'nin Munbiç'ten çıkarılması yönünde bir uzlaşmaya varılabilmesi.
3.DAEŞ'in operasyona tepki olarak artıracağı vur-kaç ve canlı bomba saldırılarının engellenebilmesi.”
CERABLUS VE AZEZ’İN MAKUS SAVAŞ TARİHİ
Cerablus, Suriye’nin Halep iline bağlı ve Türkiye’nin Suriye sınırında yer alan bir şehirdir. Cerablus’un hemen karşısında Gaziantep’in Karkamış ilçesi yer alır. Suriye Savaşı’nın ardından DAEŞ’in kontrolünde olan Cerablus, Fırat Kalkanı ile 24 Ağustos itibariyle TSK ve ÖSO’nun kontrolüne geçmiştir. Cerablus Operasyonu’nun 5. Günün sonunda ise Cerablus merkezi ve 33 köyü tamamen güvenli hale getirildi, 7 Eylül itibariyle ise esas sahipleri olan sivillerin bölgeye yerleştirilmesi başladı.
Cerablus’un ardından Türkiye kuvvetleri Kilis’ten Suriye’nin Rai (Çobanbey) ilçesine girdi. Sınırda konuşlu DAEŞ bölgelerini vuran tanklar, akşamüzeri Çobanbey bölgesinde bulunan İdalat, Talyah Garbiyah ile Kubba Turkuman Havaalanı'nın, koalisyon güçleriyle birlikte Özgür Suriye Ordusu birlikleri tarafından ele geçirildiği ifade edildi.
Azez, yine Halep’e bağlı bir nahiyedir. Suriye Rejim güçlerinin elinde olan Azez, 2011 yılında kendi içerisinde çıkardığı güçlerle Rejime karşı çatışmalara başlamış, 2012 yılında ise ÖSO bölgedeki birçok köyü ele geçirdikten sonra hedefini Azez’e çevirmiştir. Azez Kilis’in hemen karşısında yer alıyor.
Ağustos 2012’de ÖSO’nun ele geçirdiği Azez’e 2013 Eylül’ünde DAEŞ milisleri saldırmış, 2014’te tekrar DAEŞ’ten alınmış, bir yıl sonra DAEŞ tekrar Azez’e saldırmaya başladı. Bölgedeki istikrarsızlık bu şekilde devem ederken 2016’nın başlarında Rus destekli Rejim Ordusu Azez’e saldırmaya başladı. YPG’nin de devreye girmesiyle birlikte Azez yeni saldırıların hedefi haline geldi.
Fırat Kalkanı’nın 12. Gününde ise Azez Cerablus hattının birleştirilerek DAEŞ teröründen temizlendiği duyuruldu.
Türkiye bölgede istikrarsız olarak birçok defa el değiştiren bu şehirleri ÖSO güçleriyle kontrol ediyor ve bölgenin esas sahipleri olan sivil halkı evlerine göndererek bölge barışından ve Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olduğu tekrar gösteriyor.
Rakka Operasyonu Mümkün mü?
Rakka, Rakka, Suriye’de 2011’de iç savaşın başlamasından iki yıl sonra, 4 Mart 2013’te ÖSO’nun eline geçen ilk şehir oldu. ÖSO, Rakka’yı ellerinde tutmak için rejimle mücadele ederken, DAEŞ güçleri bu mücadeleye katılmayıp, kentin yönetimini ele geçirmeye çalıştı. Bir kaç kez el değiştiren şehir, 14 Ocak 2014’te tamamıyla DAEŞ’in eline geçti.
Rakka, Fırat Nehri üzerinde kurulu olması, tarım açısından önemli bir alan olması ve Tabka Barajı’nın Halep’in elektrik ve su ihtiyacını karşılaması, en önemlisi bir çok yolun kesişme noktası olması şehrin önemini artıyor.
BUNDAN SONRA BÖLGEDE NELER OLUR?
Bölgede bundan sonra ne olur sorusunun cevabını öğrenmek için Joe Biden’ın 24 Ağustos’ta Ankara ziyareti kapsamında yaptığı açıklamalara bakıldığında tekrar tekrar “Türkiye’nin ABD’den daha iyi bir dostu olmadığına” vurgu yaptığını gördük.
Aynı zamanda bu ABD tarafından Türkiye’nin kendilerinden uzaklaşmaması yönünde olan isteği olarak da anlaşılabilir. Bu bağlamda PYD’nin Fırat’ın doğusuna geri çekilmesinin gerekliliğinin dile getirilmesi, ABD’nin Suriye politikası hususunda Türkiye’ye yakınlaştığı yönünde yorumlanabilir. Bunun dışında Esed rejiminden sadece ufak ölçekli bir tepkinin verilmesi Türkiye-İran görüşmelerinin de neticesi olarak görülebilir. Ayrıca Rusya ile girilen normalleşme süreci bundan sonra tarafların ortak düşmanları olarak DAEŞ’in yanı sıra PYD’nin dahil edildiği şeklinde anlaşılabilir.
Türkiye Suriye krizinin ilk anlarından itibaren ülkenin toprak bütünlüğüyle alakalı sergilemiş olduğu duruş sebebiyle, bu yönde aynı fikirde olan taraflar arasında ortak bir zemin oluşturdu. Sonuç olarak zamanında ABD’nin DAEŞ ile mücadele kapsamında oluşturduğu bu zemin, şimdi PKK/PYD’ye de karşı mücadeleye ve Suriye’nin bütünlüğünü koruma hedefli bir şekle evrildi.
Diğer taraftan Fırat Kalkanı Operasyonu’na kadar özellikle Kuzey Halep bölgesinde yaşanan gelişmeler ve oluşan denklem PYD lehine seyrediyordu. ABD öncülüğündeki koalisyonun desteğini alan PYD-YPG, hem DAEŞ’e hem de ÖSO’ya karşı hızlı bir şekilde ilerleyiş kat ediyordu. Ancak bu operasyonla beraber artık Türkiye ve Türkiye’nin hava güçleri sahadaki denklemler üzerinde etkili olmaya başladı.
Rus uçağının düşürülmesinden sonra Suriye hava sahasına ilk defa giren Türkiye Hava Kuvvetleri, ABD öncülüğündeki koalisyonun hava sahasındaki tekelini de kırdı. Bu boyut göz önünde bulundurulduğunda önümüzdeki süreçte sahada köklü değişiklikler söz konusu olabilecektir.
Şimdiye kadar DAEŞ ile mücadele bahanesi ile Kuzey Suriye’de bir PYD kuşağı kurmayı hedefleyen ve hızlı bir biçimde ilerleme kaydeden PYD, hem DAEŞ’le mücadeledeki konumunu hem de hava desteğinin tek alıcısı olma sıfatını kaybetti. Muhalif gruplar ise bundan sonra hava desteği almaya devam ederlerse DAEŞ’e karşı ilerleyerek PYD’nin hareket alanını sınırlama imkânına kavuşacaktır.
YPG ve DAEŞ’in gerilemesi ile beraber Türkiye’nin ve Suriye muhalefetinin pozisyonu güçlendirilecektir.
TÜRKİYE BUNDAN SONRA NE YAPAR?
SETA Araştırmacısı Can Acun’a göre; Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu sonrasında daha önce de sık sık gündeme gelen güvenli bölgenin oluşturulması yönünde adımlar atması beklenebilir. Buna göre Azez-Cerablus arasındaki 90 km boyuna, 40 km enine olan bir alandan DAEŞ ve PYD/PKK terör örgütüne bağlı unsurlar temizlenerek, tampon bir bölgenin tesisi sağlanabilir.
Böylelikle Türkiye’nin ulusal güvenliği adına önemli tehditler bertaraf edilirken aynı zamanda yerlerinden edilmiş bölge halkının tekrar güvenli bir şekilde evlerine dönebilmesi de temin edilebilecektir. Nitekim Cerabluslu halkın Cerablus’a nakli başladı.
Türkiye’nin bundan sonra atacağı adımların başında sınır hattını tamamen güvence altına alarak, kendisine müzahir Suriyeli muhalif unsurların güneye doğru bir derinlik oluşturmasını sağlamak olacaktır.
Bununla birlikte oluşacak olan güç dengesindeki değişim ile beraber Türkiye İdlib-Halep’teki muhaliflerin birleşme çabalarına destek olup, rejimin karşısında masada ve sahada güçlü bir aktör olarak oturmalarını sağlayabilir.
Suriye’nin kuzeyinde oluşacak yeni gerçeklikler Suriye’de siyasi çözüm çabalarına olumlu olarak yansıyacak, muhalefetin eşit bir taraf olarak müzakere masasına oturmasını ve Suriye’nin toprak bütünlüğü temelli görüşmelerin yapılmasını sağlayacaktır. Fırat Kalkanı Operasyonu siyasi müzakereleri daha reel bir zemine oturtacak olması sebebiyle de önem arz etmektedir.
Cerablus Operasyonu Nasıl Değerlendirilmeli?
SETA Araştırmacısı Can Acun; Türkiye’nin hedeflerini kısa-orta ve uzun vadeli değerlendirebileceğimizi söylüyor ve ekliyor: “Kısa vadede; Cerablus’un alınması ve sınır hattının Cerablus’tan Çobanbey’e kadar DAEŞ’ten temizlenmesi idi ve bu başarıldı.”
Orta vadede Türkiye’nin hedeflerini; “Türkiye’nin daha önce güvenli bölge ilan etmek istediği Azez’den Cerablus’a kadar olan 90 kilometrelik hattın en azından 40 km genişlikte bir koridorla Halep’e ulaşması. Bu koridorun tamamen terörden temizlenmesi, güvenliğinin sağlaması ve ÖSO kuvvetleriyle kontrol edilmesi.” şeklinde açıklayan Acun, uzun vadede ise; “Türkiye’nin bütün sınır hattının Fırat’ın doğusundan başlayarak Irak’a kadar PKK – PYD unsurlarından temizlenmesi ve terörden temizlenmesi. Suriye’de merkezi bir hükümet içerisinde Suriye’nin bütün unsurlarını barındıran siyasal bir sürecin başlatılması.” olarak açıklıyor.
Stratejist Serhat Erkmen ise 4 maddede Fırat Kalkanını yorumluyor. “Askeri başarı bence daha teknik ve çatışmaya dayalı bir tabir. Siyasi başarıya dönüştüğü zaman bence gerçekten bir başarıdan bahsedebiliriz.” diyen Erkmen; birinci madde olarak Türkiye’nin kendisini DAEŞ tehdidinden uzaklaştırması olarak görüyor. İkinci olarak Erkmen Suriye’nin kuzeyinde PKK kontrolündeki kantonun oluşumunun ötelendiğini uzun vadede de bu tehdidin ortadan kaldırılması gerektiğini vurguluyor.
“Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar verebilecek diğer grupların veya parçalanmışlık durumunun ortaya çıkmasının engellenmesini” üçüncü madde olarak anlatan Erkmen, dördüncü olarak da “bunları yaparken Suriye’deki hem diplomatik hem siyasi anlamdaki masaya yeniden güçlü bir aktör olarak oturmanın” kaçınılmaz olduğunu dile getiriyor.
Önümüzdeki haftanın çok daha çetin geçeceğini bekleyen Erkmen’e göre; DAEŞ, “Türkiye'yi koruyamayacağı alanlardan çekilip bir yıpratma savaşının içine doğru çekiyor.” Çobanbey'in güneyinde DAEŞ için stratejik ve politik açıdan çok önemli sinir uçları olduğunu anlatan Erkmen en kritik alanın El Bab olduğunu vurguluyor.
“Bab, stratejik konumu, ekonomik yapısı, demografik durumu, askeri gücü açısından DAEŞ’in kolay çekilmeyeceği bir yer olacaktır. Ayrıca hem PKK hem de DAEŞ’in Suriye'de köşeye sıkışması halinde Türkiye'de terör eylemi gerçekleştirmek isteyecekleri de görülüyor.” diyen Erkmen Münbiç'in kaderini ise ABD’nin belirleyeceğini sözlerine ekliyor.
Münbiç’de bundan sonra ne olacak?
El Bab operasyonu için görüşmeler sürerken bir diğer soru da Münbiç’de bundan sonra ne olacağı. YPG’nin başını çektiği SDG’nin ABD’nin hava operasyonları desteğiyle Münbiç’i almasının ardından Ankara, YPG unsurlarının Fırat’ın doğusuna geçmesi talebini tekrarladı. ABD, bu konuda verdiği sözü tutacağını söylüyor.
Türkiye ile Amerika arasında bu konuda bir güven bunalıma yaşanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Amerika’dan yapılan ‘Fırat’ın doğusuna çekildiler’ açıklamasını doğru olmadığını, bu bilginin Türkiye’nin ancak kendi kaynaklarıyla teyid edebileceğini söylemişti.
Çin’de düzenlenen G20 zirvesinde Obama-Erdoğan görüşmesinde bu konu da görüşüldü. Obama, Münbiç’de PYD unsuru kalmadığını tekrar söylediğinde Erdoğan buna karşılık, “PYD çekildiğine göre ÖSO birlikleri Münbiç’e çatışmasız girecektir” ifadesini kullandı.
SONUÇ YERİNE
“Türkiye bölgede henüz oyun kurucu değil, oyunları bozan bir aktör” diyen Akademisyen-Yazar Abdülkadir Şen’e kulak verelim. Şen; güçlü bir PKK’ya rağmen ÖSO’nun bölgede kontrolü elinde tutmasının mümkün olmayacağını söyleyerek, “PKK’nın nispeten güçsüzleştirilmesi, ÖSO’nun bölgede güç kazanması demektir.” dedi.
Suriye Halkı’nın dışarıdan bir dayatmayı kabul etmeyeceğini ifade eden Şen, savaşın uzamasının dahi göze alındığını Suriye’nin geleceğinde Esed’in olmaması gerektiğini söyledi. Şen; “kısa vadede Esed Rejimi devlet aklıyla düşünüyor ve bu gayet normal. Rejim masaya oturup muhaliflerle anlaşır ve uzun vadede yönetimi tekrar eline alacağının planlarını yapar ve zaman kazanır” diyerek önümüzdeki dönemde Türkiye’nin işinin kolay olmadığını vurguladı.
İç savaşlarda iki tarafın masaya ancak savaşarak bir şey elde edemeyeceklerini anladıklarında oturduklarını hatırlatan Şen, Esed Rejimi’nin koalisyona sıcak baktığını söyledi. Muhaliflerin ise bu durumun farkında olduğunu ve masaya bu şartlarda asla oturmayacaklarını ifade eden Şen sözlerine şöyle devam etti: “muhalifler asla ve asla Esed’li bir çözümü kabul etmezler.” dedi.
Türkiye’nin söylemden eyleme geçmesi bölge üzerinde olumlu sonuçlar doğurdu. Bölge halkı ve Özgür Suriye Ordusu açısından olumlu olan bu durumun kalıcı hale gelmesi ise Türkiye’nin attığı stratejik adımları doğru hamlelerle tamamlaması ile olacaktır. Oyun bozan Türkiye’nin kurulan yeni oyunda hakim konumda kalması ise içeride birlik ve beraberlik ile, uluslararası arena da ise konuyu hukuksal ve adalet boyutunda doğru aktarması ile mümkün olacaktır.