GÜNCEL
Günün köşe yazıları..
Çin'in yönetici elitleri ise ABD'nin küresel alandaki gerilemesini durdurmak, sahip olduğu imtiyazları elinden kaçırmamak için Çin'i haksız şekilde baskılamaya çalıştığını iddia ediyor. Küresel ticarette liderliği elde tutmak ve buna uygun bir küresel alan oluşturmak için devasa projeler yapmaya devam ediyor. 5 milyara yakın insanı doğrudan ilgilendiren, Çin'i Rusya ve Anadolu üzerinden Avrupa'ya bağlayan "Kuşak ve Yol Projesi" Batı dünyasının merkezinde değil, çevresinde olduğu yeni bir küreselleşme ağı inşa ediyor.
***
Salı günü Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD Başkanı Trump'la görüştü. Biz bugüne dek bu görüşmeye "ABD'nin YPG'ye silah yardımı yapması" konusu etrafında yaklaştık. Bu konu elbette Türkiye için son derece hayati bir konu. Fakat bu önemli görüşmenin bu konuya endekslenmesi ne yazık ki Türk-ABD ilişkilerinin normalleşmesini istemeyen, bürokraside ve medyada konuşlanmış Türkiye karşıtlarının bir başarısı.
Kabul etmeliyiz ki karşımızda acısıyla tatlısıyla çok daha genel bir tablo var. Türkiye-ABD ilişkilerini yeni dönemde sadece Suriye bağlamında oluşacak ihtilaflar ve sahip olunan güvenlik kaygılarının "itici" etkileri şekillendirmeyecek. ABD'nin bölgemizde Obama yönetiminin başarısız politikalarında ısrar etmesi elbette Türkiye'yi itecektir. Aksi Türk-ABD ilişkilerinin normalleşmesine hizmet eder.
Öte yandan Türk-ABD ilişkilerini küresel boyutta ortaya çıkan yeni fırsat alanları ve onların "çekici" etkileri de şekillendirecek. Trump yönetiminin bu noktada ortaya koyacağı performans Türkiye'nin ABD'ye yönelik yaklaşımına da yansıyacak.
Fahrettin Altun/Sabah
Bir karşılaştırma yapmak çok gerekli olmasa da, Çin ziyareti bu noktada çok daha önemli gözüküyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın deyimiyle dünyanın ekonomik merkezinin yıllık 120 kilometre hızla Doğu'ya kaydığı bir süreçte, 60 ülkeyi, 40 milyon kilometrekarelik bir alan ve 4.5 milyarlık bir nüfusu kapsayan İpek Yolu Projesi dünyada siyasi ve ekonomik dengeleri değiştirme gücüne sahip.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Yeni İpek Yolu olarak da adlandırılan bu girişimin Asya'yı, Avrupa'yı, Afrika'yı ve hatta Güney Amerika'yı birbirine bağlama hedefiyle geleceğe damga vuracağına inanıyorum. (…) Siyasi ve ekonomik alanda birbiriyle uyumlu bir sistemin tesisi, bölgemizde istikrar ve refah temelli yeni bir dönemin de kapılarını aralayacaktır" sözleri projenin Türkiye açısından temel mantığını ifade ediyordu.
Yerleşik hiyerarşik düzen paylaşımcı olmadığı gibi, maalesef terör ve iç savaşları, darbe ve mezhep gerginliklerini bir manivela olarak oyunun bir parçası haline getirdi. Burası çok önemli. Çünkü bugün dünyada yaşanan acıların büyük bölümü bu çarpık paylaşım mantığının bir ürünü.
Oysa bu böyle olmak zorunda değil. Esasen dünyanın iyimser geleceği de bu mantığın terk edilmesinde yatıyor. Bu açıdan İpek Yolu Projesi, Batı'nın da bu mantığı kabul etmesiyle dünya için ekonomi kadar barış adına bir sıçrama yaratma potansiyeline sahip.
Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu projenin terörü de bitireceğine dair sözleri bu mantığa dayanıyor. Tabii her şeyin kolay olacağını söylemek iddialı olur. İpek Yolu'nun geçeceği 60 ülkeyi izlemek, buralarda dış kaynaklı süreçler oluşacak mı bakmak lazım. ABD ve Rusya'nın projeyi nasıl algılayacağı ve nasıl reaksiyon vereceği çok önemli. Yeni küresel sistemin bu projenin ABD ve Rusya'yı dışlamadan, Çin faktörünü de dengeli bir zemine oturtarak ilerletilmesiyle kurulması mümkün ki, burada Türkiye düzenleyici, kritik bir rol üstlenebilir. Son ABD gezisi bu anlamda önemli görüşmelere sahne olmuştur diye düşünüyorum.
Gönül ister ki, bundan sonraki serencam Batı-Doğu kapışması veya bir blokun diğerini teslim alması şeklinde değil, kazan-kazan prensibine göre gelişsin. Ancak dünyada ulus devletlerin iradesi üzerinde önemli bir finans oligarşisi etkisi var. Kendisi dışında kazanan olmasını engellemeye dönük pratiklerin hemen sona ereceğini beklemek gerçekçi değil. Burada kritik nokta, alternatif düzen önerilerinin demokratik olarak da iddialı olmasıdır. Ekonomik, siyasi, kültürel entegrasyon ve terörün bitirilmesinde sarf edilecek gayreti demokrasi, özgürlükler konusunda taçlandırmak başarının garantisi olacaktır. Çünkü yeni düzenin temeli yollar, kaynaklar, coğrafyadan önce, orada yaşayan insanların mutluluğu üzerine atılırsa başarılı olur.
Markar Esayan/Akşam
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Çin ve ABD'ye yaptığı gezilerden yurda döndü… Gezinin en önemli olayı Cumhurbaşkanımızın Trump'la yaptığı görüşme idi ve burada da "ne şiş yandı ne kebap"… Yani anlaşılan Trump şu anda kendi iç işleri ile uğraşmaktan boğulmuş durumda. Bizi ilgilendiren konularda ise hala yönetimin içinde olan Obama devrinin artıkları tarafından eli kolu bağlanmış bizim istediğimiz doğrultuda bir olumlu adım atamıyor
Ama Trump bizi Obama gibi aldatmıyor. Ne yapabileceğini, ne yapamayacağını açıkça anlatıyor… Ama pek bir şey yapamayacağı da ortada…
Yani ABD ile anlaşamadığımız konularda anlaşamayacağımızı kabullenip işimize bakacağız. Türk-ABD ilişkilerini raydan çıkarmadan sürdüreceğiz ama bilhassa Suriye ve YPG/PYD/PKK konusunda kendi göbeğimizi kendimiz kesmeye devam edeceğiz ve Suriye'nin kuzeyinde bir oldu bitiğe kurban gitmemek için tedbirlerimizi alacağız…
Yani Türkiye YPG/PYD/PKK üçlüsünün Türkiye'ye karşı terör faaliyeti yaptığı anda Türkiye terör hedeflerini nerede olursa olsun vuracak ve bu Trump'a ve heyetine iletildi…
FETÖ konusunda bir ortak çalışma grubu kurulacak ve bu işin altından kalkılmaya çalışılacak… Ama çok fazla bir ilerleme yok.
Bunları kenara koyduğumuz zaman Türkiye ve ABD ticari alanda iş birliğini artırarak devam edecek…
Trump ve Erdoğan birbirilerine ısınmış görünüyor ve bu da iki ülke ilişkileri için olumlu… En azından ipler kopmadı nokta da konulmadı.
İlnur Çevik/Yeni Birlik
Beyaz Saray'daki Erdoğan-Trump görüşmesinin iki temel konusundan biri, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen'in tutuklanması/iade edilmesi talebiydi. Bu görüşme, F. Gülen'in bugüne kadar başına gelen en kötü şeydir. Kritik bir zirvede konu başlığı olmak FETÖ elebaşını perişan etmiştir. Bu perişanlıkla, görüşmenin yapıldığı 16 Mayıs salı günü ABD'nin önde gelen gazetelerinden Washington Post'ta Gülen'in makalesi yayınlandı. Batı medyasının, CIA'nın FETÖ'ye desteği devam ediyor.
F. Gülen, söz konusu makalede NATO'yu Türkiye'ye askeri müdahalede bulunmaya davet etti. Yanlış okumadınız, bir ABD gazetesinde, 15 Temmuz darbe girişiminin 1 numaralı şüphelisinin makalesi yayınlanıyor ve NATO/ABD Türkiye'ye müdahaleye çağırılıyor. F. Gülen'in karakterinin en bariz vasfı; yeminler ederek büyük yalanlar söylemek ve kendisini kurtarmak için herkesi kolayca satmasıdır.
Baştan aşağı provokasyon kokan bu makalede FETÖ elebaşı neden NATO deyip duruyor? Çünkü kıstırıldığı yerde bir tükenmişlik yaşıyor. Bilindiği gibi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü soruşturmada, NATO karargâhlarında 462 Türk subayın görev yaptığı, bunlardan aralarında generallerin de bulunduğu 237'si hakkında FETÖ'den adli ve idari işlem yapıldığı öğrenildi. Şüphelilerden en az 200'ü, Türkiye'nin 'dön' emrine uymadı ve firari duruma düştü. Çoğu bulundukları ülkelerde iltica talebinde bulundu. 17'sinin örgütün kripto haberleşme programı ByLock'u kullandığı tespit edildi. NATO'da görevli FETÖ'cülerden 3'ü general/amiral rütbesinde.
Demek ki 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı, darbe NATO tarafından yani ABD ve AB tarafından tıpkı Mısır'daki Sisi darbesi gibi meşru ilan edilecekti. Bu yönde gizli bir anlaşma olması da ihtimal dâhilinde. F. Gülen Ağustos 2016'da da Mısır'ın Al Gad televizyonundan yaptığı çağrıda "Türkiye'nin iç savaşa gittiğini ve Batı'nın acilen bu duruma müdahale etmesi gerektiğini" söylemişti. Batı'ya taşeronluk, Türkiye'ye hainlik edenin sonunu gerçekten merak ediyoruz.
Hüseyin Gülerce/Star
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD'ye Çin'de yapılan "tek kuşak-tek yol" zirvesinden gitmesi, Rusya-Türkiye ve Türkiye-AB ilişkilerinin yeni yol haritası, Türkiye'nin 16 Nisan itibarıyla belirlediği yeni anayasal sistemi ve Cumhurbaşkanı'nın tüm bunlardaki siyasi belirleyiciliği, vizyonu, bu buluşmayla ABD'ye taşındı. Bence bu görüşme "tarihi" olarak tanımlanacaksa tarihi olan budur. Tabii bu anlamda da, yalnız bu buluşma değil, Türkiye'de şu sıralar olan biten birçok gelişme ve hem iktisadi hem de politik adım olarak da tarihidir. Tıpkı bu hafta sonu gerçekleşecek AK Parti Kongresi gibi...
Cumhurbaşkanı'nın Çin ve ABD yolculuğunun başladığı tarihlerde İstanbul'da Cumhurbaşkanlığı himayesinde IDEF'17- 13. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı gerçekleştirildi. Savunma Bakanlığı'nın ev sahipliğini yaptığı ve artık gelenekselleşen bu fuarlar, hep bir önceki fuarı teknolojik olarak aşan yeni ürünlere sahne oluyor. Yalnız bu bile bize önümüzdeki dönüşümün gücünü, derinliğini gösteriyor. İşte tarihi olan tam da budur; bir başka açıdan...
Savunma sanayii deyince aklınıza yalnız silah ve savaş gelmesin. Savunma sanayii dediğimiz alan, insanlığın var olanı koruması, paylaşması ve idare etmesi alanıdır ve böyle olunca da geliştirmek bu alanın temel dinamiğidir. Şimdi kullandığımız bilgisayar ve internet-haberleşme-teknolojisi savunma sanayiinin ürünüdür. Savunma sanayii teknolojisi doğası gereği inovatiftir. Böyle olunca her alandaki toplumsal kalkınma ile teknoloji özellikle savunma sanayii teknolojisi birbirini sürükler. Örneğin, Osmanlı'nın genişlemesinde bir mühendislik harikası olan kompozit yayın rolü büyüktür. Kompozit yay ve daha sonra İstanbul'un fethinde kullanılan top teknolojisi genişlemenin, çoğu kere anlatıldığı gibi, pazı gücüyle olmadığını bize gösterir. Ancak bütün bunları tamamlayan-sürdüren daha doğrusu bunu temellendiren güçlü bir mali yapı ve ekonomi işin olmazsa olmazı olarak karşımıza çıkar. Osmanlı, savunmadaki gücünü, temel ekonomik ve mali dengelerini yitirip, bunları Batı'ya teslim ettiği andan itibaren yitirmiştir.
O zaman şunu söyleyebiliriz; savunma sanayii bir toplumdaki genel teknolojik birikimin en üst kertesi ve özetidir. Ama savunma sanayii bu anlamda geleceği de gösterir. Siz burada aradaki farkı kapatmaya hatta geçmeye başlamışsanız arkası tüm hızıyla gelecektir. Şunu, tam şimdi, rahatlıkla söyleyebiliriz; eğer Türkiye "eskiye" adım atmazsa, dünyada yeni çoklu detant'ın çok önemli bir ülkesi olacak ve yeni sanayi devrimini yakalayacaktır.
Bugün çok önemli yapısal sorunları olmasına rağmen, Türkiye ekonomisi dünyanın ekonomik krizinden en az etkilenen ekonomiler arasında sayılıyor. Burada 2008'den beri attığımız adımların, her türlü itiraza rağmen yapılan altyapı yatırımlarının, orta sınıfı destekleyen kapsayıcı bir büyüme arayışının payı büyüktür. Şimdi önemli olan, bu yeni dönemde bunu, kararlılıkla devam ettirip ettiremeyeceğimizdir.
Cemil Ertem/Milliyet
Terör örgütü özellikle Hakkâri ve Şırnak kırsalında ayakta durmaya çalışıyor. Kandil, "infazlara" başlayın talimatı gönderdi. Devlete yakın siviller, aşiretler, AK Partililer hedef alınacak.
Hiçbirini üstlenmeyecekler; Sanki faili meçhulmüş izlenimi vermek için... En büyük stratejileri bu…
Türkiye terörle mücadeleye kış boyunca hiç ara vermedi. Bizler sıcacık yataklarımızda mışıl mışıl uyurken, güvenlik güçlerimiz karlı-buzlu dağlarda, dondurucu soğukta operasyonlarını sürdürdü.
Baharla birlikte de PKK'ya büyük darbeler indirilen operasyonlara start verildi. Yaz bitmeden PKK'nın şehir ile kırsal arasındaki bağının kesilmesi hedefleniyor. Ağırlık, Hakkâri, Şırnak, Tunceli ve Ağrı kırsalına veriliyor.
Türkiye-Suriye arasındaki geçişgenlik de asgari seviyeye indirilecek. Amaç, PKK'nın Suriye'den eylemci gönderemeyecek duruma getirilmesi. Sınır tedbirleri meyvelerini vermeye başladı. Duvarların getirisi büyük oldu. Terör örgütü Suriye'de izole edilmeye başladı.
Irak, Suriye derken Türkiye bir taraftan da İran sınırında ciddi tedbirler alıyor. İran sınırına da duvar örülmeye başladı.. Irak ve Suriye'den sızamayan terör örgütünün İran sınırını kullanabileceği istihbaratı Ankara'nın elinde.
Gözler bir taraftan da yaz boyu İran sınırında olacak.. FETÖ'nün devre dışı bırakılmasıyla PKK'ya içeriden bilgi akışı kesilmiş oldu. Millî silah sistemleri terörle mücadelede kuvvet çarpanı hâline geldi.
4 kez, büyük eylemler için Irak'tan sızmaya, Tunceli ve Hakkâri kırsalında toplanmaya çalışan terör örgütü darmadağın edildi. Bestler-Dereler'de aldığı darbe ve Besta cephe sorumlusu İran asıllı Salar Acem'in öldürülmesi örgütte moralleri dip yaptırdı.
En önemli bilgiyi en sona sakladık.. Örgüt son 9 ayda büyük darbe yedi.. Üçte ikisi etkisiz hâle getirildi... Son istihbarat raporlarına göre Türkiye içinde sayıları 1.800-2.200'e kadar geriledi..
En güçlü oldukları Şırnak kırsalında bile sayıları 200'ü bile bulmuyor artık.. Tüm zamanların en iyi rakamı.. Yurt dışı da çok iyi gidiyor..
Irak ve Suriye'de 3.000-3.500 civarındalar.. Yani toplamda sayıları 5.000'e kadar indi.. Suriye'deki PKK'lıların çoğu, yani Kandil kadrosundan ve komutan düzeyinde… Diğerleri Suriyeli Kürtlerden devşirme..
Terörle mücadele çok iyi gidiyor.. Daha güzel haberler de alacağız. Terörün gündemden düşeceği günler çok uzakta değil…
Batuhan Yaşar/Türkiye
Ne ABD Türkiye ile ilişkilerini koparmak istiyor ne de Türkiye ABD ile... Bu bile son yıllarda Türkiye'yi zorlayan küresel güç odakları açısından ciddi bir başarısızlık.
Türkiye'yi yalnızlaştırmak isteyen çevreler son ana kadar, medya üzerinden inanılmaz bir algı operasyonu yürüttü. İşin ilginç tarafı aynı kesimler ABD içinde Trump'ı da kuşatmaya almış durumdalar. Trump seçimle geldi ama hâlâ devlete hâkim değil. Pentagon'dan CIA'ye kadar müesses nizamın tüm kurumları Trump'ı eski politikaları uygulamaya zorlarken, gitmesi için de elinden geleni yapıyor.
İki liderin görüşmesi bu kuşatmanın gölgesinde yapıldı. Görüşmeyi etkileyen bir gelişme de Erdoğan ABD'ye giderken dünyanın yeni merkezinin kaydığı Hindistan, Çin ve Rusyagörüşmeleriydi.
Yeni merkez, Doğu'da Türkiye, hem enerji koridoru olması, hem de Pekin'i Londra'ya bağlayacak ve gelecekte ticaretin ana aksı olan 'yeni ipek demiryolu' nedeniyle kilit ülke durumunda.
Trump, söyledikleriyle, Türkiye'nin vermek istediği ve bir anlamda rahmetli İsmet İnönü'nün daha 1964'te söylediği "Yeni bir dünya kurulur Türkiye de orada yerini alır" tezini hatırlatan mesaj aldığını gösterdi. Israrla Türkiye'nin bölgesel ve küresel önemine vurgu yapması boşuna değildi. Bu çerçeveden, henüz ayrıntıları tam ortaya çıkmasa da sonuca bakıldığında üzerinde durulması gereken birkaç önemli nokta var.
Birincisi Trump henüz devlette etkin olmasa da Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek istediğini Suriye'deki güvenli bölge dahil, PYD ve FETÖ'ye ilişkin yaklaşımlarıyla Türkiye'ye yakın durduğunu gösterdi.
İkincisi DEAŞ'la birlikte PKK'yı da anarak, yeni dönemde PKK'nın bir zamanların ASALA'sı gibi devre dışı kalabileceğinin işaretini verdi. Bu tespite rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın PYD-YPG-PKK ilişkisine işaret eden uyarısı gerekliydi ve bundan sonra bölgede adımların hangi minvalde atılacağının sınırını çiziyordu.
Yakın gelecekte Suriye'de özellikle PYD ve PKK eksenli sürpriz gelişmeler yaşanması şaşırtıcı olmayacak. Türkiye açısından üçüncü önemli konu, FETÖ'ye karşı ABD yönetiminin ne yapacağıydı.
Mahmut Övür/Sabah
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD ziyareti ve yeni Başkan Trump'la yaptığı ilk yüz yüze görüşme vesilesiyle Türkiye ABD ilişkileri özellikle Suriye bağlamında ve PKK/PYD sorunu üzerinden tartışılmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD ziyaretlerinin olağan üstü ilgi görmesi Beyaz Saray'ın bu konuda daha önceki dönemlerden farklı bir şekilde Türkiye'ye önem vermekte olduğunun göstergesi olarak yorumlanmıştır.
Peki, ABD Türkiye'nin önemini, Erdoğan'ın liderliğini neden farklı değerlendirmeye başlamıştır. Bunu açıkça söylemek gerekirse yapılması gereken ilk tespit, artık bu ülkenin dış politikasının belirleyici unsurunun Ankara olmasıyla ilgili olmalıdır. "Türkiye'nin soğuk savaş boyunca Batı sistemine onun patronajına bağlı hareket etmesi, Ankara'nın dışarıya duyarlı yani Batı çizgisinde kalmasını anlamak zor değildi fakat soğuk savaş sonrası on yılı aşkın sürede bocalaması, dünyada hiçbir şey değişmemiş gibi hareket etmesi oldukça sorunlu bir tablo oluşturmuştu. Şüphesiz bunda Batı sisteminin Türkiye içerisindeki ilişkiler ağının oluşturduğu gücün, onun kurumsal yapı üzerindeki tesirlerinin önemli rolü bulunmaktadır. Bu sorunun, esas itibarıyla siyasi yapıyla derin bağlantıları bulunduğu görülmeden anlaşılmasının mümkün olamayacağını belirtmek gerekir ki bu doğrudan demokratikleşme sorununa uzanan bir konudur."
Ülkelerin uluslararası siyasetinin temel parametresi, her bir ülkenin siyasal yapısına bağlıdır. Siyasal yapısını belirleyen kurumlar, ideolojiler, gelenekler ve toplumsal güçler arasında oluşan 'iktidar zümresi' siyasal anlayışın temellerini belirlediği gibi, dış politikanın çerçevesini de tayin eder. Bu teorik esas ekseninde bakıldığında, Türkiye'nin Batı bağımlı dış politikasını oluşturan, soğuk savaş da dahil bütün dönemlerdeki anlayışın nasıl belirlediğini görmek mümkündür; çünkü devlet üzerinde kurulan siyasal iktidar, toplumsal iktidarın yansımasıdır ve gücünü 'demostan' almadığı müddetçe 'dışarıya daha fazla yaslanma' ihtiyacını her zaman hissedecektir.
Yeni olan ne? Türkiye'nin demokratikleşme sorununun bir boyutunun Batı'yla kurulan bağımlılık ilişkilerinden kaynaklandığını söylememin arkasında yatan da budur.
Vedat Bilgin/Akşam
FETÖ meselesi ise yeni bir evreye girmekte. Bu aşamada MİT Müsteşarı'nın yürüttüğü istihbari diplomasi ile mesafe alınabileceği görülüyor.
Görüşmenin en mühim kısmını, yani süreç yönetimini değerlendirecek olursak...
Erdoğan'ın, Trump'la buluşmasını NATO Zirvesi'ne kadar ötelemek isteyen aktörleri aşarak Beyaz Saray'da ilk görüşmeyi gerçekleştirmesi Ankara-Washington ilişkilerinin nasıl seyredeceğinin ipucu niteliğinde.
Cumhurbaşkanı'nın, ABD Başkanı ile doğrudan temas kurması siyasi, hatta askeri tıkanıklıkların anlık iletişimle aşılması ve direktiflerin DC'nin karanlık labirentlerinde kaybolmaması bakımından ciddi bir ilerleme.
YPG'nin silahlı kapasitesinin sınırlanması, Türkiye sınırından uzak tutulması, Rakka temizliği sonrası örgütün ağır silahlardan arındırılması noktasında sözleri aşan mekanizma arayışı her şeye rağmen önemsenmeli.
Türkiye sınırları içinde etkili terörle mücadele, sınır ötesinden gelebilecek saldırılara angajman kuralları çerçevesinde misli ile mukabele, tehdidi kaynağında etkisiz kılma hususlarında Ankara'nın kararlılığının muhataplarına keskin cümlelerle ifade edilmiş olması da hassasiyet noktası.
FETÖ dosyasında yargı aşamasına kadar atılabilecek adımlar da yok değil. FETÖ'ye,Washington Post'ta makale yayımlatabilen finans ve lobi ağının ABD'de kontrol altına alınmasına dair gelişmeler beklenmesi olası.
Netice olarak... Erdoğan-Trump zirvesinin, ilk görüşme sınırlarında kalmayacağı, NATO ve sonraki görüşme zeminlerinde sürpriz gelişmelerin yaşanacağı, YPG ve FETÖ konusunun dünden daha iyi konumda olduğu, beklenti yönetiminin ağır basacağı söylenebilir.
Okan Müderisoğlu/Sabah
21 Mayıs'ta yapılacak AK Parti olağanüstü kongresi sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı partinin genel başkanı yapacak bir formalite olmayacak. Tabii ki kongrede Erdoğan tekrar partinin genel başkanı olacak ancak bunun yanında kongre ile çok daha hayati bir süreç de başlayacak. AK Parti kongresinin esas çıktısı ise 15 yılını doldurmak üzere olan partinin yapacağı muhasebedir.
AK Parti özellikle 2013'den bu yana mücadele etmekten vakit bulup, neyi nasıl yaptığı üzerine çok fazla değerlendirme yapma imkanı bulamadı. AK Parti, içerisinde çok farklı grupları ve yine çok farklı fonksiyonları barındıran bir yapı. Bir tarafta farklı kimlik grupları var. Muhafazakarlar da AK Parti'den beklenti içerisinde, İslamcılar da, liberaller de, merkez sağcılar da, ülkücüler de, Kürtler de... Diğer tarafta ise farklı fonksiyonlar var. AK Parti belediye hizmetlerini de eksiksiz yürütmek zorunda, ülkeyi de idare etmeli. Eğitim ve kültür alanında beklenen atılımın hala istenilen ölçüde başarılamamış olması da AK Parti'nin sorumluluğu. Hepimizin göğsünü kabartan otoyollar, köprüler ve tüneller ise AK Parti'nin başarı hanesine yazılıyor.
Tüm bunların yanında bir de değişen, hareketli bir Türkiye var. Duraksamayı veya geri gitmeyi bırakın bir an yavaşlasanız geride kalacağınız, yakalayamayacağınız ve muhakkak ıskalayacağınız bir toplumsal dönüşüm mevzubahis.
Evet, Erdoğan ve AK Parti yüzde elliyi konsolide etmeyi başarıyor. Ancak bu yüzde elli kendi içerisinde çelişen çıkarlara sahip. Birini memnun eden diğerini bırakın memnun etmemeyi kırmızı çizgilerini delik deşik ediyor. İşi daha içinden çıkılmaz hale getiren de yüzde ellinin hemen her ferdinin geride bıraktığımız 15 yıl içerisinde hayati değişimler geçirmiş olması. Özetle kendi içerisinde çelişen çıkarlara ve taleplere sahip AK Parti kitlesinin her bir ferdinin çıkar ve talepleri de zaman içerisinde değişiyor.
Tüm bu değişim ve dönüşüm içerisinde her şeyi doğru yapsanız da değişimin hızını yakalamak neredeyse imkansız. Her şeyi doğru yapmış olsa bile partinin bir noktada kendini sorgulaması kaçınılmaz bir ihtiyaç halini alıyor. AK Parti de kuruluşundan itibaren bu ihtiyacın farkında. Tam da bu nedenle toplumun nabzını iyi tutmaya, seçmenin taleplerini devamlı surette gündemine almaya ve tabanını ile bağlantısını her zaman diri tutmaya çalışıyor.
Ancak 2013 sonrasındaki savunma psikolojisi ve özellikle Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Erdoğan'ın AK Parti liderliğinden fiili olarak uzaklaşması AK Parti için sorunlu bir süreci başlattı. Evet icraatlar, toplumu memnun eden hizmetler, adalet ve kalkınma alanındaki atılımlar devam etti ancak yenilenmenin hızı düştü.
Erdoğan'ı genel başkanlığa taşıyacak 21 Mayıs olağanüstü kongresinin esas işlevi de bu olacaktır. 21 Mayıs'tan sonra AK Parti reformları tekrar ajandasının birinci sırasına yerleştirecek. Bir yandan devlet aygıtının cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine uyumu için gerekli reformlar yapılacak, öte yandan da siyaseti ve toplumu dönüştürecek daha nitelikli ve derin bir reform süreci başlayacak. Bu süreç başarı ile tamamlanırsa Türkiye de, AK Parti de kazanacak..
İsmail Çağlar/Takvim
Soru şu: Müttefikimiz Amerika (çünkü hâlâ bir "müttefik" olarak görülmek ve ona uygun bir muamele istiyor), bir terör örgütü olan PYD'yi desteklemeye ve silahlandırmaya devam eder mi? Cevap çok açık: İstikbalde "kazanacaklarına" bakar. Bu işler biraz da böyledir: Devletler, dış politikalarını "kâr-zarar denklemi" üzerine kurarlar. Amerika, halihazırda getirisi olan bu örgütten Türkiye istedi diye hemen vazgeçmeyecektir, en azından raf ömrü tamamlanıncaya kadar ilişkilerini devam ettirecektir.
FETÖiçin de böyle... İki ülke arasındaki sorunlara ne kadar vakıf olduğunu (daha doğrusu, çözüm konusunda ne kadar belirleyici olacağını) bilemediğimiz Trump, güler yüzü ve misafirperverliği dışında bir şey göstermedi... "Türkiye ve Amerika arasındaki özel dostluğu kimselerin yenemeyeceğini" söyleyen ve samimiyetinden kuşku uyandırmayan Trump, daha birkaç gün önce, Türkiye ve Amerika arasındaki dostluğa ağır darbe vuran bir karara imza atmış, PYD'ye silah verilmesi yönündeki tasarıyı onaylamıştı.
Bu imzayı, ne yaptığını bilerek mi atmıştı? Bir emrivakiyle mi karşı karşıyaydı? Bunu bilebilmemize imkân yok ama bildiğimiz şu: Trump'la Pentagon ve genel olarak bürokrasi arasındaki "anlaşmazlık, çatışma", Donald Trump yönetimini "yönetici/belirleyici" bir konumda görmemizi engelliyor. Yani Trump yegâne karar verici değil. Henüz değil. Başkaları hazırlıyor, başkaları kotarıyor, onaylamak da, zaten ispat-ı vücut çabası içinde olan Beyaz Saray'a düşüyor.
Bunu, "Ver papazı" diyalogunda daha iyi görebiliyoruz. Konu, karşılıklı görüşmelerde üç kez dile getirildi; Trump, elan FETÖ'den dolayı tutuklu bulunan İzmir Diriliş Kilisesi'nin FETÖ'cü Papazı Andrew Brunson'un serbest bırakılmasını istedi. Bu durum bize neyi söylüyor?
PYD'yi ısrarla terör örgütü olarak görmeyen ve bu örgütü silahlandırmayla/kollamaya devam edeceğini "hissettiren" Amerika, bir CIA örgütlenmesi olan FETÖ'den vazgeçmeyeceğini Papaz Brunson üzerinden "iletmiş" oldu. Bundan sonra oluşturulacak diyalog zemininde, Türkiye müttefikine, PYD'yi ve FETÖ'yü desteklemeye devam etmesi durumunda "kaybedeceklerini" anlatabilirse, iki liderin görüşmesi için "olumlu geçti" nitelemesini kullanabiliriz.
Bence de olumlu geçti...
BİR- Türkiye, kendisini anlatabilecek malzemelere fazlasıyla sahip. Anlatacaktır.
İKİ- Erdoğan'ın açıklamalarında esneklik payı yok. "Bu bölgede terör örgütlerinin geleceği yok" derken kararlıydı. Bu mesajın istikbalde görüleceğini ve değerlendirileceğini zannediyorum.
ÜÇ- Bugün "Ver papazı" diyen Amerikan yönetimi, yarın pekâlâ "Al papazı" diyebilir. Konuşmak için henüz erken ama bu da ihtimal dâhilindedir...
Ahmet Kekeç/Star