Star Gazetesi Köşe Yazarı Ahmet Kekeç bugünkü yazısında Musul operasyonuna ilişkin perde arkası gerçekleri kaleme aldı. İşte Kekeç’in “Amerika’nın yeni müttefikleri: İran ve PKK” başlıklı o yazısı:
Uzman olmanıza gerek yok...
Bizi Suriye batağına sürükleyenler gibi Irak’ın dağını, taşını, deresini, ovasını, çeşmesini bilmenize de gerek yok...
Türkiye’nin Musul’dan uzak tutulması, hesaplanmış, planlanmış, sonuçları üzerinde düşünülmüş bir operasyondur...
Sofistike bir “iş”tir...
Bir ağabeyimiz, “Siz fütuhat rüyaları gördüğünüz ve Musul’u topraklarınıza katmaktan bahsettiğiniz için Türkiye cezalandırılıyor” diyordu.
Kendince “Kabahat Erdoğan’da” demeye çalışıyordu.
Erdoğan “Lozan” tartışmasını başlatmasaymış, sonuç böyle olmayacakmış, Musul operasyonunun “saygın ortaklarından” biri haline gelecekmişiz.
Kim fütuhat rüyaları görüyor, bilmiyorum.
Bu yönde bir irade beyanı olduğunu hatırlamıyorum.
Eski bir vilayetimiz olan Musul, Irak’ın toprak bütünlüğü içinde değer ifade eden bir bölgedir.
Bildiğim kadarıyla Türkiye “Irak’ın toprak bütünlüğünü” savunuyor. Tıpkı “Suriye’nin toprak bütünlüğünü” savunduğu gibi... Ne fütuhat rüyaları görüyor, ne de topraklarına toprak katmak istiyor.
Demek ki, Lozan’ın kötü bir anlaşma olduğunu söylediğinizde, aynı zamanda, “Ben Musul’u topraklarıma katmak istiyorum” demiş oluyorsunuz. Amerika da bu yüzden, yani, Musul’u bize yedirmemek için eski hasımlarıyla (İran’la filan) iş tutuyor.
Böyle mi anlamalıyız?
Konuyu Musul’u merkeze alarak bu şekilde indirgersek, şu soruya da cevap bulmamız gerekecek:
Mesele Musul’u “birilerine” (yani Türkiye’ye) yedirtmemekse ve Amerika bir tür “istenmeyeni uzak tutma” politikası güdüyorsa, işin sonucunda kazançlı çıkacak İran’ı nereye koyacağız? Amerika, çok değerli bulduğu ve gözü gibi sakındığı Musul’u, müttefikiyle karşı karşıya gelme pahasına, niçin İran’a yedirsin?
İş sadece Türkiye’yi cezalandırmakla sınırlı olsaydı, meseleyi Lozan-fütuhat boyutuyla tartışabilirdik ve “Zararlı çıkacak tek ülke Türkiye’dir” yorumunu yapabilirdik.
Müttefikimiz “gerilim hatları”nı devreye sokarak, aynı zamanda bütün bir İslam dünyasını cezalandırmak istiyor.
Şii-Sünni geriliminin yoğun olduğu bir bölgede ve zamanda, Şii milislerin ağırlığı oluşturduğu koalisyon ordusuyla Musul’u kurtarmaya çalışması, salt “bir bölgeyi terörden temizleme amacı”yla açıklanamaz.
Başka (derin) hesapları var müttefikimizin:
Bölgede yeni hasımlar oluşturmak (mesela, İran’la komşu ülkeleri karşı karşıya getirmek) ve sonu gelmez mezhep savaşlarını başlatmak...
Bu iş için, Musul’dan daha uygun bir plato bulunamazdı.
Musul, bu nedenle, bir tür yed-i emin (!) olan DEAŞ’ın elinde mahfuz tutuluyordu ve “kurtarıcısını” bekliyordu.
Bölge gerçeklerini dikkate almayan (“özellikle” dikkate almayan) “kurtarıcı”, ayrıca, Musul’un demografik yapısını değiştirmek gibi çok daha tehlikeli sonuçlar doğuracak bir planı devreye sokmaya hazırlanıyor.
Dolayısıyla, Musul “kurtarıldıktan” sonra başlayacak göç dalgası ve etnik-mezhepsel temizlik, bir “Amerikan mamulâtı” olacaktır.
Terörizmle savaştığını söyleyen Amerika, Musul operasyonuna bir terör örgütü olan, Batı tarafından terör örgütü kabul edilen PKK’yı da dâhil etti. Kandil’de barınma güçlüğü çeken (Irak ordusu üniforması giydirilmiş) 3 bin civarında PKK militanı koalisyon ordusu saflarında Musul’a girme hazırlığı yapıyor.
Mezhep savaşlarından sonra, “etnik karmaşa...”