TÜRKİYE
Mısırlı gazeteci Ahmed Yusuf: Zaferi korumak zaferden önemlidir
Mısır’daki Sisi darbesiyle Türkiye’deki darbe girişimini karşılaştıran Mısırlı gazeteci Ahmed Yusuf, 15 Temmuz direnişinin İslam dünyasında ne anlam ifade ettiğini yazdı.
Ahmed Yusuf'un Star Açık Görüş'teki makalesi şöyle;
TARİHİ BİR İMTİHAN
Türkiye 15 Temmuz'da tarihi bir imtihanla karşı karşıya kaldı. Bu imtihanı, bütün dünyayı şaşırtacak bir şekilde zaferle sonuçlandırdı. Bu şekilde bitmesi, hepimizi ve milyonlarca Türkiye'yi seven insanı da sevindirdi.
Artık birçok insanın konuştuğu konuları yeniden ele almak abes olur, hele şu yaşadığımız ciddi ve hassas hadiselerde, yakın maziyi konuşmak, hafızalarda tazelenmesi için tekrarlamak önemli ama gelecek adına konuşmanın daha vacip olduğunu herkes bilir. İslam dünyası, özellikle Ortadoğu ülkeleri, Türkiye'deki başarısız darbe girişimini çok yakinen ve ilgiliyle takip etti. Çünkü Türkiye, bölge ülkeleri için hem bir örnek hem de sığınılacak ilk ülke konumunda. Son 4 yılda Ortadoğu ülkelerinin neredeyse hepsinde farklı şekillerle vuku bulan darbeler yaşandı. Kimisi askeri darbeyle, kimisi ülkenin işgal edilmesiyle, kimisi de iç savaş şeklinde tezahür etti bu girişimlerin.
Birçok yazar ve araştırmacı Mısır'daki darbe ile Türkiye'deki başarısız darbe girişimini karşılaştıran yazılar yazdı. Her ne kadar isabetli analizler içerse de bu yazılar, kimisi de hakikatle bağı kopmuş yazılardı. Çünkü her iki ülkede yaşanan darbe olsa da taraflar açısından bir farklılık söz konusudur. Darbe koşulları açısından incelendiğinde Türkiye'de olup da Mısır'da olmayan dört temel unsur var. Bunlardan birincisi, darbeciler ve iktidar arasındaki güç dengesi, ikincisi, devletin tüm kurumlarıyla beraber iktidarın yanında yer alması, üçüncüsü Türkiye'deki medyanın darbeye karşı gösterdiği ortak duruş ve son olarak, hatta en önemlisi, Türk muhalefetinin duruşu ve darbeye karşı gösterdikleri ya da sergiledikleri karşıt tepki.
Mısır'da başarıyla sonuçlanan darbe sürecinde ise her şeyden tecrit edilmiş, muktedir olmayan ve devlet kurumlarında destekçisi olmayan bir iktidardan bahsediyoruz. Mısır'da darbe olduğunda bir iktidar için önem arz eden kurumların hepsi darbecilerin safında yer aldı; asker, yargı, polis, medya, iş dünyası, diyanet, üniversiteler... Bunlara ilaveten ülkedeki muhalefetin darbeyi meşrulaştırma çabaları da cabası. Yani Mısır'daki darbeyi yapanlar, ülkede 50 yıllık kemikleşmiş vesayetçi bir yapıydı.
TÜRKİYE'NİN ZAFERİ
Mısır, 25 Ocak 2011'de gerçek bir devrim yaşadı. Bu devrim, bütün bölge ülkelerine örnek olacak şekilde gerçekleşti. Bütün dünyanın beğenisini kazandı. Tıpkı Türkiye'nin 15 Temmuz ve sonrasında yaşadığı zafer anları gibiydi.
Bütün ümitlerin doğduğu, halkın iradesiyle bölgeyi yeniden şekillendirilecek bir olay olarak görülse de öyle olmadı. Bu durumun en temel sebebi ise, bu devrimi, zaferi korumamak ve başka meselelerle meşgul olup ülkede yapılması gereken reformları gerçekleştirmemek. Hani bir atasözü vardır, “su uyur düşman uyumaz” diye, öyle de oldu işte. Meydanlarda birleşen akımlar devrimin ardından bölündüler. Bir takım siyasi kazançlar elde etmek uğruna Mısır, son derece büyük ve yakın tarihte bir daha ele geçmeyecek çok önemli bir fırsatı kaybetti. Türkiye için de benzer korkuyu taşımaktayız. Türkiye bu zaferi konuşmakla meşgul edilip, esas yapılacak şeyleri ya unutursa?
NE YAPILMADI?
Mısır'daki devrimden sonra asker halkın yanında ve emrinde olduğunu beyan etmişti. Ama üç sene içinde kendilerini yeniden toparladıktan sonra kendilerine söz verdikleri halka karşı darbe yaptılar ve sokaklarda binlerce insanı öldürdüler.
Öncelikle şunu söylemek gerekiyor. Özellikle halk destekli eski rejime yönelik geniş çapta sistemli bir temizlik yapılmadı. Hızlı ve adil bir yargılama sistemi oluşturulamadı. Siyasi güçler düzen oturana kadar birlik içinde olmalıydılar fakat bu ne yazık ki böyle olamadı ve halk, devrim arenası sokakları terk etmemeliydi. Oysa halk, sokaklardan çekilerek yönetimi askere bıraktı.
Şunu da belirtmek lazım, darbe bir şekilde er veya geç zaten olacaktı ama darbenin sonuçları bu kadar kanlı olmayacaktı ya da olaylar farklı bir mecrada yol alacaktı. Ama asker temkinli davranarak başta halk olmak üzere bütün siyasi güçleri aldatmayı başardı.
Onun için Türkiye şu anki süreçte darbecilere en ufak bir müsamaha göstermemeli, bu darbeye destek veren, darbeyi alkışlayan ve ona sempati ile bakan kim olursa olsun mutlaka yargılamalı. Çünkü bu olmazsa zafer hezimete dönüşür. Suç her kimdeyse cezasını almalı ki, bir daha aynı girişime cesaret dahi edemesin. Ne kendisi ne de başkası...
Mısır'da halk, mahkemede devrik lider Mübarek'i kafeste gördüğü zaman, yaşlılığını vurgulayıp, hapisten çıkarılmasını isteyerek mahkemenin merhamet etmesi gerektiğini düşünürdü. Ama görüldü ki Mübarek ve zümresi ülkeyi yeniden ele geçirerek, baskıcı bir yönetimle halkı ezdi.
ASKER, DEVRİMİ NASIL ÇALDI?
Asker ve eski düzen, Mısır'ı bütün manasıyla devrim yaşayan bir ülkeden boş şeylerle uğraşan bir ülkeye dönüştürdü. Devrimden sonra ülkeyi eski rejimin kalıntılarından temizlemek yerine herkes mevcut durumdan bir şeyler kapmanın yoluna düştü.
Mısır devriminden, askeri darbeye kadar neler yaşandı? Devrimden sonra ortaya çıkan tabloyu bozmak için neler yapıldı? Eski rejimin kalıntıları nasıl yeniden bir bir ayağa kalktı? Benzer süreçlerden geçeceğini düşündüğüm için Türkiye'nin, bu konuları hakkında da bir şeyler söylemek istiyorum. Mısır'da devrimin hemen akabinde, devrim karşıtları iş başına geldi ve darbe gerçekleşene kadar yapılan devrimi kötü bir şey olarak gösterip, itibarsızlaştırmaya çalıştılar. İş öyle bir noktaya geldi ki halktan “Keşke devrim olmasaydı da bunları yaşamasaydık” sesleri duyulmaya başladı.
Mısır'daki devrim karşıtlarının Türkiye'deki tezahürü ‘milli irade' karşıtları. Mısır'da devrim karşıtlığını körükleyenler ‘Fülul' olarak adlandırılır. Bunlar eski rejimin kalıntılarıdır. Bunlar, hiçbir zaman ön planda olmazlar, esas faaliyetlerini arka planda yerine getirirler. Türkiye'de de milli irade karşıtları, eski düzenin, eski Türkiye'nin kalıntıları olup onlar da esas rollerini gelecek sahnelerde sergileyeceklerdir.
MUHALEFET VE DARBECİ BİRLİKTE
Mısır'da yaşanan en büyük musibet, ülke muhalefeti ile derin ve darbeci yapının birleşmesi oldu. İktidara gelen yeni rejim (Mursi), “Fulul” olarak isimlendirilen eski rejim kalıntıları ile mücadele içerisindeydi. Sandıkta bir başarı elde edemeyen eski rejim yanlıları ve muhalefet, Mursi ve Müslüman Kardeşler iktidarına yönelik girişimlerden bir sonuç elde edemeyince, bu kez çareyi “Eski rejimden kalma yapılarla birleşmek”te buldu. Bu durum ülkede sonu gelmeyen şiddet olaylarının yaşanmasını beraberinde getirdi.
Şiddet olaylarının arkasında ülkenin siyasi yapıları, şiddetin üretim merkezinde ise tamamen eski rejim yanlıları vardı. Ve ne olduysa; bir süre önce Mübarek'in idamını talep eden muhalefet, Mübarek yanlılarıyla aynı safta yer almaya başladı. Mursi'ye karşı olan bu muhalefet, toplumda bir derinliği olmadığı ve sokaklarda bir kalabalık oluşturamayacağını bildiğinden, eski rejim taraftarlarıyla birleşerek İhvan iktidarına karşı -yeni- bir devrim gerçekleştirmeyi umdu.
İHVAN GİTSİN DE...
Mısır'ın demokratik düzene geçişi sağlıklı şekilde tamamlayamaması, ülkenin sürekli huzursuzluk ve kaos ortamında yer alması muhalefetin elini güçlendiren temel etkendi. Kaos ortamını fırsat bilen muhalefet, ülkede şiddeti besleyerek açık şekilde askerin iktidara müdahalede bulunması ve İhvan iktidarına son vermesi için çağrıda bulunmaktaydı.
Ve tabii ki, ülkenin seküler ve liberal kesimi, sırf İhvan ve onun temsil ettiği İslamcılar iktidarda olmasın diye muhalefet ile beraber askerin arkasında yer almıştı. Mısır'daki bütün siyasi gruplar ve devrimci güçler de aynı fikirdeydi. Herkes seçime gitmek ve bir an önce yeni düzenin kurulması, demokratik bir ortamın oluşması konusunda hemfikirdi.
Aslında Mısır'ın solcusu, liberali, İhvan'ı, selefisi herkes eski rejime karşı birlikte hareket etmekteydi. Bu, ortaya çıkan devrimin asıl gücüydü. Ancak bu birlik, seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi geldikten sonra bozulmaya başlamış, eski rejimi yıkmak için bir araya gelenler bu sefer Mursi'yi devirme konusunda bir birlik içinde hareket eder olmuştu.
İhvan'ı sevmeyen solcu, liberal ve bütün güçlerin tek derdi vardı; İhvan'ı iktidardan indirmek...
Bir şekilde “İhvan devrilsin” derdine düşen, askerin desteğini alan, dışarıdan ve körfezden gelen paralarla Mursi'ye muhalefet eden, “tankla demokrasi gelecek”, “İhvan'dan sonra ülke bizim olacak” zannıyla hareket eden insanların hesaplarının hepsi boşa çıktı. Ve darbe oldu. Darbeye destek veren güçlerin hiçbiri darbe sonrası yeri kurulan rejimde yer alamadı. Hatta, bazıları tutuklanarak cezaevine atıldı. Birçoğu Mısır'dan kaçmak zorunda kaldı. Mısır, onların da desteği ile yüz sene geriye gitmek zorunda kaldı.
YÖNLENDİRİCİ MEDYA
Bunun yanı sıra, ‘yönlendirici medya' aracılığıyla sürekli gerçek olmayan dezenformatif haberlerle insanların zihinlerinde İhvan'a ve yöneticilerine karşı kara propagandalar yürütüldü. Bu çalışmalar neticesinde, ülke eski rejimin beslediği şiddet sarmalına yuvarlanmaya başladı.
Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Yemen ve diğer ülkelerde olan tüm halk hareketlerinin temel hedefi, eski devlet yönetiminin yapısını değiştirmek, ülkelerinin temel kurumlarını yeniden yapılandırmak, iyi bir yönetim inşa etmek, halkların hürriyet ve onurunu kurtarmak, devrimi ülkede gerçek bir kalkınmaya sebep olacak şekilde dönüştürmek olarak sıralanabilir.
Bu temel hedefleri uhdesine alarak yola çıkan “devrim taraftarları”nın Mısır'a dair çizdikleri yol haritası, şiddet ve darbe kıskancında rayından saptırıldı. Bu hedeflere karşı, tam tersi bir anlayışla düşünen ve hareket eden zihniyetler anti-devrim mantığıyla, devrimi asıl ve ana hedeflerinden uzaklaştırdı.
Bölgeyi bu hale getiren zihniyetin şu anki hedefinin Türkiye olduğunu söylememiz malumun ilanından başka bir hüküm ifade etmez. Türkiye'nin güçlü olması demek bütün İslam dünyasının ve coğrafyasının güçlü olması demek olduğundan bölge için büyük bir önem taşımaktadır.
Yukarıda çerçevesini çizmeye çalıştığım senaryolar, Türkiye'de aslında yıllardan beridir zaten uygulanmakta. Fakat gelecek süreçte bu tablo daha net bir şekilde görülecektir. Bu konuda öncelik, tabii ki Türk halkının birlikteliğidir.
Darbe girişiminin üzerinden bir ay geçmesine rağmen, Türkiye'nin güneyinde arka arkaya terör saldırıları patlak verdi. Türkiye'yi içinden/içeriden vurmak en fazla kullanmak isteyecekleri silahtır. Hedeflenen en kritik noktalardan biri de darbeye karşı birleşen ve ortak bir tavır ve duruş sergileyen iktidar ve muhalefetin birliğini bozmak olacaktır.
Türkiye'de 15 yıldır yapmak istedikleri bir şey var, o da Erdoğan'ı ve iktidarını zayıflatmak ve yıpratmak ama bunu bir türlü başaramadılar. Meşru ve demokratik yollarla iktidara gelenlerin bunu muhafaza etmesi çok önemli. Çünkü Türkiye'nin özgür-güçlü siyasi iradeyi yitirmesi hem Türkiye açısından hem de Ortadoğu ve İslam coğrafyası açısından büyük musibetlere kapı aralar.
Türkiye, İslam dünyasında ve bölgemizde sağ kalan tek ülkedir. Her ne olursa olsun, İslam dünyası Türkiye'yi kaybetmemeli, Türkiye'yi korumak için bütün hür Müslümanlar mücadele etmekten vazgeçmemelidir. Çünkü Türkiye'yi çökertmek demek, açılması beklenen ümit kapılarını kapatmak demektir. Biz İslam dünyası olarak; Türkiye'nin büyümesini, yoluna devam etmesini ve güçlü bir ülke olmasını istiyoruz. Bu bakımdan, her ne olursa olsun Türkiye yolundan dönmemeli ve yoluna devam etmelidir.