DÜNYA
'Türkiye-İran Savaşı, Türkiye’nin son nefesi olur'
FETÖ çetesinin 15 Temmuz darbe kalkışması, 11 Eylül'ün küçük ölçekli bir kopyası olarak değerlendirilebilir. Lyndon La Rouche, bundan yaklaşık 12 yıl önce Türkiye ile ilgili çarpıcı bir 'kehanet'te bulunmuştu...
Türkiye, Lyndon LaRouche’un renkli kişiliğinden 11 Eylül 2001’in trajik olaylarından sonra haberdar oldu. Amerikan devletinin kimi çevreleriyle de önemli ilişkiler içinde olan LaRouche başından beri ısrarla Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a uçaklarla yapılan intihar saldırılarının, Amerika'da konuşlanan küresel finans-kapitalin Amerikan "ulusal devleti"ne karşı başlattığı savaşın bir parçası olarak “içeriden” düzenlendiği ve bunun bir Amerikan “hükümet darbesi” olduğunu savundu.
12 Eylül darbesinin faili "bizim çocukları"nın eliyle büyütülen ve Türkiye devletine monte edilen FETÖ çetesinin 15 Temmuz darbe ve işgal teşebbüsü de bu anlamda 11 Eylül'ün küçük ölçekli bir kopyası olarak değerlendirilebileceğinden, YARIN Dergisi'nin 2004 yılında LaRouche'la yaptığı söyleşiyi Türkiye kamuoyunun dikkatine yeniden sunmak istedik.
La Rouche'un 2004'te Türkiye ile ilgili 'kehaneti'ni okuyunca, özellikle son üç yıldır yaşadığımız ve 15 Temmuz'da zirveye çıkan "büyük kavga"da en az azından yenilmememizin aslında varlık ve bekamızı korumak olduğunu yeniden idrak ediyoruz. Anglo-Amerikan strateji ile Türkiye'nin "son nefesi"ni Türkiye-İran savaşı ile vereceği öngörüsünü, FETÖ'nün çok keskin ve ısrarlı İran düşmanlığı ile birlikte düşündüğümüzde 15 Temmuz'da devleti teslim alan bir FETÖ'nün sadece devleti felç etmeyeceği, Türkiye'nin FETÖ eliyle ülkesi, devleti ve milletiyle "son nefesi"ni vereceği gerçeğiyle de yüzleşiyoruz.
2004 yılına ait bu söyleşi güncelliğini sadece Türkiye ölçeğinde değil, küresel ekonomik sisteminin yap-boz'ları ve küresel matruşkanın hiyerarşisi anlamında da büyük ölçüde sürdürüyor. Global ekonominin yaşadığı buhranın -2008 küresel ekonomik kriziyle ilk etabını gördüğümüz- parametrelerinin neredeyse hiç değişmediğini ya da Avrupa Birliği'nin Hindistan-Çin-Rusya eksenli bir Avrasya Birliği'nin parçası olmazsa, ya ABD-İngiliz çabaları altında ezileceğini ya da küresel finans-kapitalin kendi hazırladığı çöküş ile birlikte global kaosun bir parçası olacağını söylediği, gerçekleşen öngörülerini de hayretle okuyabilirsiniz.
11 Eylül için yaptığı "Dünya üzerindeki her devletin, kapalı bir şekilde, birer birer tüm ulusal selahiyetini İngilizce-konuşan, Roma-tarzı Dünya imparatorluğuna teslim etmesi operasyonuydu" şeklindeki tanımlama da, öz be öz 12 Eylül projesi olan ve kırk yıldır devlete sızdırılarak "duvara asılan" FETÖ silahının neden büyütüldüğünü, en son 15 Temmuz darbe ve işgal saldırısı olarak neden kullanıldığını da açıklıyor.
Huntington'un, Brzezinski'nin, Fuller'in, Kissinger'ın, Soros'un, FETÖ'nün tuzaklarına karşı, tuzak kuranların en hayırlısının tuzağının son olarak 15 Temmuz'da milletin yüreğiyle tecellisinin devletimiz tarafından ferasetle ve cesaretle kuşanarak "derinden" anlaşılması ve "15 Temmuz'daki milletin" devleti olması dileğiyle..
YARIN: Öncelikle LaRouche kimdir? 11 Eylül sonrası düşünceleriniz Türkiye’ye aktarıldığında, tahmin edilenin üstünde olumlu bir tepki gördük. Bize kendinizi ve hareketinizi nasıl tanımladığınızı anlatabilir misiniz?
LaRouche: Bir çok anlamda ben kendimi tipik Amerikalı bir yurtsever olarak tanımlıyorum. Daha da önemlisi, benim uzun dönem şahsi hasımlarımdan Henry Kissinger’ın 10 Mayıs 1982’de London Chatham House dinleyenlerine başkan Franklin Roosevelt’i tarif ederken kullandığı ‘Amerikan entelektüel geleneğinin’ içinden birisiyim. Kissinger tarafından referans gösterilen Amerikan entelektüel geleneği, John Locke ve Gottfried Leibniz’e muhalif olan Klasik Avrupa geleneğinin 1776’da Bağımsızlık Deklarasyonu’nun ve 1787-1789’da ise anayasa taslağının Birleşik Devletler kurucusu Benjamin Franklin tarafından şekle sokulmasını etkileyen ilkeler bütünüdür. Ben Amerika’nın oluşması anlamında da yine tipik bir Amerikalıyım. Şöyle ki, benim ilk bilebildiğim atalarım 17. y.y’da İngiltere ve Fransa’dan gelmişler. Bazı akrabalarım ise 19. y.y’da İskoçya ve İrlanda’dan gelmişler. Bir aile tarihçimize göre ise Fransız damarımızda Kızılderili bir kol da bulunmakta. Amerika göçmenler ülkesi. Bu ülke göçmenlerle kuruldu ve tabiatı böyle devam etti. Birleştirici unsur farklılıklara rağmen beraberce yaşama düsturu oldu. Bu Amerikan kimliğini oluşturdu.
Siyasal durumumuza gelince: Ben ve benim muhaliflerim Birleşik Devletler siyasal yapısının felsefi spektrumunda farklı duruşları olan kişileriz. ABD’deki temel siyasi-kültürel mücadele tarafları 1763’ten beri bilinen “Amerikan Muhafazakarları” geleneği (Kissinger’ın dahil olduğu grup) ile Amerikan entelektüel geleneği arasındadır. Amerikan Muhafazakarları geleneği de kendi içinde iki alt gruba ayrılır. En azından böyle bir okuma yapılabilir. Bunlar orijinal Kuzeydoğu Amerikan Muhafazakarları (genelde finans ve benzeri çıkar grupları) ile Konfederasyon geleneğidir.
Başkanlardan Washington, Monroe, John Quincy Adams, Abraham Lincoln, Franklin Roosevelt, ve John F. Kennedy tipik Amerikan entelektüel geleneğinin talebeleridir. Theodore Roosevelt, Woodrow Wilson, Coolidge, Truman, Nixon, ve Bush ise Amerikan Muhafazakar geleneğindendir. Bugünlerde ‘Hıristiyan Siyonistler’ diye anılan ekip paradoksal olarak ırkçı bir gelenekten, antisemitik bir duruştan ve faşist bir temelden beslenen Konfederasyon geleneğinin içinde bir damardır. Ben yarım asrı aşkın bir süredir, Franklin, Hamilton, Careys, List, Lincoln ve Franklin Roosevelt’in oluşturduğu Amerikan entelektüel geleneği içinden gelen ve bu geleneğin mücadelesini veren, aslen ekonomist olan bir düşünürüm. Akademisyen hayatım, fiziksel ekonomi bilimini oluşturmakla ve bununla alakalı olarak projeksiyonlar geliştirmekle geçti. İsmimin bir süre sonra ABD’de ve dışarıda bir çok tartışmaya konu olması ise benim 1962-1963 arasında gerek ABD’nin siyasal duruşuna gerekse de başarılı üretici bir toplumdan, 1945-1965 savaş arası dönemle başlayan ve aptallaştırılmış bir ‘tüketici toplumuna’ dönüşmesine karşı çıkmam ve mücadele etmemle başladı.
YARIN: Sizin ve hareketinizin hakkında bitmek tükenmek bilmez spekülasyonlar ve arkasında sizin bizzat yalan üreten merkezler dediğiniz güçler var. Kim bu güç merkezleri? Düşünceleriniz onları niçin bu denli rahatsız ediyor? Bu konuyla bağlantılı olarak ABD medyası hakkında neler söylemek istersiniz? niçin CNN International CNN yerli yayınından farklı? Ya da, siz mesela kendinize niçin ABD merkez medyasında hiç yer bulamıyorsunuz?
LaRouche: Amerikan eğlence ve haber medyası bence Avrupa veya başka herhangi bir yerle kıyas götürmeyecek kadar tekelci ve ahlaki olarak çökmüş durumda. Toplumun bütün gündelik aklını şekillendiren ve bozan şu anki durum iki önemli faktörün meyvesi aslında. Birincisi, 1922’de Walter Lippmann’ın “Kamuoyu” isimli kitabında şekillenen, ABD medyasının dejenerasyonu ve ahlaksızlaştırılması politikası sürecidir. Bu politika tüm ahlaksızlığıyla toplum aklını şekillendirir. İkincisi ve daha önemlisi ise şu anki ABD medyası en baştan en aşağı uluslararası, İngilizce konuşan, aşırı muhafazakar, finans çıkarcılarından oluşan ABD, Kanada, Avustralya ve İngiltere’de odaklanmış tek bir güçten ibarettir. 1965-2002 arasında üretici bir toplumdan tüketim toplumuna dönüşen ABD’nin ekonomik ve kültürel dejenerasyon sürecinde; 1960’lardan bu yana fuhşiyattan diğer tüm bozulmalara dek adeta antik Roma’nın ‘ekmek ve sirk’ düzeneğinin popüler aklı şekillendirmesinde oynadığı rolü medya üstlenmiştir. Amerikan kitle-medyası emperyal Roma’da olduğu gibi haber medyasını eğlence medyasından ayrılmayacak bir hale getirerek bu bozulmayı yaşamıştır. Kontrol eden güç merkezlerine gelince; ABD medyası her büyük şehir ve merkezde baştan aşağı finans firmaları, muhasebe firmaları ve onlarla ilişkili büyük hukuk firmaları tarafından oluşturulmuş ‘Kabbal’ (gizli) bir güç tarafından kontrol edilir. Bu ABD’ye özgü Kabbal organizasyonun iktidara oynayan parti ile, adalet bakanlığı, hazine bakanlığı ve Beyaz Saray’la ciddi bağları vardır. Bu gizli gücün kendisini vakfettiği ana dava Dünyayı küresel olarak özgür ulusların kendi kaderlerini belirlediği bir düzenden, Roma İmparatorluğu taklidi kendi icadı bir modern parodiye çevirmektir. Bu modern parodi ise; ulus devlet sonrası sürecini oluşturacak, devletlerin küçük parçalara bölünmesi ve adeta Romalı Lejyonlar gibi dünyanın uluslararası bir askeri güç tarafından yönetilmesidir. Ruhsatları ise İngilizce-konuşan finansör oligarşiler tarafından Venedik tarzında - tıpkı Venedik’in emperyal deniz gücünün MS. 800’den siyasi gücünün saf dışı kaldığı 17. y.y.ın sonlarına kadar tüm Dünyayı sürüklediği gibi - verilmektedir.
Benim ve hareketimin temel hedefi ABD’de Amerikan entelektüel geleneğinin yeniden inşası ve tüm dünyadaki ulusların kaderlerini belirleme hakkının savunulmasından ibaret. Bu siyaset tarzı ve hedefi post emperyalist ulus devletlerin tam egemenliğinin inşası ve korunması ilkesi altında toparlanabilir. Savunduğumuz model 1945-1965 arasında para sistemindeki başarılı yönetime referans olmuştur. Bu dönemde sorunlara rağmen birçok ulus devlet eşit partnerler gibi hareket etme şansı yakalamışlardır. Bu model İngiliz monarşisi altındaki Amerika dönemleri de dahil olmak üzere merkezdeki güçlerin ‘dalgalarına’ karşı öncü kalkan görevi görmüştür. Bu çatışma elbette beni karşılarına alma sonucunu getirdi.
YARIN: 11 Eylül’ü ‘hükümet darbesi’ olarak tanımladınız ve ‘düşmanın içerde’ olduğunu iddia ettiniz. Son haftalarda yaşanan gelişmeleri de göz önüne alacak olursak, 11 Eylül’ü nasıl bir okumaya tabi tutmalıyız? Bu düşman kim? Planları neler?
LaRouche: Bu operasyonun hedefi Amerikan yönetimini 11 Eylül’ün akşam saatlerinde yaptıklarını yapması gereken bir yöne doğru itmekti. Darbenin asıl niyeti Amerikan hükümetinin politikalarını avuç içine almak, hükümeti Zbigniew Brzezinski, Samuel P. Huntington ve İngiliz istihbaratının Ortadoğu akıl hocası Bernard Lewis’in açıkça dillendirdikleri jeopolitik ‘medeniyetler çatışması’ savaş hali tezini hayata geçirmek üzere safdışı etmekti. Dünya üzerindeki her devletin, kapalı bir şekilde, birer birer tüm ulusal selahiyetini İngilizce-konuşan, Roma-tarzı Dünya imparatorluğuna teslim etmesi operasyonuydu.
Bu bağlamda politikalarının ilk merkezi stratejisi tüm İslam uluslarını antik Roma’nın ‘limes’ politikasında olduğu gibi hedefe alıp yok etmek. Bu İslam’ı yok etme ve bozma hedefi, tıpkı Germenlerin Romalı lejyonlarca dağıtılması gibi, yeni emperyal güç oluşturma çabasının saldırgan savaşçı karakteristiğinin tamamlayıcı yapısını oluşturma niyetiyledir. Bizans’ın, Moğolların ve Osmanlının yükselişi ve düşüşü bugünkü ulusların kaderlerini belirlemede en değerli tarihsel-stratejik örnekleri önümüze sunmaktadır. Bugünkü politikaları anlamak isteyenler; kimin kimi nerede nasıl vurduğuna takılmak yerine, tarihe ismini yazdırmış tüm önemli imparatorlukların neler yaptıklarına ve ne gibi karakteristiklere sahip olduklarına bakmalıdırlar. Mezopotamya’nın antik imparatorluklarına bakın. İskender öncesi dönemlere bakın. Roma imparatorluğuna bakın ve diğerlerine… Görece olarak küçük hareketlerin o imparatorlukları nasıl ele geçirip uzun süreler kontrol altına aldığına bakın. Nasıl olup da bir çok farklı yapıdaki nüfus, kültür ve dinden insanın ezilen kurbanlar olarak bir araya gelip güç oluşturmaları ve özgürlüklerine kavuşmak için mücadele etmeleri engellenmiştir? O imparatorlukların hepsinin saldırgan savaş siyasetlerine bakınız. Hiçbir zaman yerel bir gelişmeyi (örn. 11 Eylül olayları, ç.n.), umumi politikalarını tanımlamak için kullanmadıklarına bakın. İmparatorlukları yönetenlerin hepsi, çok kültürlü, çokuluslu, çok dinli bir söylemi birbirlerine karşı nasıl kullanmışlardır. Tüm bu motor güçleri ‘böl ve yönet’ ilkesinde birleştirmişlerdir. Bush’un bugünkü ‘terörle savaş’ söylemiyle geçmişteki ünlü veya ünsüz imparatorlukların tecrübeleri arasında ciddi fark yoktur. (Belki problem, bizim bugünkü okullarımız, üniversitelerimiz ve askeri stratejistlerimizin bu kadim hikmete ve bilgiye sahip olmamalarıdır).
YARIN: 11 Eylül sonrası yayımladığınız özel raporda Zbigniew Brzezinski’nin doğrudan olayla ilgili olduğunu iddia ettiniz. Brzezinski ve Kissinger’ın gerçekten bu olayda rolleri nelerdi? Sözde ‘medeniyetler çatışması’ tezi hakkındaki fikirleriniz neler? Amerika gerçekten bir medeniyetler savaşı mı veriyor?
LaRouche: Bugünkü olay bir medeniyeti başka bir medeniyete karşı savunma olayı değildir. ABD’deki trendi ‘medeniyet’ diye isimlendirmek, medeniyet kelimesini bizzat maskaraya çevirmek olur. ‘Medeniyetler çatışması’ doktrinini anlamak için ABD içindeki ve yine dışındaki ABD’ye karşı yaşanan trendi okumak yeterlidir. Ben bu konuda ‘video oyunları’ fenomenini yardımcı görüyorum. Video oyunları, Massachusetts Institute of Technology’deki RLE merkezinde İngiliz Bertrand Russell ve devre arkadaşı Norbert Wiener ile John von Neumann’ın ‘Oyunlar Teorisi’, daha sonraları ise Sözde ‘suni zeka’ çalışmalarıyla icad edildi. Bu çalışmaların tarihleri hava kuvvetlerinin ilk oluşma dönemi ile çok yakın ilişkisinin olduğu RAND Şirketinin kuruluşu, yani 1940’ların sonudur. Burada temel etken (leitmotiv) Bertrand Russell’ın Pennsylvania Üniversitesi’nde Bilimlerin Birliği projesinin 1938’de; Josiah Macy Jr. Vakfı’nın oynadığı kilit rol aracılığıyla “Sibernetik” projesine dönüşmesi vakasıdır.
1950’lerden beri defalarca yayınlanmış olan “Asker ve Devlet” kitabında ‘video oyunları’ projesinin gerekli desteği alması ve motivasyonun korunması için tüm projeyi ‘delphic’ (1) (üstü örtük ç.n.) kavramlar üzerine inşa etmiştir. Günümüzdeki yaygın, şiddet dolu ve ilkel video oyunları, ilk zamanlarda belli bir sınıf Amerikan ve İngiliz askeri stratejik fraksiyonunun, Nazi Waffen-SS ve Roma Lejyonlarının askerlerine benzer, İngilizce konuşan ve dünyaya hükmetmeyi planlayan oligarklarının hüküm sürmesini sağlayacak yeni bir profesyonel asker tiplemesi yaratmak için dönüştürülmeleri aracı olarak ortaya atıldı, çalışmaları yapıldı. Altyapısı böyle hazırlanmış olan bu oyunlar bugünkü haliyle II. Dünya ve Kore Savaşı sırasında “öldürme katsayıları berbat olan” (bu da yine kendilerinin verdiği bir bilgi) ABD askerlerinin, gelecek nesillerde düşünmeden öldürecek, katledecek, sorgulamadan toplu kıyımlar yapacak zihniyete kavuşturulması çabasının sonucu bugünkü son ilkel halini almış durumdadır. Hedef gelecekteki asker gençlerin öldürmek üzere yetiştirilmesidir. Bu oyunlar öncelikle askeri eğitim için geliştirilse de daha sonraları özel sektöre satıldı ve 3-11 yaş grubunun temel hedef kitle, diğer yaş gruplarının ise normal müşteri haline geldiği bir piyasa metası şekline büründü. Asıl amaç yetişkin Amerikalıları ucuza eğitilmiş ‘otlar’ haline getirip Huntington’ın formatını kurduğu bir savaşta kullanılacak hazır kitle yaratmaktı. Romalı Lejyonlarda olduğu gibi, ABD’de de II. Dünya Savaşı ve Vietnam Savaşı’nda baskın birliklerinin kanlı ölüm ve öldürmelerinin yıllar süren psikolojik dersleri ortadayken, bu proje sorgulamadan öldürecek yeni bir tip geliştirme çabasıdır. Bizzat takip ettiğim bir dizi terapide video-oyunları kurbanlarının birçok patolojik ruhsal sorunlar yaşadığı ve akıl almaz bir şiddet eğilimi içinde olduğunu gözlemledim. Hasılı bu bize anlatıldığı gibi ‘medeniyetler çatışması’ değildir.
YARIN: William Elliot, Robert Strausz-Hupe, Bernard Lewis, Zbigniew Brzezinski, Samuel Huntington ve Sir Henry Alfred Kissinger arasındaki organik bağ nedir? Bütün bunları bir araya getiren ortak payda/lar nedir? (Herhalde think tankları da listeye dahil etmek lazım: Foreign Policy Research Institute (FPRI), John M. Olin Institute for Strategic Studies, Center for Strategic and International Studies (CSIS), Cato Institute, ve Council on Foreign Relations (CFR))
LaRouche: Bu fenomenin çıkışı Harvard Üniversitesi’nde Professor Elliot’ın direktörlüğünde yürütülmüş bir programdır. Brzezinski, Huntington ve Kissinger doğal olarak Elliot’ın dizaynına uygun aynı kalıptan çıkma tiplerdir. Elliot’ın kendisine gelince, Nashville, Tennessee merkezli olan ve “Nashville Çiftçileri” olarak bilinen ve orijinal Ku Klux Klan’ın liderlerinin çocukları olan bir grubun liderlerindendir. Grubun üstünde en ciddi etkiyi fanatik bir ütopist olan İngiliz H. G. Wells yapmıştır. Kişiler adeta, Wells’in 1928 tarihli “Açık Komplo” isimli kitabında ve yine Wells’in 1933 tarihli “Geleceğin Şekli” isimli filminde bu İngiliz ütopistin Yankee karşıtı “Güneyli beyefendisinin” hayata geçmesinden ibarettir. Bana yönelttiğiniz sorudaki isimlerin ‘ortak paydası’, Wells’in “Açık Komplo” kitabında dile getirdiği evrensel faşist ideolojidir.
YARIN: Bu organizasyonlar ve isimlere dahil olarak, bir çok kişi APIAC (İsrail Amerika Halkla İlişkiler Komitesi), ADL ve ZOA (Amerikan Siyonist Organization)’nın ABD politikaları üzerinde ciddi anlamda etkileri olduğunu söylemektedir. Bu ne denli yerinde bir tesbit olur?
LaRouche: Yahudilerin ABD’yi kontrol ederek Dünyayı da kontrol ettiklerine dair mit, popüler ama tehlikeli bir mittir. Bu yorumu yaparken şunu söylemek istiyorum: Bu meseleye ‘Hıristiyan Siyonistler’ noktasından başlamak lazım. Bu ‘Hıristiyan Siyonistler’ İngiltere’nin ‘Britanya İsraelitleri” mezhebindendir, temelde Ariel Şaron ve Netanyahu’nun fanatik taraftarlarıdır. Bu grubun bugüne kadar ABD tarihinde anlatılamaz derecede zehirli ve yobaz bir anti-semitizm hikayesi vardır. Bu tehlikeli dinci fanatikler ‘Armageddon savaşının’ nihai olarak ‘Hıristiyan Siyonistlere’ vadedilmiş toprakları hediye edeceğine inanmaktadırlar. Aklıselim sahibi olan birisinin 1905 Rus devrimi akabinde ünlü Zubatov’un etkisini, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki geçmişini, Yahudi olmayanlar tarafından Siyonizm tarihinde sahneye konmuş olan envai çeşit Siyonizm politikalarını, öncelikle İngilizlerin, Osmanlının kriz içindeki yapısal zaaflarını fırsat bilip, Ortadoğu’daki emperyal çıkarlarına hizmet için nasıl şekillendirdiğini ve bugün de bu politikaları nasıl kullandığını görmesi gerekmektedir. Faşist Jabotinsky ile ilişkili olan Siyonizm faaliyetleri aslında Çarcı hükümetin Yahudi karşıtı politikalarıydı. Zubatov ve onun üretimi Jabotinsky’nin Yahudi halefleri, Moses Mendelssohn’un takipçileri halini aldı ve hemen ardından da “Yiddish Renaissance” (Yahudi Rönesansı) gelişti. Daha sonra Mendelssohn ve Yiddish Renaissance takipçileri Nazi rejiminin açık katliamına uğradılar. Nazilerin Yahudi katliamının vahşeti II. Dünya Savaşı sonrasında Yahudi politikaları ve hedeflerine meşruiyet zemini oluşturdu.
Kontrol, İsrail’deki alakalı güç merkezleriyle, ABD ve Britanya monarşisi içindeki güçlerin ortak işbirliğindedir. Lakin burada şu soruyu sormak gerekmektedir. ‘Mega enstrüman’ İsrail’in ABD üzerindeki kontrolü müdür, yoksa ‘Mega enstrüman’ Anglo-Amerikan güç merkezinin İsrail üzerindeki kontrolü müdür? Tarih, emek verilmiş değerli çalışmalarla bize öğretmektedir ki, ‘Hıristiyan Fanatikler’ hem ABD’de hem de İsrail’de, İslam’a karşı bir ‘medeniyetler çatışması’ başlatmak üzere İsrail tarafından bilinçli bir şekilde seferber edilmiş bulunuyorlar.
YARIN: Global güç merkezlerini tanımlamak istersek, bunu nasıl yapmalıyız? Mesela toplam kaç güç merkezinden bahsediyoruz? Amerikan unilateralizmi? Ya da, mesela Anglosakson Yahudi ittifakı ve odağından, diğer yandan ise Avrupa-Katolik, Ortodoks ve Çin merkezli Asya odaklarından söz edebilir miyiz? Eğer bir Anglosakson-Yahudi odağı tarif etmekte iseniz, bu odağın küresel finans kapital oligarşisi ile bağını nasıl resmediyorsunuz? Buna öyle zannediyorum 11 Eylül sonrası açık bir şekilde ortaya çıkan Protestan-Yahudi işbirliğini de, özellikle ABD içinde, ekleyebiliriz.
LaRouche: Aslında bu türden sınıflandırmalar tehlikeli ve yanlış sonuçlara götürücü bir yapıya sahiptirler. Örneğin, ABD içindeki en çılgın Katolik grup Papa’nın düşmanı olan Arlington, Virginia’daki Piskoposluk bölgesi grubudur. Mont Pelerin Society/Heritage Foundation’un öncülüğünde Christendom College isimli bir kurum tarafından kontrol edilmektedir. Bu pisliğin başında eskiden FBI’ın başında bulunmuş iki aynı “Sienalı Azize Catherine’leri” (2) görüyoruz: ABD Yüksek Mahkeme Yargıcı Antonin Scalia ve şimdi suçlanan eski FBI ajanı Robert Hanssen var. Bu network’ün ideolojisi açıkça Carlist (3) türü bir faşizm ve Hıristiyan teolojisinin Gnostik sapkınlık dediği türden dini görüşler ifade ediyorlar.
Arlington piskoposluğundaki bu hizbin en sıkı müttefiki “Hıristiyan Siyonistler” denen bir seri grup olup, bunlar siyasi olarak Profesör William Yandell Elliott’un Nashville Çiftçileri’nin etrafında toplanmışlardır. Bu “Hıristiyan Siyonistler” birliği ve Christendom College ittifakı “tek konularda” birlik temelinde örgütlenmiştir. Her ikisi de ABD hükümetinin “derin unsurlarıyla” (vurgu çevirenin) ilişkileri açısından dikkat çeker; örneğin genelde adalet Bakanlığı ya da özelde FBI gibi. Bu dini kurumlar hükümet içindeki ilgili fraksiyonların siyasi “kapatmalarıdır” (vurgu çevirenin).
YARIN: 1 Mayıs konuşmanızda şöyle dediniz: “Deli bunlar. Gerçekten psikopat. Gerçek dünyada değiller. Virginia’da Pat Robertson gibilerin arkasında önemli bir politik güç oldular; tehlikeliler. İşte seçmen bunlar; nefret seçmeni, Ku Klux Klan seçmeni. Nefret edecek, öldürecek birisi lazım onlara. Ve diyorlar ki, “o Araplar bence aynı Zencilere benziyorlar.” Öyle, değil mi? Hayır Siyonist lobiyi, ABD’yi kontrol eden İsrailliler değil. Bu bir tür Anglo – Amerikan hizbi; İsrail içinde de uzantıları var; adı sağcı Likud, örnek tipi Netanyahu, ve o Şaron’dan da daha tehlikeli. Bu herifler katil ve Ortadoğu’da Anglo-Amerikan Roma Lejyonu kafasıyla iş görüyorlar.” Efendim, ‘bu herifler’ kim? Edward Said onlara “amerikan Siyonistleri” diyor. Dahası onlar Tel Aviv’in kendi halindeki Yahudi’sinden de daha fanatik davranıyorlar. Daha önemlisi bu tarikat kültürü Amerika’da nasıl ortaya çıktı?
LaRouche: Bu olguların açıklanması ABD’nin iç ve dış tarihinin derinliklerinin önemli bir bölümünü açacaktır. Daha önceki sorumlarınızda da bu olgunun önemli boyutlarını açtık. ABD’de dinin siyasi tarihi üzerine birkaç söz sorunuzun ima ettiği durum hakkında işe yarar bir tablo oluşturmak için yeterli olur. İngilizce konuşan Kuzey Amerika’nın ana dini – doktrinsel etkilenimleri Massachusetts Körfez kolonisi içinde İngiliz İsraelitleri ile Withrop’lar ve Mather’ler arasındaki 17. yy. çatışmalarına dayanır. İngiliz etkisi açısından en tipik kötü örnek Jonathan Edwards’tır; o hain Aaron Burr’un dedesidir. Edward’ın maskaralıklarının bütün delice özelliklerine “Hıristiyan Siyonistlerde” ve Christendom College etrafındaki faşist yanlısı Katoliklerde rastlamak mümkün. ABD’deki asıl Katolik etki saf ve yurtsever idi; bugün Christendom College’in sergilediği bariz anti-Amerikanizmin zıddıydı. Katolikler arasındaki bozulma genelde Amerikalara Prens Metternich’in Kutsal İttifak zamanı Habsburgların yaptığı müdahalelere dek geri gider. Bu ismen Katolik hizbin İspanya ve 3. Napoleon Fransası ile ve dolayısıyla Konfederasyon’la (4),Meksika’yı aldığında da Maximillian’la arası iyi idi; ta ki İç Savaş’ta Birlik’in zaferine dek (5). Bu dönem İspanyol monarşisinin İngiliz imtiyazlarıyla ABD’ye Afrikalı köle ticaretine girdiği dönemdir. İşte Arlington piskoposluğunun temsil ettiği bu Faşist anti–Amerikan akım, bugün ABD Katolik Kilisesi’ndeki çürümeyi simgeler.
AVRUPA AVRASYA'YA AÇILMAZSA ÇÖKER
YARIN: AB’nin, ABD’nin geçen ay Çelik ithalatına gümrük duvarını yükseltmesine misilleme olarak Haziran’da Amerikan mallarına gümrük uygulama girişimi Brüksel ile Washington’u yıllardan beridir ticaret konusunda şiddetli bir çekişmenin eşiğine getirdi. Bu gerilim konusunda ne söylemek istersiniz? Bunu nasıl okumalıyız? Basit bir ticaret kavgası mı, AB’nin bir güç merkezi olarak yerleşme çabası mı? Gelecekte bu ikisinin ilişkileri konusunda ne beklemeliyiz?
LaRouche: Avrupa’nın bütünü için kritik konu, onun şimdiki Bush – Blair yönetimleri ortaklığının ve kıta Avrupası üzerindeki emperyal uzak etkisinden ve Japonya’nınkinden kurtulmak isteyip istemedikleri ve bunun olabilirliğidir.Avrupa’nın temel ve çok acil objektif çıkarı, benim biraz da Rusya’dan Yevgeni Primakov’un, Asya’nın “Stratejik Üçgeni” olarak tanımladığı, Rusya, Çin ve Hindistan işbirliğinde tüm kıtasal Avrasya faydasına, Asya ile uzun vadeli ticaret ve kalkınma programları çerçevesinde sistemli işbirliğine girmektir. Avrupa ya bu politikayı benimser ya da basitçe ABD – İngiliz çabaları altında ezilir; ya da şimdiki Dünya para – finans siteminin kendi hazırladığı çöküş ile global kaosa sürüklenir.
YARIN: Global sistemde Londra’nın durumuna ne diyorsunuz? Özelde Londra’nın Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumu üzerindeki –merkezvari- etkileri hakkındaki düşünceleriniz nedir? Bu bağlamda AB- Türkiye ilişkileri için bize ne diyeceksiniz?
LaRouche: Bugünün İngilizce konuşan ulusları arasında en yüksek çılgınlık derecesine sahip iki ülkeyi ABD ve Avustralya örneklerinde görüyoruz. İngiltere’de aptallar Amerika’dakiler kadar aptalsa da burada etkili bazı politik çevreler güncel ABD politikasının delice trendlerini görüyor ve muhalefet ediyorlar. Bu durum kısmen İngiltere’nin ekonomik ve diğer güvenlik ihtiyaçları için kıta Avrupası’nın refahına verdiği önemdeki daha fazla hassasiyetini gösteriyor.
Türkiye’ye yönelik, ütopik Anglo-Amerikalının stratejisi, Türkiye’nin stratejik potansiyelini Türkiye’nin bir ulus olarak dağılma sürecinde “sonuna kadar kullanmaktır”. Türkiye’nin bu şekilde hemen kullanılışına iki örnek; Suriye ile Irak’a karşı ve Transkafkasya kanalıyla Orta Asya’ya yöneliktir. İsrail nasıl bugünkü politikalarının devamı sonucu yok olacaksa, Türkiye de Transkafkasya ve Orta Asya’ya yönelik askeri operasyonlarda üzerine görevlerin yüklenmesi sürecinde parçalanacaktır. İran’a karşı bir harekat Türkiye’nin şimdiki haliyle bilinen bir millet olarak son nefesi olacaktır.
YARIN: Türkiye bir köprü ülkesidir. Avrasya jeopolitikalarına bakıldığında Türkiye’nin bölgesel rolü hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye aynı zamanda ABD ve İsrail’in de stratejik müttefikidir. Bu ortaklık ne derece gerçekçi ve gelecekte ABD-Türkiye ilişkileri için ne düşünüyorsunuz? Bu ilişkide İsrail kaçınılmaz bir unsur mu?
LaRouche: Türkiye’nin Arafat ile Rabin arasında amaçlanana benzer bir barışın kurulması işinde görev alması gerçekten arzulanır. Türkiye Afrika ve Asya kavşağının, Akdeniz’i ve Hint Okyanusu’nu bağlayan Ortadoğu’nun kuzey unsurudur ve genelde Asya’ya, Mısır kanalıyla da Afrika’ya önemli bağlantılar sağlamaktadır.
Türkiye’deki büyük depremin şehirlere etkilerinin son korkunç görüntüleri, Türkiye’de potansiyel ekonomik gelişmenin, kişi başına milli gelirin, ulusal güvenlikle bağdaşır bir barınma kalitesi ve kent altyapısı düzeyine artırılması için gelişme odaklarını seferber etmenin hızlandırılmasında dayanak noktası olarak kullanılmalıdır. Türk işgücü, koşullar yerine geldiğinde iyi bir potansiyel vardır. Düşük maliyetli ve uzun vadeli bol kredi akışı sağlanmalı; Ortadoğu ve ilgili pazarlar açılarak Türkiye’nin halihazırdaki iç güvenlik ihtiyacını karşılayacak bir ihracat geliri elde edilmelidir. Benim yaklaşımım, doğal coğrafi ticaret yolları boyunca ulaşıma yönelik gelişme koridorlarının tarif edilmesidir. Ortadoğu bir bütün olarak ele alındığında, bu tarz bir çalışmanın ana karakteristiği temiz su kaynaklarına ve enerji üretimine görece büyük ağırlık vermek olmalıdır.
Yarın: Son olarak, Türkiyeli okura ne diyeceksiniz?
LaRouche: İşbirliği yapalım, bütün dünyada bir zamanlar ABD Dışişleri Bakanı John Quincy Adams’ın Amerikalar için teklif ettiği gibi, bağımsız milli cumhuriyetlerin bir ortak fayda birliğini kuralım; buna Başkan Franklin Roosevelt “iyi komşu politikası” diyordu. Böyle bir politika hala Amerikalar için de lazım; Dünya için de böyle bir stratejik perspektif lazım. Teşekkür ederim.
Lyndon LaRouche Kimdir?
LaRouche adı, 1970 ve 80'lerin seyrinde zamanın en çok tartışılan politik kişiliklerinden biri olarak ortaya çıktı. Hakkındaki tartışmalar, uluslararası uyuşturucu trafiğini durdurmak, ya da Başkan Reagan tarafından 23 Mart 1983’te ilan edilen “Stratejik Savunma inisiyatifi” (meşhur tabiriyle “Yıldız Savaşları Projesi”) gibi konulardaki çabaları nedeniyle sadece ABD’de değil, tüm Dünya’da sürmüştür. Uzun vadeli ekonomik tahminleri, bugünün kriz içindeki global ekonomik sistemi tartışmalarında onu odağa taşımıştır. LaRouche 1948’den başlayarak Norbert Wiener ve John von Neumann’ın öncülüğünü yaptığı “Sibernetik” biliminin gerçek ekonomik faaliyetleri sanallaştırması ve insansızlaştırması eğilimlerine şiddetle muhalefet etmiş; temellerini Gottfried Leibniz’in attığı(1671 – 1716) ve 1852’de Bernhard Riemann’ın geliştirdiği “fizik ekonomi” prensiplerini savunmuştur. Uzun erimli ekonomik öngörüleri arasında 1959-60’ta yaptığı, Truman Eisenhower doktrini çerçevesindeki politikaların sürdürülmesi durumunda Bretton Woods sisteminin çökeceği uyarısı 15-16 Ağustos 1971’de gerçekleşti. İkinci önemli öngörüsü büyük güçlerin ekonomi yönetiminde paracı politikalara giderek daha çok ağırlık vermesinin sonucunun Dünya ekonomisinin çöküşüne dek gidecek ard arda krizler olduğudur. Ekim 1987 Wall Street krizinden beri Dünya ekonomisini giderek daha derin krizlere girmesi ona bir haklılık payı çıkarıyor. Dünya ekonomisi için LaRouche’un önerilerinin temelleri tüm ulusların tam bağımsızlığı temelinde karşılıklı ekonomik ilişkiler ve genelde Londra kaynaklı finans hakimiyetlerine itiraz, Haileybury’ci ve diğer pozitivist okulların savunduğu “serbest ticaret” ve alakalı dogmaları red, ve Amerikan “sistem geleneğine” uygun “dirije ekonomi” politikalarıdır. Ayrıca Lyndon LaRouche Demokrat Parti'den 2004 Amerikan başkanlık seçimleri için aday adayıdır. (kaynak www.larouchein2004.net )