Abdurrahman Dilipak
Rabbim benimleyse..
“Rabbimin yardımı benimleyse, bana ille de bir müttefik, yardımcı gerekmez..
Rabbimin rızası benim karşımdaysa bana düşman gerekmez.” Dost gerek bana mutluluğu paylaşmak için, yoksa “iyya kenağbüdü ve iyya kenestaiyn”. Gerçek anlamda bize dost olarak Allah yeter. Düşman olarak da Şeytan! Ve onun askerleri, hizmetkarları, ki belki de o bizim nefsimizde kendine bir yer bulmuştur..
Hani derler ya, Rusya’da Demirel’e demişler ki, “Bu kadar silahlanıyorsunuz. NATO sizi silahlandırıyor. Bunları bize karşı kullanmayı düşünüyorsanız çok az, ama eğer bunları çevrenizdeki ülkelere karşı düşünüyorsanız çok fazla!”
Ben Rabbimle berabersem, kim bana ne yapabilir ki!
Evet ecel gelmeden ölmeyiz biz. Ecelimiz, ömrümüzün kefilidir.. Aslında her nefes alıp verdiğimizde ölüme bir nefes daha yaklaşırız. Allah’ın rızasına adanmış bir ömür bizi ölümsüz kılar.. Ecelimiz gelmemişse bizi kim öldürebilir ki, tayin edilen zaman gelmişse bizi kim yaşatabilir ki!
Batılılar bizi anlamıyor mu, anlamak mı istemiyor bilmiyorum.. Onlar bu imanı anlamadan, asla ortak bir anlayış zemininde buluşamayız. Onlar bu imanı anladıktan sonra eğer hâlâ inkara devam ediyorlarsa, aramızdaki hukukun şekli bellidir. Sizin inancınız size, bizi dinimiz bize.
Onlar şunu bilmeliler ki, “O, bir şey murat edince, O, ‘ol’ der ve o şey hemen olur!” O, istediği şeyin esbabını da kendisi yaratır.. O, kimseye muhtaç değildir ama her şey varlığı için O’na muhtaçtır. O’nun iradesi tüm kainatı kuşatır. Biz ise sadece O’nın rızasına talibiz..
Ya hu, dostlar, aceleniz ne? Her şeyin bir vakti, saati vardır. Sadece insanların değil, ülkelerin de, milletlerin de eceli vardır. “Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A’raf 7/34)
Biz dikkatli olalım. Allah yardım ettikten sonra bizi kimse yenemez.
Bazan tehlikeyi hafife alıyoruz, bazan da abartıyoruz. Tamam tehlike geçmiş değil. Tamam eksiklikler ve yanlışlıklar var. Ama iş işten geçmiş de değil. Düşman, düne göre bugün daha zayıf konumda. Toplumda bir uzlaşı var ve toplumsal refleksler canlı.. Baksanıza şortlu protestoya 5 kişi katıldı.. Görevden almalara yönelik protestoya 1.5 düzine kişi katıldı..
Siyaset, bürokrasi, iş dünyası, yerel yönetimler, STK’lar kendi içini temizlemekte isteksiz. Bu bir risk.. Haklarındaki iddialar şuyu bulan bazı kişi ve kuruluşlar hâlâ yerinde duruyor. Görevden almalarda yanlışlıklar yapılmadı değil. Ama şimdi yanlışlık oldu görevden uzaklaştırıldı diye, gerçekten suçsuz olanlar bir kenara itilip bazı kripto kişiler göreve iade edilirse bu sinir bozucu olur.. Bir de “görevden almalar çok oldu, bu kadar yeter” diye bir anlayış olamaz. Suç ve suçlu varsa gereği yapılacak. Ucu nereye varırsa varsın. Gerekirse o bakanlık, o belediye, o makam neyse kapatılır ve yeniden açılır. TİB’de olduğu gibi..
Adı ortalıkta dolaşan milletvekilleri ya pasif göreve çekilecek ya da haklarındaki iddialar açıkça dile getirilip, iddiaların gerçek olmadığı ispatlanacak. Yoksa bazı şeylerin şüyuu vukuundan beterdir. Bakan, milletvekili, belediye başkanı, teşkilat yöneticisi kim olursa olsun, adı çıkmışsa, aynı şekilde aklanması gerekir.. Yoksa gün gelir o makam o kişinin başına göçer.. O makam kendileri için koruyucu bir kalkan değil, kafese dönüşür..
İfrat ve tefritten kaçınalım.. Öfke ve aşkla bu sorunu çözemeyiz. Öfke de, aşk da aklı zail eder.. Akıl tek başına hakikatin kaynağı ve ölçüsü olmasa da, akıl olmadan hiçbir yere gidemeyiz. Tek gerçek imtihan olduğumuz gerçeği, akıl ise imtihanın olmaz ise olmaz şartı da. Kişi “akil” değil ise sorumluluk sahibi de değildir.
Herkes kim o bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları, başkanlar, müsteşarlar, genel müdürler diye merak ediyor, akıl yürütüyor, tahminde bulunuyor.. Bu konuda güvenilir bir bilgiye ulaşmak isterken o kadar çok dedikodu üretiliyor ki, o kadar çok kişinin o kadar çok ayıbı ortaya dökülüyor ki! O zaman da insanın canı sıkılıyor, morali bozuluyor..
Kardeşlerim, biz üzerimize düşeni yapalım.. Sonuç ne olursa olsun, iyi ya da kötü, zamana ve mekana şahidlik görevini yapıp, gerekeni yapmışsak biz cennete gideceğiz. Sonuç ne olursa olsun, iyi ya da kötü, görevimizi yapmamışsak cehenneme gideceğiz..
Eğer biz Allah’a doğru yürüyorsak, O, bize koşarak gelecektir. Bildiğimizle amel ediyorsa, O, bilmediğimizi öğretecektir. O’nun yardım eli, bizim ellerimizin üstündeyse bizi kim yenebilir ki! Bizi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi, bizi koruyan bir Allah’ımız var. O zaman ne gam!
Havf ile reca, yani korku ile umud arasında bir yerde duralım..
“ABD, İngiltere, İsrail, Vatikan, Mason locaları, biz bunlarla nasıl başederiz” diye düşünmeyin. Kuyudaki Yusuf’u Mısır’a sultan eden Allah dilerse ne olmaz ki! Kim kuyudaki Yusuf’tan daha yalnız ve çaresiz olabilir ki!
Ebabil kuşları Fil ordularını yener.. Biz Burak olur gökte uçarız, Allah uzakları yakın eder bize, biz suyun peşinden gitmesek de, su bulur bizi.Musa olur su yarılır denizden geçeriz. Su boğmaz bizi. İbrahim oluruz ateş yakmaz bizi.
Allah servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirir, çevirir. Sanırım biz bundan sonra servet ve iktidarla imtihan olacağız.. Yükselişimiz ve eğer servet ve iktidar başımızı döndürür de Allah’a verdiğimiz sözü unutursak, belki, takdir edilen bir zamanda çöküşümüz de o servet ve iktidara tamahımızdan olacaktır, Allah korusun.. Zaten servet ve iktidar uğruna yenen haltlar ve işadamlarımızın hali ortada değil mi? Selâm ve dua ile..