DÜNYA
Panglong Konferansı: 'Myanmar’da tarih yeniden yazılıyor'
* Myanmar hükumeti 31 Ağustos’ta başlayacak ve beş gün sürecek tarihi bir konferans düzenliyor.
* '21. yüzyıl Panglong Konferansı' adı verilen program, merkezi hükumet ve ülkenin önde gelen etnik yapılarıyla uluslararası çevreleri bir araya getirecek.
* Adını bağımsızlıktan kısa bir süre önce benzer şekilde gerçekleşen konferanstan alan bu etkinlik, ülkenin 8 Kasım 2015 seçimlerinden sonra başlayan sivil yönetim sürecinin önemli bir evreye girmesi anlamını taşıyor...
ETNİK ÇOĞUNLUK: BURMA
Bağımsızlığını kazandığı 1948'den kısa bir süre sonra, ülkeyi yöneten askeri rejimler döneminde ve 1988 yılında başlayan demokrasi mücadelesinde, bu mücadelelerin öznesi konumundaki etnik yapılar siyasi, ekonomik, kültürel ayrımcılıklara maruz kaldılar. 1947 yılında yapılan birinci Panglong Konferansı siyasi bağımsızlığı etnik yapılarla paylaşma hakkı tanıyordu. Ancak bu girişimin mimarı Aung San'ın, yani bugün demokrasi hareketinin lideri olan Dışişleri Bakanı Su Çi'nin babasının silahlı saldırı sonucu öldürülmesiyle, bağımsızlık sonrasında siyasi bağımsızlığı paylaşma düşüncesi, ordu mensupları eliyle, ülkenin yüzde altmışını oluşturan Burma (Burmese veya Barma) denilen etnik çoğunluğun hakimiyetine evrildi.
BARIŞ GÖRÜŞMELERİ İLK ETAPTA ELEŞTİRİLDİ
Bir önceki devlet başkanı ve ‘yarı-sivil' olarak nitelenen Thein Sein'in inisiyatifiyle başlatılan barış görüşmelerinde bazı etnik yapıların dışarıda bırakılması, bu girişimin kapsayıcı olmaktan uzak olması kadar, şüpheyle karşılanmasına da neden oldu. Sivil bir yönetim olarak Ulusal Demokrasi Birliği hükumetinin bu seferki barış görüşmelerinde aldığı inisiyatif, merkezi hükumet, etnik yapılar ve uluslararası çevrelerde ülkenin geleceği için umutların yeşermesine neden oluyor.
SORUNUN KÖKENİ
Myanmar, bölgenin diğer bazı ülkeleri gibi etnik çoğunluğu oluşturan bir toplumsal yapı teşkil etmekle kalmıyor. Aksine, bu etnik yapıların neredeyse hepsinde siyasi bilincin oldukça gelişmiş olması, merkez-çevre ilişkilerinin daha bağımsızlık öncesinden başlayarak siyasi yönetim hakkı elde etmek gibi bir hedefe yönelik olmasına yol açıyor. Merkezi oluşturan ve adına 'Burma' denilen etnik çoğunluk ile diğerleri arasındaki (özellikle de Arakan, Karen, Şan, Kaçhin gibi öne çıkan etnik yapılarla) ilişkileri belirleyen şey ise geçmişi 19. yüzyıla kadar uzanan bir tarihsel ilişkiler ağı: İngilizlerin bölgedeki varlığı ve yönetimle ordu yapılanmasında görev verilen etnik yapılarla verilmeyenler arasındaki ilişki, bağımsızlık sonrasındaki ayrışmanın da temellerini oluşturuyor.
PONGLONG KONFERANSI VE ÖNEMİ
Konferansa 21. Yüzyıl Panglong Konferansı adının verilmesinin nedeni, 1947 yılında, yani bağımsızlıktan kısa bir süre önce aynı adla bir konferansın gerçekleştirilmiş olması. O dönem ulusal lider konumundaki Aung San'ın Şan, Kaçin ve Çin etnik topluluklarının liderleriyle yaptığı görüşmelere, konferansın yapıldığı yerden hareketle 'Panglong Konferansı' ismi verildi. Etnik yapılarla gerçekleştirilen bu konferans, ülkenin siyasal yaşamının dizaynına yönelik bir girişim olduğu için bağımsızlığın da önemli bir güvencesiydi. Ancak bu güvenin sarsılmasında, öncelikle 19 Temmuz 1949'da, yani bağımsızlıktan altı ay önce, Aung San'ın diğer bazı ulusal liderlerle birlikte katledilmesinin ve ikinci olarak, bağımsızlık sonrasında Burma milliyetçilerinin etnik yapılarla siyasal iktidarı paylaşmak yerine merkeziyetçi bir otorite tesis etmelerinin rolü büyük.
İkinci Panglong Konferansı, bir dizi görüşmelerin başlangıcı kabul ediliyor. Bu süreç, aynı zamanda Myanmar'ın aslında 1947'de yarım kalmış bir projesini tamamlama hedefi taşıyor. O da, merkezi gücü oluşturan nüfusun yüzde altmışlık bölümüne tekabül eden Bamar etnik çoğunluğuyla, nüfusun geri kalanını oluşturan etnik yapılar arasında bir güven tesis etmek ve görüşmeleri, bağımsızlık öncesi süreçte federal yönetim düşüncesiyle harekete geçen dönemin liderlerinin bıraktığı yerden devam ettirmek. Bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için askeri rejimin sona ermesi gerekiyordu. 8 Kasım 2015 seçimleri bu süreci şu veya bu şekilde ortadan kaldırmaya matuf bir girişimdi ve bunda da başarılı olundu.
HÜKÜMET İÇİN ÖNEMLİ BİR SINAV
Söz konusu barış süreci, Su Çi'nin önderliğindeki Ulusal Demokrasi Birliği hükumeti için önemli bir sınav niteliği taşıyor. Öyle ki ‘demokratik' yönetim çağrılarına muhatap olan Su Çi'nin verdiği mücadele, artık pratiğe geçirilmeyi bekliyor. Hedefte merkez-çevre ilişkisinde güven tesisi ve akabinde gelecek siyasi ve ekonomik kazanımlar bulunuyor. Konferansa Thein Sein döneminde, 2015'de başlatılan ve 'Ulusal Ateşkes Anlaşması' adıyla gündeme gelen barış görüşmelerine davet edilen sekiz grubun dışında, dışarıda tutulan on üç etnik yapı da davet edildi. Bu grupların önemli bir bölümünün geçen yıl başlayan barış görüşmelerine davet edilmemiş olmaları, ülkede merkez-çevre ilişkilerindeki sorunun devam etmesi anlamı taşıyordu. O dönemde, söz konusu bu etkin yapıların liderleri, yeni hükumetin barış süreci görüşmelerini beklediklerini açıklamışlardı. Şimdi bu sürece gelinmiş görülüyor. Birleşik Milletler Federal Konseyi temsilcileri geçen hafta yaptıkları açıklamada konferansa katılacaklarını ilan ettiler.
BARIŞ SÜRECİNDE SU Çİ FAKTÖRÜ
Su Çi'nin ülkenin siyasal yaşamında bir aktör haline gelmeye ve toplumun geniş kesimlerinde demokrasi taleplerinin yükselmeye başladığı dönem 1988 yılına tekabül ediyor. Kurucu devlet başkanının kızı olmasının sağladığı avantaja ve içinde mitsel unsurları da barındıran bir liderlik profiline sahip olan Su Çi'ye destek veren etnik yapılar, kısa bir süre sonra geleceği varsayılan demokratik dönüşüm sürecinde, 1947 yılındaki Panglong Konferansı'nın bir benzerinin hazırlanması hayalini kuruyorlardı. Ancak bu hayalin gerçekleşmesi için 25 yıl beklemeleri gerekti. Bu nedenle Çarşamba günü başlayacak ikinci Panglong Konferansı gecikmiş bir toplantı özelliği taşıyor.
Çarşamba günü başlayacak görüşmelerin Su Çi'nin liderliğinde gerçekleşmesinin önemli sebepleri var: İlki, 1947 yılındaki ilk Panglong Konferansı'nı babası ve dönemin siyasi lideri olan Aung San'ın yapması. Ardından, 1988 yılından itibaren ülkedeki siyasi gelişmelerin bir tür zorlamasıyla kendini siyasi liderlik konumunda bulan Su Çi'nin çeyrek yüzyıla varan mücadelesi, geçen yılki seçimlerdeki başarısıyla meyvesini verdi. Aung San'ın birinci Panglong Konferansı sonrasında suikasta kurban gitmesi, Aung San kadar, demokrasi mücadelesinde meşaleyi taşıyan Su Çi'ye karşı etnik yapılarda bir güven ve sempatiyi çok geçmeden oluşturmuştu. Gelinen bu noktada, bu ilişkinin pratiğe dökülmesi bekleniyor. Her ne kadar Su Çi'nin 2010'dan itibaren merkezi güçlerle ilişkisine eleştirel yaklaşan etnik yapılar olsa da, bugün artık merkez siyasette yer alan Su Çi olmaksızın barışa adım atmak da olanaklı görünmüyor.
TARİH YENİ BAŞTAN...
Myanmar bu konferans ile yeniden tarih yazmaya hazırlanıyor. Geçen yıl 8 Kasım'da yapılan seçimler sonrasında oluşan siyasi ortam, sadece askeri rejimin yerine sivil siyasilerin hakim olduğu bir sistemin gelmesiyle sınırlı değildi. Hükümette yaşanan bu değişim, aynı zamanda yarım yüzyılı aşkın bir süre boyunca ülkenin dört bir yanında bağımsızlık veya otonom yönetim talebinde bulunan etnik unsurları heyecanlandıran bir gelişmeydi. Tıpkı 1947 yılında, yani bağımsızlıktan aylar önce, o dönemin önemli etnik yapılarının katılımıyla Panglong'da düzenlenen konferansta alınan kararda olduğu gibi, bugün de gerçekleştirilecek benzer bir konferans, federal bir yapının kapısını aralama anlamı taşıyor. Hiç kuşku yok ki, merkezi hükümet ile etnik yapılar arasında gerçekleştirilecek bu konferans, ilk etapta ülke genelinde merkez siyaset ile etnik yapıların hakimiyetindeki bölgeler arasında güven tesisi anlamında önem taşıyor. Zaten Su Çi'nin de konferans için temel hedef olarak siyasi ve güvenlikle ilgili konuları ana madde olarak seçmesi bunu gösteriyor. Bunun pratikteki yansımaları ise kaçakçılık, uyuşturucu gibi yasa dışı uygulamalar ile çeşitli alt yapı sorunlarının halledilmesi şeklinde karşılık bulacak. Bu aynı zamanda Ulusal Demokrasi Partisi iktidarının hem ülke hem ASEAN içinde, hem de uluslararası kamuoyu önünde inandırıcılığını ortaya koyması açısından da kayda değer bir süreç olacak.
Etnik yapıları barış masasına sevk eden bir diğer husus ise, geniş kitlelerin artık savaş ve çatışma ortamına son verilmesi konusundaki talepleri. Merkezi orduyla (Tatmadaw) etnik yapıların gerillaları arasında yaşanan çatışmalar, sivil halkın evlerini barklarını terk etmelerine, temel hak ve hizmetlerden mahrum bir hayat sürmelerine ve geleceklerinin belirsizliği gibi son derece insani kaygıların oluşmasına neden oluyor. Doğal zenginlikleri potansiyel olarak bünyesinde barındıran ülkenin geniş toplum kesimlerinin barış ve huzur içerisinde yaşayacakları bir ortamın oluşturulmasında, hiç kuşku yok ki uluslararası çevrelerin de bir etkisi olacaktır. Bu nedenle Su Çi'nin, görüşmelere Birleşmiş Milletler genel sekreteri Ban Ki-moon'u davet etmesi bunun göstergelerinden biri.
Bir diğer husus ise, başta ABD ve AB olmak üzere Batıyı temsil eden ülkelerin ve birliklerin Myanmar'da hüküm süren askeri rejime yönelik siyasi ve ekonomik ambargolarının büyük ölçüde sonlandırılmış olması. Ayrıca ikili ve bölgesel ilişkilerde Myanmar'a rollerin verilmeye başlanması da kuşkusuz barış sürecinde bir katalizör işlevi görecektir.
AA