GÜNCEL
Soğukkanlı cinayetten kahramanlığa: Azaria davası
İsrail halkı, Çavuş Azaria'nın Mart ayında yerde savunmasız yatan bir Filistinliyi başından vurarak öldürdüğü görüntülerin yayınlanmasının ardından, yok saydığı işgalin soğuk yüzüyle yeniden karşı karşıya kaldı.
Ancak Azaria'ya destek verenlerin çoğunluğu teşkil etmesi, İsrail toplumunun ve bölgenin geleceği için iyi sinyaller vermiyor.
İsrail'de mevcut atmosferin özeti netice itibariyle şöyle: Savunmasız, yaralı bir Filistinliyi vurmak birçok İsraillinin nezdinde bir suç değil..
Son 10 senenin olmasa da İsrail'de bu senenin davası oldu. Dava henüz sonuçlanmamakla birlikte, İsrail kamuoyu, politikacıları ve generalleri son aylarda diğer herhangi bir hukuk mücadelesiyle uğraştıklarından çok daha fazla bu davayla uğraştılar.
İsrail Savunma Kuvvetleri'nden (IDF) askeri mahkemeye sevk edilen, neredeyse anonim denecek bir çavuş, İsraillilerin bir kısmı için bir sembol, hatta milli bir kahraman haline geldi. Bu bir Filistinlinin IDF mensupları tarafından işgal altındaki Batı Şeria'da ilk kez infaz edilmesi değildi ve maalesef ki sonuncu da olmayacak. Bu olaydan sonra onlarca Filistinli çok benzer koşullarda katledildiler. Aradaki tek büyük fark ise olay yerinde, İsrail insan hakları kuruluşu B'Tselem'in Filistinli bir gönüllüsünün elinde, dava konusu olan infazı kaydeden bir kamera olmasıydı: Bu kamera savunmasız, kan kaybeden, silahsız bir Filistinlinin yerde kendinden geçmek üzere ve yarı ölü bir vaziyette yatarken kafasından vurulduğunu kaydetmişti. Abdülfettah eş-Şerif'in Çavuş Elor Azaria tarafından öldürülmesi, İsrail'de yılın davası haline geldi.
İsrail'in sonu gelmeyen Batı Şeria işgalinin tarihinde (ki bugün itibariyle neredeyse 50 seneden bahsediyoruz ve ufukta bir son da görünmüyor) Çavuş Azaria'nın yargılanması bir kilometre taşı olarak kaydedilecektir. Uzun seneler süren İsrail duyumsamazlığı, körlüğü, ilgisizliği ve cehaletinden sonra bu yargılama, işgal konusunu yeniden İsrail kamuoyunun gündemine taşıdı. Çavuş Azaria İsraillilerin oturma odalarına daldı ve onlara, en azından bir süreliğine, arka bahçelerinde bir yerde bir şeylerin yanlış gittiğini hatırlattı. Evlerinden sadece bir saat ötede neler olup bittiği konusuyla alakalarını tamamen koparmış olan İsrailliler, kendilerini senelerce rahatsız etmemiş olan ahlaki ikilemlere maruz kalmış oldular; işgal meselesi aniden İsrail'in tartışma gündemine geri döndü. Ulusun gururu ve en 'kutsal ineği' olan askerlerden bir asker, zaten ölmekte olan bir Filistinliyi vurduktan sonra, sanki kahramanca bir şey yapmışçasına, asker arkadaşları ve birkaç yerleşimci ile el sıkışıyor. Yaptığı kahramanlık mıydı? Yoksa bir cinayet mi işlemişti? Azaria şimdi ne yapmalı ve asıl soru, yetkililer Azaria'yı ne yapmalı? Bu ve buna benzer bazı sorular İsrail kamuoyunu sarstı.
Kimse ölmekte olan bir Filistinliye merhamet etmedi, zira o neredeyse tüm İsraillilere göre sadece bir teröristti. Bu Filistinlinin yargısız bir ölüm cezasını hak edip etmediğini kimse sorgulamadı ve hiç kimse kendine, bu kişiyi, evinin yakınındaki kontrol noktasında duran bir askere saldırmaya teşebbüs edecek hale neyin getirdiğini de sormadı. Bu sorular İsraillilerin çoğu için haddinden fazla cesurca. Ama en azından, aşağıda ayrıntılarıyla anlatılacak olayı takip eden aylarda, bütün vahşetiyle işgal gerçeği, en azından ana akım İsrail medyasında ve cuma günkü akşam yemeği sofralarında yeniden konuşulmaya başlandı.
İSRAİL MEDYASI İÇİN BİLE ŞOK EDİCİ
Olay 21 Mart 2016 tarihinde meydana geldi. Yahudilerin özel kıyafetler giydikleri Purim (Hamursuz Bayramı) kutlamaları sürüyordu. Sabah saat sekizi birkaç dakika geçe, El-Halil kentinden, her ikisi de 21 yaşında olan iki Filistinli (eş-Şerif ve arkadaşı Remzi el-Kasravi et-Temimi) Tel Rümeyda Yahudi yerleşim yerinin yanındaki bir IDF kontrol noktasına geldiler. Her ikisin de elinde bıçak vardı. Kontrol noktasında bulunan askerlerden birini, kolundan ve omzundan bıçaklayarak hafif yaraladılar. Askerler ateş açarak her iki Filistinliyi de vurdular. Filistinli gençler yere yığıldı. Et-Temimi'nin hemen öldüğü bildirildi, eş-Şerif ise hâlâ nefes alıyordu.
Aralarında sağlık görevlisi Azaria'nın da bulunduğu bir grup asker daha olay yerine geldi. Önce hafifçe yaralanan askeri tedavi eden Azaria, ardından kanamalı bir şekilde yerde yatmakta olan eş-Şerif'i başından vurdu.
Hadiseden birkaç saat sonra B'Tselem, gönüllü çalışanlarından İmad Ebu Şemsiye tarafından çekilmiş bir video yayımladı. Bütün İsrail medyası görüntüyü hemen servis etti. Ben de görüntüyü B'Tselem'den aldığımı hatırlıyorum; B'Tselem ile düzenli bir şekilde iş yaparım ve verdiğim ilk tepkinin şu olduğunu hatırlıyorum: “Burada yeni olan bir şey mi var?” Ama işgal güçlerinin ve işgalcilerin suçlarını hemen hiç haber yapmayan İsrail medyası için bu video epey şok edici oldu. Yerde kan kaybından ölmek üzere, tamamen savunmasız bir acizlik içinde yattığı açık-seçik belli olan genç bir adamı vurmak, İsrail askerlerinin kontrol noktalarında makaslı küçük kızları ve mutfak bıçaklı erkek çocuklarını -öldürmeden kolaylıkla yakalayıp tutuklayabilecekleri halde- vurmalarına genelde kayıtsız kalan İsrail kamuoyu ve medyasının standartlarına göre dahi haddi-hududu çok fazla aşan bir durumdu.
KATİL Mİ KAHRAMAN MI?
Video etkisini gösterdi. Çavuş Azaria tutuklandı ve askeri polis bir soruşturma başlattı. Vurulma olayının yaşandığı yerde bulunan askerlerden biri, Azaria'nın kendisine olaydan sonra şöyle dediğini aktardı: "Arkadaşlarımdan birini bıçakladığı için ölmeyi hak etmişti". Azaria daha sonra böyle bir şey demiş olduğunu inkar etti. Birkaç hafta sonra Azaria Yafa'daki bir askeri mahkeme tarafından resmen cinayetle suçlandı. Geçtiğimiz aylarda dava İsrail'de, Azaria'nın katil mi yoksa bir kahraman mı olduğuna dair iki kutup arasında gidip gelen bir tartışma başlattı. Çoğu İsraillinin El-Halil'deki olayın ikinci versiyonuna inandığını -yani Azaria'yı bir kahraman olarak gördüğünü- söylemek mübalağa olmaz.
Sosyal medyayı İbranice kullananlarının yaklaşık yüzde 80'i Azaria'yı desteklerken sadece yüzde 18'i ona karşı çıktı. İsrail'in önde gelen televizyon kanalının yaptığı bir ankete göre, İsrail kamuoyunun yüzde 57'si askerin tutuklanmasına karşıydı. Halbuki sadece yüzde 5'lik bir kesim, bu vurma olayını cinayet olarak tanımlıyordu. İsrail'in ulusal radyosunun yaptığı diğer bir ankete göre, İsrail'deki Yahudi kamuoyunun yüzde 66'sı askerin salıverilmesini ve hakkındaki dosyanın kapatılmasını savunuyordu. Savunma Bakanı tarafından dile getirilen eleştiri, sadece yüzde 21 tarafından desteklendi. Hatta Azaria için 19 Nisan tarihinde Tel Aviv'in Rabin Meydanı'nda binlerce İsraillinin katıldığı büyük bir destek mitingi düzenlendi.
TEPKİ GÖSTEREN YETKİLİLER AZINLIKTA KALDI
Konuyla ilgili olarak İsrailli politikacılar da görüşlerini açıkça ifade ettiler ve tepkileri itibariyle iki kampa bölündüler. Olay sırasında savunma bakanı olan Moshe Ya'alon Filistinli gencin öldürülmesini kınadı ve bunun IDF'nin değerleri ve ahlak anlayışıyla çeliştiğini söyledi. Daha duruşmalar başlamadan, olayın en ağır şekilde karşılık bulacağına dair söz verdi. Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Gadi Eizenkot da benzer görüşler dile getirdi, fakat Ya'alon'la birlikte azınlıkta kaldılar. Birkaç ay sonra Ya'alon'un yerine getirilen Avigdor Lieberman, olayı "Muhtemel bir hata" olarak niteledi, fakat askerin üstüne kamuoyu tarafından bu kadar gidilmesini kınadı ve "Hata yapıp hayatta kalan bir askeri, tereddüt edip bir terörist tarafından öldürülen askere tercih ederim" dedi.
Eğitim Bakanı Naftali Bennett, "Yaptığı şey belki bir hataydı, belki de değildi" dediği askerin katil olmadığını yazdı. Sağcı milletvekillerinden birkaçı Azaria'yı kahraman ilan ettiler; hatta aralarından biri ona ödül verilmesini önerdi. Başbakan Binyamin Netanyahu ise ikircikli bir tavır ortaya koydu. Olaydan birkaç saat sonra yaptığı açıklamada, olayı kınayarak El-Halil'deki hadisenin IDF'nin değerlerini temsil etmediğini söyledi. Birkaç gün sonra başka bir tavır takınan Netanyahu, askerlere "Onlar bizim evlatlarımız" diyerek, 'evlatların' yaptığı şeyin, kendilerini öldürmeye gelen teröristlerin ölümcül terör saldırılarına karşı koymak olduğunu vurguladı. Netanyahu Azaria'nın babasını da arayarak desteğini ifade etti ve aileye cesaret verdi.
SORUŞTURMALAR KAPATILDI
Son 14 ayda -3 Eylül 2015'ten, yani 'bıçaklı intifada' veya 'ferdî intifada'nın başlangıcı olarak görülen tarihten beri- İsrail ordusu ve polisi 260'tan fazla Filistinliyi katletti. Bu saldırılarda 38 İsrailli öldürüldü. Öldürülen 260'tan fazla Filistinlinin çoğu, ellerinde bıçaklar veya makaslarla, askerleri veya yerleşimcileri bıçaklamak için kontrol noktalarına giden genç kızlar ve genç erkeklerdi. Hemen hiçbiri ne bir silah, ne de patlayıcı taşıyordu. Bu gençlerin bir kısmı, her gün mustarip oldukları işgal altında yaşamanın verdiği ümitsizlikle, sindirme politikalarını şiddetle protesto etmeye gittiler. Çoğunluğu kadın olan diğer bazıları, kontrol noktalarına, şahsi problemler yüzünden, ellerinde bıçaklar veya makaslarla resmen intihar etmeye gitmiş görünüyorlar.
Bazıları, insanları arabalarıyla ezerek öldürmeye çalıştı. Bazı durumlarda ise bunun bir kaza olup olmadığına dair soru işaretleri vardı: Direksiyon hakimiyetini kaybeden birinin sebep olduğu bir kaza mı, yoksa kasten yapılmış bir saldırı mıydı? Kimisi, IDF'ye göre bile, yanlışlıkla vuruldu. Fakat hepsinde olmasa da, çoğu durumda öldürmek için ateş etmek gereksiz bir adımdı. Ancak bu cinayetlere karışan askerlerden neredeyse hiçbiri mahkemeye çıkarılmadı. Askeri soruşturmalar, hemen bütün durumlarda, askerlerin aleyhinde resmi bir suçlamayla neticelenmeden kapatıldı. Azaria'nın komutanlarından biri olan Albay İsrail Shumer, arabasının camına taş atıp hiç kimsenin yaralanmasına sebep olmadan kaçmakta olan Filistinli genci sırtından vurmuştu. Albay Shumer bu cinayetten dolayı asla adalete teslim edilmedi ve -IDF'ye İsrail'de yaygın bir şekilde denildiği gibi- 'dünyanın en ahlaklı ordusunda' bir albay olarak görevine 'şerefle' devam ediyor.
DAVA İSRAİLLİLER'E "UYANIN" DEDİ
Azaria'nın yargılanması yakında sona erecek. Halihazırda bütün ifadeler alınmış durumda ve artık askeri hakimlerin bir karara varma zamanı geldi. Her ne karara varırlarsa varsınlar, görünüşe göre, bütün bu ayları 'açık gözaltında' geçirmiş olan Çavuş Azaria (yani hapiste değil, bir askeri üste tutuluyor ve hatta ara ara ev iznine bile çıkabiliyor) hapiste çok fazla zaman geçirmeyecek. Mahkeme ona uzun bir mahkumiyet cezası verse dahi affedilmesini bekleyebiliriz. İsrail'de mevcut atmosferin özeti ise netice itibariyle şöyle: Savunmasız, yaralı bir Filistinliyi vurmak, birçok İsraillinin nezdinde bir suç olmadığı gibi kahramanlık anlamına geliyor.
Ancak Azaria davasının gölgesi, en azından odada bulunan ama İsrail'deki herkesin görmezlikten ve duymazlıktan geldiği filin varlığına dair bir hatırlatıcı olarak, bir müddet daha olduğu yerde duracaktır. Azaria davası işgali bitirmeyeceği gibi cinayetlere son vermeyecek, akan kanı da durdurmayacak. Askerlerin pek de mutlu-mesut yaptıkları tetikçilik işini de sona erdirmeyecek. Ama yine de bu dava İsraillilerin kapısını çaldı ve onlara "Uyanın!" dedi. Çok zayıf, çok yetersiz ve çok geç gelen bir çağrı. Evet, ama yine de hatırlanacak bir çağrı.