GÜNCEL
Foreign Affairs’in Türkiye rüyası..
Amerikan dergisi Foreign Affairs'te yer alan bir haberde “Sadece bir senaryodan ibaret olsa da, bir darbe olasılığı bugün de var” denildi...
Amerikan dış politika dergisi Foreign Affairs'te “Türkiye'nin Gelecekteki Askeri Darbesi” başlıklı bir makale yayımlandı.
Washington'daki Ortadoğu Enstitüsü uzmanı Gönül Tol imzalı analizde; “Sadece bir senaryodan ibaret olsa da, bir darbe olasılığı bugün de var” denildi ve bu senaryo şu “ihtimallere” dayandırıldı:
Oda Tv'den Şıvan Okçuoğlu'nun Foreign Affairs'ten çevirdiği makaleye göre; “Eğer PKK ile devlet sarmalı arasında süregelen savaş kontrolden çıkacak olursa, eğer kitlesel şiddet batı şehirlerinde güvenlik zaafiyetinin ortaya çıkmasına neden olursa ve büyük bir ekonomik düşüş yaşanır ve eğer hükümetin otoriter tavırlarında artış sözkonusu olursa, ordu harekete geçebilir. Şartlar hükümet karşıtı protestoların artışa geçmesine neden olabilir. Bu durumda eğer Erdoğan gaddar bir polis baskısı oluşturur ve daha fazla kaos oluşmasına neden olurken kanlı katliamlar yaşanacak olursa, toplum generallerin yönetimi ele almalarını isteyebilir.”
İşte o makaleden ilgili kısım:
“Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın etkisi altında otoriter bir yola girmek zorunda kalmadan önce, pek çok kişi AK Parti'nin önceki liderinin Türk ordusunu ehlileştiren ve on yıllardır süregelen Kürt meselesini çözen kişi olarak tarihe geçeceğini düşünüyordu. Şimdi ise göründüğü kadarıyla bu umutlar gülünç bir şekilde boş beklentilerden ibaretmiş. Erdoğan, Kürt isyancılara karşı savaşmaları için orduya boş çek verirken generaller ile samimi bir dostluk geliştirdiği intibası yarattı. Kendi adına Erdoğan bu hareketleri ile bir taşla birden fazla kuş vurduğuna inanıyor olmalı. Bu hareketiyle Erdoğan kontrolsüz hırslarına darbe vuran Türkiye'nin en büyük azınlık grubunu zayıflatırken, aynı zamanda milliyetçiler arasındaki itibarını da güçlendiriyor. Erdoğan bu süreç içerisinde uzun zamandır arasının soğuk olduğu orduyla ilişkilerini onarırken, bu yakınlaşma kendisini çevrelemekte olan hem ülke içerisindeki hem de uluslararası muhaliflere karşı işine yarayabilir. Fakat Erdoğan için orduyu güçlendirmek de riskli olabilir. AK Parti iktidarı süresinde seneler boyunca devam etmiş olan saldırgan ve intikamcı bir tutumun ardından yakın çevresinde bulunan danışmanları, Cumhurbaşkanı'nın bir kaplana bindiğini düşünerek korku içerisindeler.
“ASKERİN HAVLU ATTIĞI GÜN”
Ordunun kin beslemek için sebepleri bulunuyor. Türk tarihinin çoğu bölümünde, siyasi işlerde hüküm sürecek nitelikteki dört darbe ile öteki politik liderleri görevden çekilmeye zorlamış ve laik demokrasinin sorgulanamayan muhafızı rolünü sürdürmüştü. AK Parti 2002 senesinde iktidara geldiğinde, bir zamanlar her şeye kadir olan generallerin etkilerini azaltmış ve onları bölünerek zayıflamaya zorlamıştı. AB'ye katılım kriterlerine göre Ankara orduyu sivil kontrol altına almayı başarmıştı. Askerin saltanatının yargısına kısıtlamalar getirirken, sivil yönetimin gücünü arttırmış ve hatta ordunun en üst düzey komutanlarının atanmalarında aktif bir rol oynamaya başlamıştı. 2007 yılının Nisan ayında (daha sonra e-muhtıra olarak anılacak olan) bir ültimatom askerin web sayfasında yayınlanmış, geçmişte bir başka İslamcı partinin de üyesi ve eşi türbanlı olan Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı yapılmak istenmesine karşı AK Parti sert bir dil ile uyarılmıştı. Halk ve AK Parti incinmiş olsalar da Gül yine de seçilmişti. Askerin girişimi popüler bir partinin toplum içerisindeki duruşuna karşı bir darbe vurmak üzere karşı nüfusunu kullanmak için olsa da, bu olayın etkisiyle hemen sonrasında gerçekleşen bir erken seçimde AK Parti oy oranını %13 oranında arttırmayı başarmıştı.
Aşağı yukarı aynı dönem, hükümetin o dönem yargıdaki müttefiki olan Gülenciler, askeri yetkililere karşı birden fazla soruşturma başlatmışlardı. Ergenekon ve Balyoz adı altındaki davalar ile sözüm ona hükümeti devirmek için komplo kurmakla suçlanan pek çok general tutuklanmış ve yüzlerce emekli asker sorgulanmıştı. Asker ile AK Parti arasındaki çatışma doruğa çıkarken 2011'in Temmuz ayının sonlarında Genelkurmay Başkanı istifa etmişti, Türkiye uzmanı olan Henri Barkey bu olayı “askerin havlu attığı gün” olarak tanımlamıştı.
ORDU: 290 HÜKÜMET: 8
Son zamanlarda, her nasılsa, ordunun talihi geri dönmüş görünüyor. Üstündeki Genelkurmay Başkanı adayı protesto için görevinden istifa edince askerin başına geçen ve Erdoğan'ın sadık bir kulu olan Necdet Özel'den beri, Erdoğan ve silahlı kuvvetlerin ilişkileri düzelmiş görünüyor, en azından tepe konumdaki askerler ile durum böyle. Fakat aralarındaki buzları çözen asıl unsur Gülenci yargıçların Erdoğan, yakın çevresi ve ailesine karşı başlattıkları yolsuzluk soruşturması olmuştu. Bu olayın ardından Erdoğan bir zamanlar ortak olduğu Gülencilere karşı top yekün bir savaş başlatmak konusunda orduyu potansiyel bir müttefik olarak görmüştü. Erdoğan'ın danışmanlarından birinin açıklamasına müteakiben, ordu Balyoz davasında yargılanan sanıkların tekrar yargılanmaları için bir dilekçe vermişti. Mahkeme bununla birlikte davayı bütünüyle reddetmiş, delillerin sahte oldukları gerekçesi ile hapisteki generaller serbest bırakılmışlardı. Genelkurmay Başkanı, Hulusi Akar'ın, Erdoğan'ın kızının düğününde şahitlik yapması, AK Parti ve ordunun birbirlerini şereflendirmeye geri döndüklerinin en son işaretiydi.
Devlet ve PKK arasında devam eden ateşkesin sona ermesi, hükümet ile ordu arasındaki bir diğer ayrılık noktasını ortadan kaldırmış bulunmakta. Ordu, PKK ile hükümet arasında devam eden barış görüşmelerine muhalif bir tavır sergiliyordu ve hükümeti Kürt bölgelerinde süregelen PKK aktivitelerine karşı gözünü kapatmakla suçluyorlardı. 2014 yılında ordu ülkenin güneydoğusunda PKK'ya karşı 290 ayrı operasyon gerçekleştirmek için başvuruda bulunmuştuysa da, hükümetin ancak sekiz tanesine onay vermesi, ikili arasındaki en hassas konu haline gelmişti. 2015 yılında devlet ve PKK arasındaki savaşın yeniden başlaması, hükümet ile ordu arasında ittifak oluşmasını kolaylaştırdı. Suriye ve Irak'ı içine çeken kaos ortamı ve Türkiye ile Rusya arasında artan tansiyon da ordunun yeniden iç ve dış kudret simsarı haline gelmesinde etkili oldu. Daha önce askere karşı açılan suç dosyalarını demokrasi yolunda atılmış önemli bir adım olarak tanımlayan Erdoğan ve yandaş basın şimdilerde Türkiye'nin iç ve dış düşmanlarına karşı mücadele ettiğini söyledikleri orduyu ''silahlı kuvvetlerin kahramanca çabaları'' sözleri ile övüyorlar. İsmail Kahraman'ın anayasadan laikliğin tüm izlerini silmeye yönelik sözlerine karşı Erdoğan, bu yeni ittifaka istinaden jest yapmak için laiklik savunuculuğu yapmaya başlıyordu.
BİR DARBE OLASILIĞI BUGÜN DE VAR
Erdoğan açıkça bu jestlerin orduyu istediği çizgide tutacağına bahse girer gibi görünüyor, fakat aslında ateşle oynuyor; ordunun bir fırsat görmesi durumunda politik süreçlere müdahil olmaya yönelik davranarak eski doğasına geri döneceğine dair korkuları olanlar da yok değil. Gerçekte, ordu zayıf düşmüş olabilir fakat oyunun bütünüyle dışında kaldığını da söyleyemeyiz. Kesinlikle hatırı sayılır ölçüde kurumsal bir özerkliği elinde bulunduruyor. Kemalizm, cumhuriyetin kurucu ideolojisi olduğu kadar İslamcılık ve ayrılıkçı Kürtlere karşı da bir siper görevi gördüğü gibi, askeri yüksek okulların ve akademilerinin mevcut müfredatının çekirdeğini oluşturmaya devam ediyor. Akademilerde İslam'a yegane referans Atatürk bağlamında yapılmaktadır. Ordu aynı zamanda, hükümet ve yakın çevresindekiler tarafından yapılan imam ve vaiz yetiştirmek üzere kurulmuş olan devlet destekli meslek okullarından imam hatip mezunlarının askeri akademilere girebilmeleri çağrısına da direniyor. Ordu bu okullardan gelecek öğrencilerin Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki rütbeler arasında dinin yayılım göstereceğini ve bu sayede hükümetin orduyu daha fazla kontrol altına alabileceğine inanıyor. Savunma bütçesi büyük ölçüde sivil denetime kapalı ve ordu kendi personel müdürlüğünün kontrolünü elinde tutmaya devam ediyor. Genelkurmay Başkanı'nın Savunma Bakanlığı'nın emrinde olmadığını da belirtmekte fayda var ve İç Hizmet Kanunu ordunun politikaya karışmasına yardımcı olan unsurlardan biri olmuştur ve mevcudiyetini aynen korumaktadır. Devletin yasası “Anayasada belirtildiği üzere Türk Silahlı Kuvvetleri Türk vatanını ve Türkiye Cumhuriyetini koruma ve muhafaza etmekle yükümlüdür” demektedir. Ordu geçmişte yaptığı darbelere istinaden bu maddeyi yasal bir gerekçe olarak göstermiştir.
Buna rağmen ordu, en azından şimdilik politik süreçlere bilhassa ilgili görünmüyor. Halkın e-muhtıraya olan tepkisinden sonra, politikanın dışında kalmayı tercih eder görünmektedir. Son günlerde hükümet destekli çevrelerin ordunun darbe yapacağına dair söylemlerine Genelkurmay yayınladığı ve sert bir dil ile kaleme alınmış ifadesinde ileri sürülen savları reddetmiş, sonrasında daha da ileri giderek bu haberleri yayan medya kuruluşlarına karşı yasal süreç başlatılmıştı. Ordu politik süreçlere müdahil olacağı zaman daima ulusal desteği arkasına almaya dikkat etmiştir. Ordunun yönetimi eline aldığı 1980'in kanlı sürecinde yaşanan darbede mesela, halkın büyük bir desteği söz konusuydu ve ordunun yönetime el koymasının düzeni yeniden inşa etmekte öneme sahip olduğu düşünülüyordu. Fakat bugün, ordu gayet iyi biliyor ki %50 oy oranına sahip Erdoğan ve partisi AK Parti'ye karşı olası bir darbe girişimine karşı ufak ölçekli de olsa bir halk desteği ile karşı çıkılabilir ve toplumun yönetimini eline almaya kalkışan ordunun gayretleri boşa çıkabilir.
Sadece bir senaryodan ibaret olsa da, bir darbe olasılığı bugün de var. AK Parti iktidarının 14 yılında ordunun laiklik duruşu bir ölçüde yumuşatıldı, fakat Kürt ayrılıkçılığı halen silahlı kuvvetlerin kırmızı çizgisi olma özelliğini koruyor. Eğer PKK ile devlet sarmalı arasında süregelen savaş kontrolden çıkacak olursa, eğer kitlesel şiddet batı şehirlerinde güvenlik zaafiyetinin ortaya çıkmasına neden olursa ve büyük bir ekonomik düşüş yaşanır ve eğer hükümetin otoriter tavırlarında artış sözkonusu olursa, ordu harekete geçebilir. Şartlar hükümet karşıtı protestoların artışa geçmesine neden olabilir. Bu durumda eğer Erdoğan gaddar bir polis baskısı oluşturur ve daha fazla kaos oluşmasına neden olurken kanlı katliamlar yaşanacak olursa, toplum generallerin yönetimi ele almalarını isteyebilir. Bu hoş olmayan senaryoların yaşanması durumunda generaller belki de askeri müdahale yerine politik süreçleri tercih edebilir ve hükümete istifa etmeleri için baskı uygulayabilirler. Türkiye artık askeri cunta yönetiminde politik ve ekonomik gelişim gösterebilecek durumdan oldukça uzak.
RÜTBELİ ASKERLERİN KAŞLARININ ÇATILMASI
Fakat şartlar bu noktaya ulaşana dek hükümet ve ordu iyi ilişkilerini koruyacaklardır. Bu çok önemli ancak, bu ittifakın taktiksel doğasını ve kısıtlamalarını vurgulamaktadır. Şimdilik ilgilendikleri alanlarda aynı çizgide olabilirler fakat, her iki tarafı birbirinden ayıran halen çok sayıda sorun da bulunmaktadır. Erdoğan'ın artan otoriter tutumları, Kürt sorununa istinaden sık aralıklarla görülen yan çizmeleri ve Orta Doğu odaklı agresif dış politikasının Türkiye'yi geleneksel Batılı müttefiklerinden uzaklaştırması, ordu içerisindeki rütbeli askerlerin kaşlarının çatılmasına neden olabilir.
Erdoğan orduya karşı aldığı gardının düşmesine izin vermeyecektir. Türkiye'nin kırsal alandaki paramiliter polis gücü olan Jandarma Genel Komutanlığı'nı hükümetin Türk Silahlı Kuvvetleri'nden ayırarak İçişleri Bakanlığı'na bağlama girişimi Jandarma rütbelerini AK Parti destekçileri ile doldurarak orduya denk alternatif güç yaratma gayretinin bir parçasıydı. Fakat nihayetinde Kürt sorunu sadece bu evliliğin gelecekteki durumunu değil, aynı zamanda ordunun Türk siyaseti üzerindeki rolünü de belirleyecektir.”