GÜNCEL
Gülen'in evlilik planı: 80’de ilk 90’da da ikincisi..
FETÖ’cülerin 15 Temmuz’un planını yaptığı 6 yıl önceki gizli toplantıda teröristbaşı Gülen’in evlilik hesaplarının da konuşulduğu ortaya çıktı.
Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) üst düzey bir abisinin kanlı darbe planının şifrelerini verdiği 2010 yılındaki gizli toplantıda, terörist başı Fetullah Gülen'in evlilikle ilgili sapkın düşüncelerini de anlattığı ortaya çıktı. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'nın FETÖ dosyasına giren 2010 yılına ait CD'ye konu sohbette, Gülen'in 40 talebesinden biri olan üst düzey bir imam, diğer imamlara yaptığı konuşmada, Gülen'in üst düzey yeteneklere sahip olduğunu anlattı.
SÜNNET DİYE EVLENECEKMİŞ
Bugüne kadar evlenmeyen Fetullah Gülen'in evlilik planı da söz konusu sohbette anlatıldı. Gülen'in talebesi olan imam, şöyle konuşuyor: “Bir hadis dersinde Vehbi Hoca, 'hocam sünnetler içinde evlilik de var, bunları nasıl yaşayacaksınız?' diye soruyor. Hocaefendi de 'Vehbi efendi, şeriat geldiği zaman ilk bıraktığım şey sakal olacak. Evliliğe gelince, ahir ömrümüzde sünnete uyma açısından bu işe de gireriz' diyor. Hiç düşünmemişsinizdir hoca evliliğini... Hocaefendi 80 küsur yaşında evlenecek. İki evlilik sünnet olduğu için ikinci evliliğini de 90 küsur yaşında gerçekleştirecek."
ÇOCUKLARININ CİNSİYETİ DE BELLİ
“Birinci evlendiği kişi bekar olacak, ondan iki tane oğlu olacak, ikincisi ise dul olacak ve ondan çocuğu olmayacak. Hocaefendi gençlik yıllarında, tahta kulübedeyken çamaşır yıkıyormuş. Kalbinden hafif geçmiş 'ya bir avrat olsaydı bu işleri düşünmezdim' diye. O gece sabah seher vaktinde müezzin Hayri Efendi vardır, cami müezzini. Allah Resulü rüyasına giriyor Hayri Efendinin ve 'git Fetullah'a söyle, evlenirse ölür' diyor. Hocaefendi de 'ya evlilik falan düşündüğüm yok. Çamaşır yıkarken kalbimde öyle bir şey geçmişti' diyor. Allah Resulü demek bu kadarına bile razı olmadı."
BEN BU ASRIN SAHİBİYİM
Söz konusu sohbette imam, Gülen'le ilgili şunları da söylüyor: “Hocaefendi, kendi talebeleri için 'bunlar bana kriz geçirtiyor, kan kusturuyorlar' diyor. Niye kan kusturuyorlar? Hocaefendinin mahiyetini bilmediklerinden. Hocaefendiye güzel konuşan bir vaiz olarak bakıyorlar ilk zamanlar. Vazifeli olduğunu bilmiyorlar ki... Pekmezci abiye vazife veriyor Buca kamplarında. Sallıyor Pekmezci abi, 'tamam hocam yaparız' diyor. Ertesi hafta gelince 'o iş yapıldı mı?' diye soruyor tekrar. 'Yaparız hocam yaparız' diyor yine. Bu sefer hocaefendi, 'kaç hafta geçmiş halen 'yaparız' diyorsun. Mühim bir iş yapılması lazım, hocaefendi üzerinde ehemmiyetle duruyor ama sallıyor karşıdaki, vazifeli olduğunu bilmiyor ki. En son kızıyor hocaefendi, tutuyor yakasından 'sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben bu asrın sahibiyim' diyor. Bir türlü iş yapmaz Pekmezci, ondan sonra Pekmezci oluyor. Zaten hocaefendi kızdığı zaman maharetlerini söyler."
Geleceği biliyormuş
İmam, Gülen'in 'geleceği bildiğini' iddia edilerek şunları söyledi: “Şimdi asrın başındaki imamlar hiç sarsılmıyorlar değil mi? Her türlü sıkıntı ve çileye rağmen bakıyorsunuz dimdik ayakta duruyorlar. Neden? Çünkü filmi biliyorlar da ondan. İşte büyük zadlara, hocaefendiye, ilahi ekranda kendi hayatını Allah ona seyrettiriyorsa sarsılmaması için seyrettiriyor, neticeyi bilsin ki hayatın içerisinden geçen başına gelen bütün şeyleri göğüslesin. Yani hocaefendi geleceği biliyor..."
HZ. MUHAMMED'İ RÜYASINDA GÖRÜYOR!
“Geçenlerde Amerika'da bir arkadaşımız hocaefendiye, 'hocam, üstad hazretleri ileride kim geleceğinden risalelerde açıklama ya da şerh yapacağından bahsediyor, bu ne zaman kim gelecek' deyince, hocaefendi gülmüş, 'ya mübarek ben yapıyorum ya' demiş. Geçen hafta da bir abiye, 'Hocaefendinin ekranı açık mı?' diye soruyor. Bu kadar da olur mu ya? 7 yaşında her gece Allah Resulü'nu rüyasında gören insanın ekranı kapalı mı olur?"
İşte Fetullah Gülen'in hayatı:
Bugün “Fetullahçı Terör Örgütü” olarak müsemma, dünün “Hizmet Hareketi” adıyla muteber camiası, daha evvelin kuşkular içinde gelişen “Fetullahçılar” cemaatinin kimliğinin ve çizgisinin yegane belirleyicisi olan elebaşı Fetullah Gülen’in yürüyüş hattı eşliğinde fikir ve inanç dünyasının referanslarını bulmaya çalışacağız. Bunun için, FETÖ lideri Gülen’in etrafında ‘hayat boyu yürüdüğü’ ‘koruyucu melek’lerine, ‘yol arkadaşlarına’ bakmak yeterlidir. Baştan belirtelim, aktaracaklarımızın tamamı açık kaynaklarda yer alan bilgilere dayalı olduğundan kaynak belirtmeye gerek görülmeyecektir.
FETÖ KÂŞİFİ KEŞŞAFOĞLU
O’nu 13 yaşındayken bulan ve eğiten, destekleyip yönlendiren, ‘kâşifi’ kimdi? ‘Küçük Dünyam’da kendi ifadesiyle 1950’lerde tanıştığı ve daha geçen yıl 91 yaşında vefat eden Malatyalı Emekli Tabip Subay Dr. Esat Keşşafoğlu. Keşşafoğlu kimdir? ABD’de aldığı kontrgerilla eğitimi sonrasında Türkiye’de 1952 yılında Özel Harp Dairesi adı altında NATO bünyesindeki Türk Gladyosu’nu kuranlardan birisi. ‘Darbelerin üssü’ olan Merkez adına Keşşafoğlu’nun, Sadece Fetullah Gülen’i değil, İrancı İslam Devrimcisi Cemalettin Kaplan -ve adını zikretmek istemediğimiz iki önemli lideri daha- birbirine zıt kimlikli isimleri yetiştiren ve ‘kontrgerilla emrine alan’ kişi olduğunu söylersek, iddia edildiği gibi kendisinin ‘sadık bir nurcu’ olup olmadığı takdir edilir sanırız. 1952 yılında benim babam da 13 yaşındaydı. Belki milyonlarca 13 yaşında çocuk vardı. Gidip neden ta Erzurum’da cımbızla Fetullah’ı buldu Keşşafoğlu? Bu olay da sebepsiz değildir. Tesadüf diye bir şey yok. Keşşafoğlu’nu da küçük Fetullah’a yönlendiren bir proje olmalıydı!
İNGİLİZ RADARINDA BİR ÇOCUK
CIA/MİT/Gladyo için neden elverişliydi küçük Fetullah? ‘Erzurum’ gibi milliyetçi, muhafazakar, vatanseverlikte sağlam bir şehirden çıkınca ihanetin ve gerçek niyetin daha rahat kamufle edilebilecek olmasından öte sebeplere dayanıyordu Fetullah’ın üzerine oynanması! Müstemelekelerini tek tek ABD’ye devretmekte olan İngiltere, Türkiye’yi de 1944’te ABD’ye devretti. ABD, devraldığı Türkiye harddiskinde Fetullah Gülen’i de görecekti. İngilizler neden mi bu çocuğu not etmiş, temas için ergenlik çağlarının gelmesini beklemekteydi? Bu sorunun cevabı ailesinde gizli.
YAHUDİ ANNE TARAFININ ETKİSİNDE
Annesinin adı Refia olarak kayıtlı. Yahudi asıllı olduğu söyleniyor. Nitekim pasaportuna anne adını Rabin olarak kendisi işletecektir. Babasının Bitlis kökenli Kürt olduğunu söyler. Erzurum’da okuduğu medreseden kovulunca dayısının himayesinde Edirne’ye yerleşiyor. Dayısının, yani anne tarafının(Yahudi) etkisi altında yaşayacaktır artık. Edirne ve sonra Kestane Pazarı… Her ikisinin de Dönme(Yahudi) cemaati için önemli üsler olması tesadüf olabilir mi? Burada edindiği çevrenin de aynı nitelikte olması bu öngörüyü perçinlemektedir.
‘DAHHÂK’ KİM Kİ!..
13 yaşında Özel Harp Dairesi tarafından kullanılmaya başlanan Fetullah’ın, İslam Dünyası’nın röntgeni elinde olan İngiliz-ABD mihrakının emelleri için işe yarar bir özelliği de babası tarafından gelmektedir. Hikayeyi şöyle özetleyebiliriz: DGM Savcılığı 1982 yılında hakkında yapılan soruşturmada Fetullah Gülen’in ‘Dahhâk’ rumuzu ile yazılar yazdığını tespit edecektir. Türkiye’de yaşayan bir insan kendisine neden “Dahhâk” rumuz koyar? Dahhâk, İran tarihine ait bir sözcüktür. Şah Cemşit’i acımasızca, testere ile ortadan ikiye keserek katleden, İran halkına ifadesi zor zulümler uygulayan ‘Dahhâk’, İran’da “Dahhâk-ı zâlim” diye anılır. ‘Hoşgörü şampiyonu’ bir insan böyle bir vahşi ve gaddar bir zalimin adını niçin kendine yakıştırır? Üstelik, ‘zalim’ sıfatını uygun görmeyerek çıkartıp, ‘Dahhâk’ ile özdeşim kuran Gülen, bunu niçin yapmış olabilir? Kendisini neden Dahhâk olarak görür? Çünkü, İran’dan Erzurum’a kaçarak gelen bir dedenin anlattığı öykülerle doldurulmuş, bu öfkeyle büyümüş bir torundur O! İçinde büyüyen intikamcı misyonun ifadesidir ‘Dahhâk’! Dahhak’ın zulümleri yüreğini serinletiyor olmalıdır. Dahhâk’ın katlettiği İranlılar o devirde, elbette Müslüman Türk’lerdi.
BÂBİ TERÖRİST FETULLAH
Pekiyi, zoru neydi o dönem İran’ı yöneten Müslüman Türk şahlık yönetimi ile? Bunun da isminden kaynaklanan bir perde arkası vardır. Şöyle ki: bir Bâbi ayaklanmasında, ihtilali başaramayınca canını kurtarmak için Erzurum’a kadar kaçan büyük dedesinin anlattığı hikayelerin kahramanlarından birisi, İran’da egemen olan Türk şahlıklarından Nasiruddin Şah’ı vuran bir Babi isyancı/terörist olan Fetullah’tı. Adını da işte dedesinin etkisiyle öyküleriyle büyütüldüğü bu teröristten almıştı. Türk Şahı, İran hükümdarını vuran terörist yani! İran’daki Müslüman Türklerden alınacak bir hesap vardı, ancak 1925 yılında İran’da şahlık yıkılmış, Türklerin elinden yönetim alınmıştı. Farisiler iktidardaydı artık. Müslüman Türklerse Anadolu’da iktidardaydı.
‘NUR FEDAİLERİNİN’ ZAFERİ!..
Gülen’in adını aldığı Babi terörist lideri suikastçi Fetullah’ı yakaladılar. Darbe girişimleri başarılı olamamıştı çünkü. Fetullah sorgusunda kendisini “Nur fedaisi” olarak tanıtıyordu. Kutsal kitabının “Kitabu’n Nur” olduğunu, ‘tüm dinlerin eşit’ olduğunu, Allah’ın ‘vahiy göndermeye devam ettiğini’ İnandığı Bâbi liderinin Allah tarafından yönlendirildiğine inandığını savunuyordu. Her bir “nur fedaisi”nin yaşadığı, gizli binlerce “Işık evleri” olduğunu söylüyor, “Bizden korkun! Zaferimiz yakındır” diyordu Bâbi terörist Fetullah! Bu başarısız ihtilalci teröristi kılıçla idam ettiler. Vücudunu ibret olsun diye dört parçaya ayırdılar, şehrin dört kapısına astılar. ‘Bâb’ kapı demektir malum. Bütün Sızıntı dergilerinde mutlaka açılan bir ‘kapı’ ve kapıdan akan bir ‘ışık’ resmi de mevcuttur! Sonradan tanışacağı Risale-i Nur’lar ise, Bâbi inancının ‘Kitabun Nur’u ile karıştırılacak nitelikte olunca, bu ‘söylem’e muhteşem bir kamuflaj imkanı sağlamıştı Fetullah Gülen için. Eğer bu kadarı da tesadüf idiyse, sözün bittiği, aklın bir çıkarım yapamayacağı yere gelmiş olmalıyız.
VAAZLARINDA TERÖRİST ÖYKÜLERİ
Üstelik bu Bâbi isyancıların çile öykülerini, insanların cehaletine binerek kitap ve vaazlarında yer yer örtülü anlatımla sanki sahabe hayatından örneklermiş gibi gözyaşları içinde anlattığına şahit olmaktayken!.. Dahası, İslam ve Osmanlı inkırazı üç asırlık bir geçmişe dayalıyken sürekli “bir-iki asır” göndermeleri yapıyorken! Çünkü öykülerini zımni ve edebi anlatımlarında aktardığı dedesinden/babasından öğrendiği o isyancı kahramanların(!) davası sadece yüz elli yıllık, yani bir-iki asırlık İngiliz projesidir. Şimdilik bu noktada duralım. Bu konuya inanç ve fikir dünyasını(doktrinini) değerlendirirken yeniden döneceğiz. Ortaya çıkan resim şu: Anne tarafından Yahudi, baba tarafından İranlı Babi (İngiliz Yahudiliğinin uydurduğu yeni ortak din) etkisi altında olan bir kişi elbette yabancı istihbarat servisleri için bulunmaz Hint kumaşıdır. Üstelik Bâbilikte var olan batıni(gizli ilimlere dayalı hareket) ve ismaili(kendini gizlemeye dayalı hareket) şuuru çekirdekten yüklenmiş bir Erzurumlu Müslüman ise bu kişi, biçilmiş kaftandır!
PROJE ÇOCUK
Geriye eğitim, örgütleme ve destekleme kalmaktadır. Sanırız İngiliz-ABD kayıtlarında bu ailenin olması ve 13 yaşındayken Fetullah’ın seçilmesinin neden tesadüf olmadığı, hatta ‘nesilden nesile’ izlenen nasıl bir proje olduğu anlaşılmış olmalıdır. Konumuza kaldığımız yerden devam edelim. Gülen’in ‘hayat arkadaşlarını’ ele alıyorduk. Bakalım başka kimler girmiş ‘kader ortağı’ olarak hayatına? 1952’de 13 yaşındayken kendisini keşfeden Keşşafoğlu’ndan sonra kim gelir Gülen’in hayatında dersiniz? Hayat boyu’ Gülen’in Keşşafoğlu kadar önemli bir diğer ‘hâmisi’ olacak olan, 1964 yılında, Türkiye’ye ABD büyükelçisi olarak gelen ve 1966 yılından yani 25 yaşından itibaren Kestane Pazarı Vaizliğinden başlayarak, 15 Temmuz 2016 da dahil olmak üzere halen FETÖ elebaşının yanında ve hep yakınında duran CIA Başkan Yardımcılığı yapan Graham Fuller! O’nu ABD’ye götüren de, etkili isimlerden referans mektupları alan da hep o olacaktır.
“BIRAKMAZLAR BENİ”
Bu arada, 1957 yılı gibi Medreseden Hocasının kendisine ulaşıp, “Sana burs verelim, Erzurum’a dön eğitimini tamamlayalım, sen zeki birisin” dediğini biliyoruz. Genç Gülen’in cevabı her şeyin farkında olduğunu gösteriyor: “Hocam, ben burada öyle insanlarla irtibata geçtim ki, istesem de gelemem, onlar beni bırakmazlar. Gelemem.” ABD’deki esir durumundan çok önce daha gençlik çağında, 16 yaşında iken ‘ele geçirilmiş, teslim olmuş’ biri olduğu anlaşılmaktadır.
PARALELLİK GEHLEN’DEN!
Fetullah’ın önemli bir başka koruyucusu daha vardı: 1966-71 yılları arasında MİT Müsteşarı olarak görev yapan Fuat Doğu. Malum o yıllarda MİT demek CIA demekti. Gülen’le yakın ilişki içindeki Fuat Doğu’nun yakın görüştüğü önemli bir isim, belki de Dünya’nın ilk paralel yapılanmasını kuran kişi idi: CIA ajanı olan Reinhard Gehlen! Almanya’daki ABD paralel devletini kuran ve örgütü sonradan Alman İstihbarat Teşkilatı (BND) olacak olan Gehlen aynı zamanda Futa Doğu’nun meslekte üstadı, eğiticisiydi. Komünizme karşı espiyonaj, Gehlen’in öğrettikleri ile MİT’te yerleşiyordu. Fuat Doğu’nun, mucidinden öğrendiği paralel yapılanmanın inceliklerini Gülen’e aktardığı, Gehlen-Gülen hareketlerindeki benzerliklerden de anlaşılabilir niteliktedir.
MELEZ ÖRGÜT
Bu özelliklerin ne kadar bilinçli planlanarak oluşturulduğuna ilişkin bir anekdotu eski yol arkadaşı Nurettin Veren anlatıyor: 1979 yılıdır. Humeyni’nin Paris’ten Tahran’a devrimle döndüğü günlerde Veren, Gülen’e sormuş: “Bizde de değişim böyle mi yaşanacak?” Gülen’in cevabı bugün için kapaklıktır: “Humeyni hareketi, ancak üçüncü sınıf bir harekettir. Bizim hareketimiz ise birinci sınıf bir hareket olacaktır. Görünmez, bilinmez, hissedilmez bir harekettir; bizimkisi!” Evet, tam söylediği tarzda hayalet gibi bir cemaat var karşımızda; bütün millet seferber oldu yakalamaya çalışıyor ve hala bulduklarından da emin olamıyor! Tam bir Batıni, Hurufi, İsmaili, Babi sentezi, melez, birinci sınıf bir ihanet örgütü! Lakin, unuttukları bir ayrıntı, karşısında da birinci sınıf bir milletin var olduğuydu! Devam edelim; 80’li yıllar geldiğinde daha çok öne çıkacak başka birisi daha vardır Gülen’in ‘hayat arkadaşları’ arasında. 11 Eylül 2016’da vefat eden Yahudi kökenli ünlü iş adamı İshak Alaton. 15 Temmuz’da neler hissetmişti, kim bilir Alaton? Üzeyir Garih dostunun ziyaret ettiği Küçük Hüseyin Efendi’nin mezarı başında öldürülmesine yol açan ‘farklılıkları’ üzerine de düşünmüş müdür acaba o gece?
MASONLUK DA EKLENİNCE…
Sonra, 1980’lerde bir başka sima canlanır Gülen’in yanında; ABD’nin Kore’de kurdurduğu Moon Tarikatının Türkiye temsilcisi olan ve 1975 yılında referans olup Gülen’i Mason Locasına kaydettiren, Rockefeller bursu ile okuyup Bülent Ecevit’in kudretli CHP Genel Sekreteri olan Kasım Gülek! Ecevit’i Gülensever yapan da Gülek’ti. Masonluğa kabul edilmeden önce ilk irtibatını Kestane Pazarı yıllarında Ali Rıza Güven’in sağladığı Üzeyir Şenler’in açıklamasından bilinmekte olan Gülen’in, Fatih Altaylı’nın “Size mason diyebilir miyiz?” sorusuna “Masonluk kötü bir şey değil. Bana mason diyebilirsiniz.” cevabı da bunu ortaya koymaktaydı. Bu irtibat, Fetullahçı gruba saydığımız İslam tarihinde doğan bazı akımlar yanında Masonluğun ‘gizli örgütlenme’ anlayışını da nakşedecek bir başlangıç olacaktır.
MUAMMA BİR DİN ADAMI
Belki hayatındaki en masum yol arkadaşı 2006 yılında vefat eden Yaşar Tunagür olabilir. Onun da, ikisi de birer ‘Sabetay üssü’ olan Edirne’ye ve sonra Kestane Pazarı’na Gülen’i monte edişi anlamlı bir birliktelik taşır. Gülen’in rol aldığı Kestane Pazarı’nda kurulan ilk dernekte Bahai ve Sabetay vatandaşlarımızın toplanması sadece bir tesadüf olamazdı sanırız. Demirel’e ve Özal’a Gülen’i emanet eden, Graham Fuller olduğu kadar şüphesiz aynı zamanda Vaiz ağabeyi Yaşar Tunagür’dü. Bir vaiz iken Londra’ya çok sık gitmesi, Aramco ve Rabıta ile yakın ilişkileri ile Ortadoğu’ya seyahatleri ve her yıl Hac Mevsiminde ABD’lilerle Arabistan’da yaptığı toplantılar nedeniyle hakkında TBMM’de “Yaşar Tunagür’ün Zararlı Faaliyetlerini Araştırma Komisyonu” kurulmuştu. Elbette korundu. Hiçbir şey çıkmadı. Gülen gibi hayatı muamma bir din adamıydı.
RİSALE’DEN UYDURULAN MEHDİLİK
Fetullah Gülen nurcu değildi. Yaşar Tunagür onu Risale-i Nur dairesine katmıştı. Fetullahçılık, artık Nurcu bir ekol havasına bürünecekti. O derecede ki Hurufi ve Batıni hortlayış ile, güya, ebced hesabı yapılarak Said Nursi’nin Risale-i Nur’da haber verdiği gelecek olan Mehdinin Fetullah Gülen olduğuna bile inanılacaktı. Böylece Tunagür’ün de Gülen’e büyük itaat imkanı sağlayan katkısı “mehdilik” oldu. Bütün bu ilişkilerin üstüne Papanın elini öpüp “Papalık Misyonu’nun parçası” olduğunu açıkladığı mektubunu da ortaya koyarsak Fetullah Gülen’in yaşamında nasıl bir resim çıkıyor ortaya?
İŞTE HAYATININ FOTOĞRAFI
Resmi tam olarak görmek için Gülen’i ortaya koyup hayat yolundaki arkadaşlarını yeniden sıralayalım:
NATO’cu Kontrgerilla Keşşafoğlu,
CIA Başkan Yardımcısı Fuller,
Mason Gülek,
Yahudi Alaton,
Muamma Vaiz Tunagür ve
Vatikan lideri Papa!..
Bir insanın hamileri ve hayat arkadaşları bu isimler ise kendisi kimlerdendir sizce? “Bizden” olmadığı kesindir, değil mi? Denebilir ki daha bir çok insan kırk yıl, otuz yıl yanında olmuş… Hayır, gerisi, sadece Gülen’in kendi yolunun hizmetkârları, dolgu malzemeleri, koç başları idi. İstikamete etki eden değil, o yolda ‘hizmet’(!)e katkı verenlerdi!… O kadar. Her şey ayan beyan ortada değil mi? Fetullahçı Hareketin başta ABD olmak üzere işgal güçlerinin Truva Atı olarak doğduğu, Bir NATO-Gladyo projesi olarak geliştiği, Dünya devletinin baronlarının hizmetinde küresel bir karanlık aktör olduğu açık değil mi? Fetullah yeni bir Lawrence’tı. O karanlık dünya, Milli iradenin güneş gibi yükseldiği 15 Temmuz gecesi milletin saçtığı aydınlık tarafından boğulacaktır! Bundan böyle de tüm öncülerin ‘yol arkadaşları’na dikkat etmek çok şeyi gösterecektir, sanırız.
KURTULUŞ MİT’TEN BAŞLADI
CIA, MOSSAD ve o dönemde kontrollerindeki MİT üçlemesinin vaftiz çocuğu olan FETÖ ile sürekli himaye edildiği Türkiye Cumhuriyeti devleti arasında kimyanın bozulmaya başladığı tarih MİT’in millileşme tarihi oldu. 2010 yılı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Güçlü ordu, proaktif MİT” vizyonunu ilan ederek Hakan Fidan’ı Müsteşarlığa atadığı 2010 yılı fitilin ateşlendiği tarihti. Alman, İsrail ve ABD istihbaratlarının Fidan’ın atamasına karşı açık kaynaklara yansıyan direnişini Erdoğan umursamadı. Fidan hakkında “İran ajanı” iftira kampanyası o vakit başlamıştı. Bundan sonra beslemeleri olan FETÖ’yü kullanarak operasyonlar yaptılar. İki defa yaşanan Hakan Fidan’ı tutuklama girişimleri aslında istilacı güçlerin Erdoğan’ın bu bağımsızlık vizyonuna saldırısı idi. Gezi olayları, MİT tırlarına operasyon, 17-25 Aralık darbesi aslında MİT’te başlayan ‘milli dönüşüm’ün ülkeye istikamet vermesini engellemek içindi.
TÜRKİYE’NİN GÖZLERİNİ OYMAK…
Fakat bir kere zihniyet devrimi gerçekleşmişti. Saldırmaları boşa değildi. İstihbarat bir ülkenin gözleridir. MİT ellerinde iken Türkiye kördü, elinden tutup istedikleri yöne yürütüyorlardı. Fakat artık Türkiye’nin Milli istihbaratı olmuştu. Yani kendi gözleriyle görüp, kendi yolunu çizecekti bundan sonra. İşte bütün mücadeleler de bunu engellemek, Türkiye’nin gözlerini oymak içindi. Deniyor ki Gülen’in konuşmaları çok etkileyiciydi. İnsanlara anlattıkları doğru şeylerdi. Evet, insanların sözleri doğru olabilir. Kalpleri eğri olmasın. Zira o zaman Hakk’a hizmet etmezler. “Ameller niyetlere göredir” ölçüsü bunu öğretir bize. Kalplerinin eğriliğini nereden bilirsiniz? Amellerinden, yani eylemlerinden! Amellerin neyine bakarak anlarsınız kalbinin eğri, niyetin kötü olduğunu? İki şeye: Birincisi, eylemi kimin desteklediğine bakılır. Kim destekliyorsa niyet ona hizmet etmektir. İkincisi, Amellerin sonucuna bakılır; bir eylemden sonra kimin yüzü gülüyor? İstikametin doğru olup olmadığı bu iki kuralla anlaşılır. Aslında bu kadar basit ölçülerle her hareketin nerede durduğu, gerçek amacının ne olduğu anlaşılabilir. Elinizde bir istihbarat örgütü olmasına gerek yok.
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
“Amaçsal düşünmek” kaybettiğimiz, son derece önemli bir yaklaşımdır. Hz. Ebubekir’e sorarlar: “Gayr-ı Müslim hanımlarla evliliğe yasak getirmeniz neden, ayette izin verilirken?” Cevabı ne kadar ufuk açıcıdır: “Çünkü o kadar teveccüh edildi ki garyr-ı müslim hanımlara, artık evde kalmayayım diye ehl-i kitap hanımları İslam’a girmez oldu. İslam’ın yayılmasına engel olan şeyi kaldırdım.” Bir eylem Hakk’a hizmet etmiyorsa, şeklen doğru gözükmesinin anlamı yoktur. “Gayeci yaklaşım” bu nedenle çok önemlidir. Gülen’in hayatının araştırılmasına izin verilmedi. Araştırılsa saydığımız Gladyo’cu, MİT’çi, Yahudi, Bahai ve Misyoner birçok gayrı milli, gayrı islami ve gayrı meşru işbirliği ilişkileri gözler önüne serilecekti. Bu gerçeklerin gizlenmesi çok önemliydi. Perde arkasında kurulan gizli ilişkiler, çirkin ittifaklar ve hain emeller ifşa olursa sadece Gülen’in itibarı ve Fetullahçı Hareket sarsılmaz, Dünya baronlarının küresel oyunlarından biri bozulur, Türkiye’nin başına örülen çorap sökülürdü. O nedenle, bu gerçekler ortaya saçılmamalı, Gülen’in gözyaşlarının, hıçkırıkların büyüsü bozulmamalıydı.
GÜLEN’İN HAYATINA DOKUNANLAR YANDI
Bunun için Gülen’e dokunanlar hep yandı. Hayatını araştıran gazeteciler bir bir öldürüldü. Emniyet Genel Müdür Yardımcılarına kumpas kurmaya yanaşmayan, FETÖ liderinin hayatını da araştıran İrfan Erbarıştıran öldürüldü. Yine FETÖ liderinin hayatını incelerken görev yaptığı Kırklareli’nde tuvalet görevlisi ile ilişkiye girdiği iddiasını da ortaya atan Gazeteci Haydar Meriç öldürülenlerden bir başkası. Özel hayatına ilişkin iddiaları olanlardan kendinden haber alınamayanlar da var. Uğur Mumcu, Fetullahçılığın CIA emrinde bir işgal gücü olduğunu ifşa ediyordu. Hablemitoğlu Gülen’in Batı ile işbirliğini anlatıyordu. Öldürüldüler. “Vatikan’ın Müslüman Gizli Kardinali”ni açıklayacağını söyleyince Aytunç Altındal –ailesinin iddiasına göre- öldürüldü. Gülen Hareketi için ‘Opus Dei’ nitelemesi Altındal’a aittir. Altındal, kendisine yönelik iki defa suikast girişiminde bulunulduğunu da ölmeden önce açıklamıştı. “Fetullah Müslüman mı?” kitabının Türkçü yazarı, Birdal saldırısının azmettiricisi olarak da bilinen Semih Tufan Gülaltay çeşitli nedenlerle 74 yıl hapis yedi, kitapsa bir daha basılamadı, piyasada bulunamadı.
HALA İŞGALE ZEMİN
15 Temmuz sonrasına bakınız, FETÖ elebaşı açıklamasında ne demişti? “Haçlı’nın ülkenizi işgal etmesi çok tehlikeli bir şey değildir. Bir kere onlar sizin kadınınıza, kızınıza ilişmezler. Mabedinize ilişmezler. İlişmemiştir, Haçlılar…” Daha yanı başımızda Irak’ta kaç milyonun kanına, ırzına geçildiğini unutmadık! Afganistan’dan Vietnam’a uzanan haçlıların yakın tarihteki günah galerilerine girmeyelim hiç. Fakat bu sözün anlamı daha başkadır bizce. Bundan sonrası için topraklarımızı Batı’nın işgal girişimine altyapı hazırlamıştır bizce. Belli ki temennisi, hatta ‘ağababalarının planı’ Türkiye’yi fiilen işgal etmektir. O da işgale çanak olamayınca, işgale karşı direnç kırmak görevini üstlenmiştir.
SUÇ ORTAKLIĞI ÖRGÜTÜ
Şimdi soruluyor: İnsanlar nasıl böyle körü körüne itaat edebiliyor? Bir söz vardır: “En sağlam ortaklık suç ortaklığıdır” diye. Kitlesel, büyük bir suç ortaklığı mekanizması kuruldu FETÖ’de. Düşünsenize 14-15 yaşında ellerine düşmüşsünüz. Daha lise sınavlarından itibaren, üniversite ve iş sınavlarında da hep soru çalarak onbinlerce insanı ‘suç’ işleterek iş sahibi yapıyorsunuz. Kumpas kurarak, torpil yaparak makamlara, rütbelere getiriyorsunuz. Siz, yani FETÖ olmazsa kişi kendisini bir hiç olarak görüyor. O kadar kuşatılmışsınız. Oraya tam anlamıyla köle olmuş o dünyaya iltica etmişsiniz. Ne söylense yapmak dışında bir yolunuz yok. Bir de emir ve eylemler kutsallığa bürünüyor. İtaat ettiğiniz şeyin ‘ilahi görev’ olduğunu da benimsemişsiniz. Bir canlı bombadan farkınız kalmamıştır artık. Hepsi suç ortaklığına elbette devam edecektir. Bu, insan psikolojisinin kapalı toplum modeli içinde elde edilmesi olayıdır.
HİPNOZ VE İHANET
Özetlersek; Kırk yıllık planlı bir çalışma ile FETÖ adını verdiğimiz, liderinin hayatını kuşatanlar İslam ve Türk düşmanları olan, gizli örgütlenmenin tüm kurallarını uygulayarak ilerleyen, başından beri esir alınmış, fikriyatını da bu amaca göre kurgulamış bir insan üzerinden, suç ortaklığı bağımlılığına dayalı kontrol mekanizmaları oluşturulmuş, tarihteki Batıni, İsmaili, Babi, Hurufi, Sabbahi, Masonluk ve Opus Dei hareketlerini radikal bir tavırla günümüzde sentezleyerek ABD başta olmak üzere Batı tarafından küresel bir manevi hipnoz ve ihanet şebekesi desteklenerek inşa edilmiştir.
HAYRANLIK VERİCİ BASİRET
Bu kadar büyük ve kapsamlı bir tuzak tarihte hiçbir devlete kurulmamıştır. Bu casus örgüt dışında başka terör örgütleri ve örtülü-açık saldırılarla çökertilmek istenen Türkiye, devleti ve milletiyle emsalsiz bir destan yazmıştır 15 Temmuz’da. Fakat bu destanın büyüklüğü sadece o gece gösterilen kahramanlıkla ölçülmemelidir. Daha da ihtişamlı duran, kendi içinden çıkan, kendi üniformasını giyen ustaca gizlenmiş yeryüzü tarihinin görülebilecek en sinsi ihanet hareketini topluca sezebilen milletin ferasetidir, basiretidir. Hayranlık vericidir. Cesareti ise destan destan tarihte dalgalanacaktır. Allah milletimizi korusun ve yüceltsin!