Abdurrahman Dilipak
Uluslararası İyilik Ödülleri
Dün İstanbul’da Uluslararası İyilik Ödülleri verildi.. Diyanet’in geçen yıl başlattığı, inşallah sürdürülmesi düşünülen bir uygulama Hasenat ödülü..
Hasenat ve Maruf akraba kavramlar. İkisi de “iyilik” olarak tercüme ediliyor ama, farklı anlamlar da barındırır bu iki kavram kendi arasında..
Madem yeni bir medeniyetin ihya ve inşası için kolları sıvıyoruz, o zaman bu ayrıntılara da dikkat etmemiz gerekir.. Başka medeniyetlerdeki erdem ve hikmet ihtiva eden her şey bizim için de muhteremdir. Biz söze ya da işe bakar, doğru, hakikat olanına sahip çıkarız, yanlışına da karşı çıkarız. Bize böyle emredildi.. Ancak sadece devşirerek, bir medeniyet inşa edemeyiz. Kendi inanç, tarih, kültür, geleneğimizin dayandığı kavram ve kurumları da ihya ve inşa etmemiz gerekir.. Bunu yaparken sadece tercüme ederek değil, kendi inanç sistemimizdeki karşılığını kullanmamız daha doğru bir iş olacaktır diye düşünüyorum. Ben kendim de dahil bu konuda hepimiz daha dikkatli olmalıyız..
ULUSLARARASI mı, MİLLETLERARASI, ya da BEYNELMİLEL mi mesela.. “İyilik” yerine “Hasenat” demek daha güzel olmaz mı idi.. Bana kalırsa “Ödül” yerine “Mükafat” daha şık olurdu.
Dün orada olmak isterdim. Sağolsunlar Diyanet’ten aradılar, ama ben aylık bir program çerçevesinde hareket ediyorum.. O tören yapılırken, ben Gaziantep’ten dönüş yolundaydım ve İstanbul’a bir başka toplantıya yetişmem gerekiyordu.. İstanbul’a Gümüşhane’den gelmiştim. Gümüşhane’ye Balıkesir’den gitmiştim. Balıkesir’e Erzurum’dan gelmiştim, Erzurum’a Çanakkale’den gitmiştim. Hep böyle.. Her gün bir başka yerdeyim..
Ama duam, kardeşlerim, dostlarımla beraberdi. Dilerim Diyanet ve başka müesseselere de bu anlamda örnek olur.. Mesela bakarsınız gün gelir, “Veresetül Enbiya” mükafatı da verilir. “Ürvetül Vüska” adı ile birilerimiz bir şeyler yapar... Mesela Özgürder, niye “Ebul Kelam Azad” adına bir mükafatlandırma yapmasın.. Kutsallaştırmamak, dinleştirmemek kaydı ile bizim sembollere, törenlere de ihtiyacımız var..
Diyanet’in konuyla ilgili sayfasında iyilik kavramı ile ilgili uzun bir açıklama var: “İyi hal ve hareketlerle hoşa giden, ulaşılmak istenen nimet ve imkânları ifade eden bir terim. Sözlükte ‘güzel olmak’ anlamına gelen hüsn kökünden türemiş bir sıfat olan hasen kelimesinin müennes şeklidir; hem isim hem de sıfat olarak kullanılır. İsim olarak ‘iyilik, iyi hal, iyi nesne’ anlamındadır (Kamus Tercümesi, IV, 590). Fahreddin er-Râzî, dilcilerin haseneyi ‘tabiat ve aklın güzel bulduğu şey’ diye tanımladıklarını belirtir (Mefâtîĥu’l-ġayb, XIV, 184). Râgıb el-İsfahânî insanın ruhu, bedeni ve halleriyle ilgili olarak elde ettiği, kendini mutlu kılan nimet türünden her şeye hasene dendiğini, karşıtının seyyie olduğunu, bu kavramların her türlü iyilik ve güzelliği, kötülük ve çirkinliği ifade eden müşterek lafızlar durumunda bulunduğunu belirtmiş (el-Müfredât, ‘hsn’ md.), bu lafızlarla ifade edilen iyilik ve kötülükleri ya akıl ile dinin veya insanın doğuştan sahip olduğu zevkiselimin belirleyeceğini söylemiştir (a.g.e., ‘svǿe’ md.). Hasene kelimesi hem iyi fiilleri veya özel bir fiilin iyilik niteliğini hem de amaçlanan, özlenen iyi durum ve tutumları ifade etmek üzere kulanılır; bu kullanımıyla hayır ve mâruf kavramlarının, aynı şekilde seyyie de şer ve münker kavramlarının eş anlamlısı kabul edilebilir. Ancak hayır daha çok fiilin veya amacın doğrudan iyilik yahut yararlılık vasfını, mâruf da bunların beğenilen ve genel kabul gören yönünü öne çıkarırken hasene bir fiil veya gayenin hoşa giden, tatmin eden, gözü ve gönlü okşayan, hayranlık uyandıran yönünü ifade eder; böylece ahlâk alanında kullanıldığında ahlâkın estetikle ilgisini çağrıştırır.
Hasene kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi sekiz âyette tekil, üç âyette de çoğul (hasenât) şekliyle geçmektedir. Gerek bu âyetlerde gerekse hadislerde ve diğer İslâmî literatürde hasenenin üç farklı anlam ve kapsamda kullanıldığı görülür.(…)”
“İyilik” kelimesini “Haseneye” karşılık olarak kullanmış kardeşlerimiz bu etkinlikte, ama yaygın olarak “Maruf” da iyilik şeklinde tercüme ediliyor. “Arife-İrfan” boyutu sanki görmezden geliniyor.. “Bilinen” anlamına mesela 90 ile gidilmesi gereken yerde siz 100 ile gidiyorsanız, bu bilinene aykırı olmaz mı.. Bir Maslahatın ortadan kaldırması bir risk, vebal, “Münker” değil mi. “Münker” sadece “Kötülük” anlamı mı taşır.. Bir Hindu inek eti yemez. Bir Hindu’ya inek eti yedirmek “Münker” sayılmaz mı? Hem zaten bizim için “Hürmetler karşılıklı” değil mi, ve biz başkalarının kutsallarına hakaret etmeme konusunda uyarılmadık mı! Kırmızı yanarken geçmek, Maruf’a aykırı bir durum değil mi.. Kapsamı niye daraltıyor, ya da genişletiyoruz ki..
Maruf mücerret bir “iyilik”ten daha fazla şey ifade eder. “Herkesçe bilinen, tanınan, belli” olan anlamına gelir. “Dinî bakımdan uygun görülen, beğenilen, buyrulan.” Soyut bir iyilikten çok daha fazla şey ifade eder Maruf. Münker de öyle. “Allah’ın (C.C.) râzı olmadığı şey. Reddedilmiş olan. Şeriatın kabâhat ve haram diye bildirdiği şey. Makbul ve müstehab olmayıp, günah ve kabahat olan.”
Ben “Emri bil maruf ve nehyi anil münker”in manasının, piyasadaki meallerdeki daraltılmış anlamlarından çok daha kapsayıcı olduğunu düşünüyorum..
Allah bizleri hayır ve hasenat sahibi, iyilik eden, iyi insanlarla birlikte eylesin. O kardeşlerimin bu dünyadaki mükafatlarını Ahiretlerindeki mükafata dönüştürsün. Bu mükafatlar şahitliğimizin nişanesi olsun.
Selâm ve dua ile.