GÜNCEL
FETÖ, EHL-İ SÜNNET VE’L-CEMAAT DEĞİLDİR. TASAVVUFİ CEMAATLERLE KIYASLANAMAZ!
FETÖ'nün darbe girişimi sonrası, tasavvufi tarikatlere karşı başlatılan linç girişimine, Nakşibendi Tarikati'nin en büyük kolu olan Menzil Cemaati'nden açıklama geldi.
İşte o açıklama:
Sözüm ona FETÖ ile alakalarının bulunmadığını ispat etmek, aslen kendi itibarlarını aklamak adına cemaatlerin tamamına bir takım suçlar itham etmenin, tasavvufu yerden yere vurmanın, tarikatları illegal yapılanmalar olarak göstermenin, ‘hacılar – hocalar’ kavramı üzerinden maneviyat önderlerine iftira atmanın popülerite kazandığı; televizyon ekranlarındaki tartışma programlarında laf arasına sıkıştırılan cemaat olma karşıtı bir iki kelime ile sosyal medya mecralarında, belki de adı FETÖ ile anılırsa “bakın ben bu tweeti atmıştım, benim cemaatlerle işim olmaz, gördünüz mü?” cevabı olsun diye özellikle bazı cemaat ve tarikatları hedef tahtasına koyarak “sıra size de gelecek” tarzı atılan çirkin bir iki tweet ile -ben cemaatçi değilim- algısı oluşturmanın kısır döngüsüne teslim olmuş bir süreç yaşıyoruz.
FETÖ’yü eleştirelim derken..
Vatanına, milletine ve devletine ihanet eden FETÖ’yü kötüleyeceğim derken bugüne kadar hangi devirde olursa olsun devletine karşı asi olmamış, milletine sahip çıkmış, “vatan sevgisi imandandır” düsturunu sevenlerine aşılamış hakiki gönül erlerini, ahlak ve maneviyat önderlerini ve onların yolunda giden müridlerini töhmet altında bırakmak ve bu illegal yapı ile kıyaslamak aklı selim sahiplerinin değil tarihini bilmeyen, erdemlilik sıfatından nasibini almamış cahil ve bağnaz insanların işidir.
Tasavvuf yolu, üzerinde yürüyenlerle beraber, vatan hainleri ile aynı cümle içerisinde bir araya getirilemeyecek kadar pak ve duru iken nasıl olur da onlarla kıyas edilebilir?
*
Burada üç terimi ele almamız gerekiyor: Cemaat, ehl-i sünnet ve’l cemaat ve tarikat
*
– Cemaat: İnsan kalabalığı, topluluk (TDK) Herhangi bir fikir, akım, ülkü üzere bir araya gelen insan topluluğu.
– Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat: Buradaki cemaat ehli olmak demek, başta sahabi efendilerimiz ve selef-i salihîn dediğimiz ilk dönem alimlerimiz olmak üzere, ümmetin ortak değeri olan alim ve salih zatların ortaya koyduğu anlayıştır. Onlar Kur’an ve Sünnet’i nasıl anlıyor ve anlatıyorlarsa ona tabi olmaktır. (Semerkand Dergisi)
– Tarikat: Yol ve usul manasındadır. Tarikat bir din ve mezhep değil, dini anlama ve yaşama şeklidir. İnsanı terbiye için kurulmuştur. Tasavvufun kaynağı, doğunun felsefesi, batının batıl dinleri değil, Kur’an ve sünnettir. (Muhammed Saki Elhüseyni, Arifler Yolunun Edepleri)
*
Hak tarikatlar, ehl-i sünnet ve’l cemaat ilkesi ile hareket eden, dini cemaat halinde yaşamak için Allah’ a giden yolda beraber olan; kamil bir mürşid önderliğinde, Hazreti Resulullah Efendimizin izinde (s.a.v), Kuran’ı Kerim’in ışığında bu yolda ilerleyen, bağlılarının da bu ölçüleri kalplerine indirip var güçleriyle hayatlarında yaşamaya çalıştığı dini anlama ve yaşama usûlleridir.
FETÖ Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat değildir! Tasavvufi cemaatlerle kıyaslayamazsınız.
Devletine baş kaldırmış, kendi milletine milletinin tankıyla, helikopteriyle, uçağıyla kurşun sıkan; bebek, çocuk, kadın, yaşlı demeden, acımadan öldüren ve ‘Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olmaksızın kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur.” (Maide Suresi, 32. ayet) ayetine varmış illegal bir örgüt ile yüzyıllardır nice devlet adamlarına yol göstermiş, nice insanın hidayetine vesile olmuş güzel ahlak abidesi kamil mürşidleri; onların Kur’an ve sünnetten ibaret duru ve pak yollarını ve bu yolda o mürşidin önderliğinde ilerlemeye, artniyetsiz bi şekilde dinini yaşamaya çalışan müridleri ile benimsedikleri usülleri kıyas etmek, bir tutmak aklı selim işi midir?
*
Tasavvufi cemaatler geçmiş, an ve gelecekte devletinin her zaman yanında olmuş ve olmaya devam edecektir:
*
Muhammed Raşid hazretleri ‘nin cevapları..
1980 yılında ülke yönetimine Askerî Müdahale el koyunca, Seyda hazretleri sırasıyla Adıyaman ve Adana’da gözetim altına alındı. 1983 yılında kendisini almaya gelen cuntacı askerlere “Devletimiz yorulmasaydı. Bize deseydiniz biz kendimiz gelirdik.” diyerek zirvede bir devlet hürmeti ile Gökçeada’da 18 Temmuz 1983 tarihinde zorunlu ikamete tâbi tutuldu. Müridlerinin ziyaret etmesi yasaklanan Muhammed Raşid hazretleri adadaki zorunlu ikameti sona erdikten sonra Menzil köyünde irşad faaliyetlerine devam etmekte iken Nisan 1991 tarihinde, kalabalık içerisinden biri içinde zehirli böcek ilâcı olan iğneyi eline batırdı. Seyda hazretlerinin tepkisi ise “Ona su verin, korkmuştur.” olmuşur. Seyda hazretleri hastaneye kaldırıldı. Eli uzun süre sargıda kaldı. Bu belki de bir suikastti, ama nedeni bilinemedi. Seyda hazretleri onu da affetti. Hayatı boyunca çok ağır boyutlarda zulüm gören Muhammed Raşid hazretleri hiç bir şekilde devletine asi olmamış, hayır dualarını eksik etmemiştir. İşte tasavvuf ahlakı budur.
Cephede bir şeyh: Muhammed Diyauddin hazretleri
1915 sonlarıydı ve bölgede müthiş bir kış yaşanıyordu. Soğuk ve kıtlık yüzünden geçici bir süre memleketlerine gönderdiği talebelerini, olumsuz kış şartlarına rağmen geri çağırdı ve sofileri ile cepheye koştu. Hazret, Bitlis ve çevresinin Rus işgalinden kurtulmasında etkili olmuş, hizmetlerinden dolayı daha sonra devrin yöneticilerinden tebrik ve teşekkür mektupları almıştı.
Muhammed Diyaüddin k.s. savaşın en şiddetli zamanlarında bile talebeleriyle cemaat olup vakit namazlarını kıldırıyor, ikindiden sonra hatme-i hacegan yaptırıyordu. Etraftan, cephede olduklarını, namazı cemaatle kılmanın veya hatmenin gerekmediğini söyleyenler oluyordu. Muhammed Diyaüddin hazretleri her defasında onlara şöyle diyordu:
– Cihat vazifeye mani değilse, biz hem cihat ederiz hem de vazifelerimizi hakkıyla yaparız.
Muhammed Diyauddin hazretleri, Birinci Dünyâ Savaşında talebeleriyle birlikte Ruslara ve Ermenilere karşı kahramanca savaştı. Kardeşleri Muhammed Saîd ve Muhammed Eşref ile birçok sofisi şehîd oldular. Hatta kardeşinin şehitlik haberini getirene “Kurşun neresinden gelmiş?” şeklinde sorusuna, “Göğsünden.” diye cevap alınca, “Elhamdülillah kaçarken değil, hucüm ederken şehit olmuş.” diyecek kadar hassas bir zât idi..
Birinci Dünyâ Harbine katılarak büyük kahramanlıklar gösteren Muhammed Diyauddin hazretleri, koluna isâbet eden bir mermi sebebiyle felç oldu. Felcin bütün vücûda yayılmaması için Bitlis Askerî Hastânesinde sağ kolu kesildi. İşte tasavvuf ahlakı budur.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri haksız yere hapsedilmesine rağmen devletine karşı asi olmadı..
Bir kısım iftiralara maruz kalan İmâm-ı Rabbânî hz, devletin emirine kendisi gitmiş ve iftiralara gereken cevabı bizzat kendisi vermişti. O zamanın sultanı Selim Cihangir Hân Sultan başta olan biteni anlamış ancak daha sonra çevresinin etkisiyle, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin, memleketin en sağlam ve korkunç kalesi olan Guwalyar Kalesi’ne hapsedilmesini emretti ve hapsedildi. Bu hâdiseye çok üzülen talebeleri sultânâ isyân etmek istediler. Bunu yapabilecek güçte idiler. Fakat İmâm-ı Rabbânî hazretleri onları rüyâlarında ve uyanık iken bundan men etti. Sultâna hayır duâ etmelerini emredip; “Sultânı incitmek bütün insanlara zarar verir.” buyurdu. Kendisi de sultâna hep hayır duâ ediyordu. Sultânın vezîri, koyu bir muhâlif olduğundan, zindanda, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin başına kardeşini tâyin etmiş ve çok şiddetli davranmasını emretmişti. Bu görevli ise ondan çeşitli kerâmetler, üzülmek yerine heybet, sabır ve hattâ neşe görerek tövbe etti. Bozuk îtikâdını terkedip Ehl-i sünneti seçti ve hâlis talebelerinden oldu. Kalede hapis bulunan binlerce kâfir, onun bereketi ve sohbetleri ile müslüman olmakla şereflendi. Birçok günahkâr tövbe etti. Hattâ bâzıları yüksek âlim oldu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri hapiste üç sene kaldıktan sonra, sultan yaptığına pişmân oldu. Hapisten çıkarıp ikrâm ve ihsân eyledi. Hattâ hâlis talebesinden ve sâdık dostlarından oldu. Bir müddet, asker arasında kalmasını istedi. Sonra serbest bırakıp, hürmetle vatanına gönderdi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri önceleri; “Yetiştiğim derecelerin üstünde, daha çok makâmlar vardır. Onlara yükselmek celâl sıfatı ile, sert terbiye edilmekle olabilir. Şimdiye kadar cemal sıfatı ile okşanarak terbiye edildim.” buyurmuştu.
Haksız yere çektiği bunca zulüme karşı devletine isyan etmeyen ve bağlılarına da ettirmeyen İmâm-ı Rabbânî hazretleri kendisini hapsettiren hanın oğlunun babasına isyan etmeniyetinde başarılı olması için kapısına gelip dua istediği zaman bile onun babasına karşı gelmesine mani olmuş ve şu nasihatı etmiştir: “Babana git, elini öp, gönlünü al.” İşte tasavvuf ahlakı budur.
*
15 Temmuz öncesi ve sonrası hak tarikat ve tasavvufi cemaatler..
15 Temmuz şüphesiz devlet, vatan ve millete ihanetin zirvesinin yaşandığı, iman gücü ile bu ihanetin üstesinden gelindiği, şer odaklarının tüm oyunlarının Allah’ın yardımı ile bozulduğu bir geceydi. Tasavvufi cemaatler, darbe girişiminin sonucunu bekleyerek devlet tarafına geçen, can ve itibar derdine düşen, kendini aklama çabası içerisine giren sözüm ona aydın, bazı grup ve zihniyet fakirleri gibi değil maneviyat önderlerinin telkinini beklemeden ilk andan son ana kadar mücadelenin ilk safında kendilerini siper etmiş, vatan hainlerine karşı vatanlarını müdafaa etmişlerdir. Peki neden? Çünkü tasavvuf okulunda zorunlu müfredatlardan birisi vatan sevgisi ve devlet başkanına itaattir. Kamil mürşidler sofilerine bu bilinci zamanında aşıladığı için tasavvuf yolu erleri önderlerinden bir telkine gerek duymadan devlet başkanına itaat etmiş ve vatanını korumak için sokaklara çıkmışlardır.
Bizim cemaatten şu kadar kişi şehit oldu, bizim tarikattan şu kadar sofi yaralandı, biz şöyle yaptık, biz böyle yaptık tarzı yaklaşımlar doğru değil. Ancak hak tarikat ve tasavvufi cemaat bağlılarının vatan ve devlet müdafaasında ödediği bedel kesinlikle göz ardı edilmemelidir.
*
Özet olarak 15 Temmuz öncesi ve sonrasında tarikat ve tasavvufi cemaatlerin çizgisi kesinlikle değişmemiştir. Hal böyle iken daha Akşamsettinleri, Molla Gurânî’leri, İmam-ı Rabbanileri, Muhammed Diyauddinleri, Muhammed Raşidleri tanımayan; cemaat nedir tarikat nedir tasavvuf nedir bilmeyen, nefsi bir ‘itibar kurtarma’ telaşı ile FETÖ ile tarikat ve cemaatleri kıyaslayarak çamur atma derdinde olan değersiz kimseler güruhunun bu yaklaşımını insaflarınıza bırakıyorum… Vesselam.
Mustafa Sefa Erem
ahiretrehberi.com