TÜRKİYE
İşte en büyük tehlike!..
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Yusuf Kaplan, "Tehlike çok büyük (1)" başlıklı yazısında Batılıların ve oryantalislerin İslam'a karşı geliştirmiş oldukları pozisyonları ele aldı. Son çeyrek asırdır, üçüncü projeyi hayata geçirmeye çalışıyorlar adım adım, ifadesini kullanan Kaplan, "Batılılar, Hz. Peygamber'i (sav) deve dışı bırakmayı başardıklarında dinin kısa devre yapacağını kendi protestanIık tarihlerinden çok iyi biliyorlar. O yüzden Hz. Peygamber'in konumunu sarsmaya, bunun için de hadisleri tartışmaya açmaya çalışıyorlar. Sonra, sıra Kur'ân'a gelecek. Bu nedenle, peygamberimize saldırıyorlar," dedi.
İşte Yusuf Kaplan'ın yazısı:
Tehlike çok büyük (1)
Oryantalistlerin son iki yüzyılda geliştirdikleri üç tehlikeli proje var:
ÜÇ TEHLİKELİ ORYANTALİST PROJE
1-Osmanlı'yı unutturmak.
2-İslâm düşüncesinin Gazâli'yle bittiği masalını yaymak.
3-Hz. Peygamber'in (sav) konumunu sarsmak.
İlk ikisini başardılar. Son çeyrek asırdır, üçüncü projeyi hayata geçirmeye çalışıyorlar adım adım. Batılılar, Hz. Peygamber'i (sav) deve dışı bırakmayı başardıklarında dinin kısa devre yapacağını kendi protestanIık tarihlerinden çok iyi biliyorlar.
0 yüzden Hz. Peygamber'in konumunu sarsmaya, bunun için de hadisleri tartışmaya açmaya çalışıyorlar. Sonra, sıra Kur'ân'a gelecek. Bu nedenle, peygamberimize saldırıyorlar.
Tarihte karşılaştığımız en büyük saldırı bu! 0 yüzden müteyakkız olmak zorundayız.
VAHY'İN EFENDİMİZ'DE HAYAT BULMASI, HAYAT OLMASI VE HAYAT SUNMASI
Peygamberimiz, İslâm'ı, Kur'ân'ın bütün insanlığa, bütün âlemlere, hayatın her alanına hitabeden (ama) bütünlüklü söylemini, bizzat hayata aktaran, nasıl aktarılabileceği konusunda fiilen örneklik eden, kılavuzluk yapan bir insan ve bir peygamber.
Peygamberimiz'in, peygamber olduktan sonraki “kişisel tarihi”, İslâm'ın anlam ve sembol haritalarının, kök-paradigmalarının, anlamlandırma pratiklerinin değişik zamanlarda ve mekanlarda nasıl anlaşılıp, idrak edilip hayata aktarılabileceğini “gösteren” bir “zaman dilimi” olduğu için, İslâm'ın “özü, özeti''dir.
İşte bu nokta, İslâm'ı, içi/özü boşaltılmış, başkalaştırılmış, aslî dinamikleri aşındırılmış diğer muharref dinlerden, dünya görüşlerinden ayıran; şartlar ne olursa olsun, tarihin farklı dilimlerinde yaşayan bütün Müslümanlar'a dinamizm kazandıran, dinamizmlerini sürgit canlı kılan İslâm'ın en özgün, nev-i şahsına münhasır en hayatî noktalarından biridir.
Tam bu noktada, Müslümanlara düşen şey, insan ve elçi olarak Peygamberimiz'le, Peygamberimiz'in “kişisel tarihi”yle özetlenen, örneklenen, İslâm'ın özüne, değişik zamanlarda ve mekanlarda bihakkın nüfûz ederek yeniden-hayata geçirmek ve yepyeni şekillerde hayatiyet kazandırmaktır.
İslâm, aynı anda hem beşerî hem ilahî olanı; hem fizikseli, hem fizikötesini; hem burayı ve şimdiyi, hem de ''öte''yi aynı anda meczeden, kucaklayan, ihata eden bir din, bir tasavvur, bir hayat anlayışıdır. Bu hayat tasavvuru, en mükemmel şekilde Peygamberimiz tarafından hayata aklarılmıştır.
Bu durum, bütün zamanlarda ve mekanlarda İslâm'ın insana, hayata, kâinâta ve bunlar arasındaki ilişkilere ilişkin olarak her zaman yepyeni şeyler söyleyebilecek bir dinamizme, bir duyarlığa sahip olduğunu ortaya koyması bakımından çok önemli.
Bu nedenledir ki, bu, İslam'ın, bir din, bir tasavvur, bir hayat anlayışı olarak, insanı da, hayatı da, toplumu da, kâinâtı da parçalamasını, parçalı olarak algılamasını, dolayısıyla bir Müslümanın hangi şartlar altında ve hangi zaman diliminde yaşarsa yaşasın, ontolojik bir güvensizlik duygusu yaşamasını önler.
Böylelikle, bura ile öte, fizik ile fizikötesi, “din” ile dünya arasında yaratıcı, imajinatif bir irtibat kurulduğu için, Müslüman, bir yandan kendisini, eşyayı, dünyayı tanrılaştırmaya, putlaştırmaya aslâ kalkışamaz; öte yandan da bir Müslümanın doğayı, diğer insanları, diğer âlemleri ve kültürleri kontrol etmeye, kendi süflî çıkarları için kullanmaya veya tahrip etmeye ya da yok etmeye kalkışması imkânsızlaşır.
DİNE, ZAMANLAR VE MEKÂNLAR ÜSTÜ ÖZELLİĞİNİ PEYGAMBER KAZANDIRIR
Bu teorik arkaplanın pratiğe nasıl aktarılabileceği konusunda ise Peygamberimiz'in “kişisel tarihi” bize örneklik teşkil eder.
Peygamberimiz'in “kişisel tarihi”, İslâm'ın salt zamanlar ve mekanlar üstü bir veçheye değil, aynı zamanda zamansal ve mekansal bir veçheye sahip olduğunu da gösterir: Kur'ân'ın aynı zamanda, peyderpey, 23 yıllık bir zamana yayılarak vahyedilmesi, bu açıdan çok önemlidir.
İşte bu, İslâm'ın fiilî durumlara uygulanması gereken bir mesajı ve niteliği olduğunu ortaya kayar. Bu süreçte Peygamberimiz, sadece Kur'ân'ı aktarmakla kalmaz; aynı zamanda gerek yaşadığı coğrafyada, gerekse komşu coğrafyalarda hâkim olan kültürlerle de ilişkiye geçerek İslâm'ın mesajını hayata geçirir.
Bizzat Peygamberimiz'in “kişisel tarihi”, İslâm'ın bu kişisel tarih'le özetlenmesi, örneklenmesi, İslâm'ın aynı zamanda güçlü bir tarih ve zaman nosyonuna, diyalojik bir niteliğe sahip olduğunu gözler önüne serer.
İşte Peygamberimiz'in kendi kişisel tarihi boyunca, değişenle değişmeyen, görünür olanla görünür olmayan, ilahî olanla beşerî olan arasında kurduğu bu özgün ilişki ve iletişim biçimi, biz Müslümanların değişen zaman ve mekânlarda İslâm'ı nasıl idrak edip hayata geçirebileceğimiz konusunda önemli ipuçları sunar bize.
Bu durum, aynı zamanda, İslâm'ın, kendine özgü bir dinamizme sahip olduğunu, bu dinamizmin her hâl ve şartta yeniden harekete geçirilebileceğini kendiliğinden ortaya koyar. Yeter ki biz, sahip olduğumuz idraki müdrik olalım.
O yüzden, şunu söylüyorum: Peygambersiz, din anlaşılmaz. İyice anlaşılmaz hâle gelir.
Peygamberi devre dışı bırakan bir dinin kısa devre yapması ve hayattan çekilmesi mukadderdir. Tarihe bakın göreceksiniz bu gerçeği.