Abdurrahman Dilipak
Oyunu gördüm
Gündem sıcak. Terör dalgası İstanbul’a ulaştı. Aynı saatlerde Yeni Akit ve Yeni Şafak’a yönelik silahlı, bombalı saldırılar gerçekleştirildi. İki basın yayın organına saldırı sıradan bir saldırı olmasa gerek.. Siyaset gündemi oldukça sıcak. Savaş ve terör bir arada, derin ve paralel eş güdüm içinde hareket ediyor sanki.
Deniyor ki, Türkiye ve Suudi Arabistan, DAEŞ’e karşı karadan operasyona hazırlanıyor.
Hani DAEŞ’i bahane ediyorlar ya, tamam DAEŞ’i biz hallediyoruz. Buyurun şimdi Esed ve PYD’yi tasfiye edelim. Musul Petrolü terör örgütünün elinden alınsın hak sahiplerine verilsin.
DAEŞ batılıların bahanesi olmaktan bir an evvel çıkartılmalıdır. Türkiye bu konuda ilk adımı atıyor. Bu adım bölgedeki bütün dengeleri değiştirecek. Uluslararası koalisyon gerçek hedeflere yönelecek..
Bu adım Türkiye’nin Suudi Arabistan’la yakınlaşmasından hemen sonra geldi.. Bu adımın ardından İran’ın ve Lübnan Hizbullahının bölgedeki faaliyet alanı da daralacak.
Daha önce de yazdım, Suudi Arabistan Türkiye ile birlikte bölgede yeni ve güçlü bir aktör olarak oyuna dahil oluyor.. Tabi Suudi Arabistan’ın kalıcı, sürdürülebilir bir gelecek için yapısal değişikliklere gitmesi de şart.
Suudi Arabistan, Arap ülkeleri içinde belirleyici bir role sahip.. Öncelikle İslam Konferansı’nın merkezi bu ülkede ve konferans üzerinde belirleyici etkiye sahip bir ülke.. Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşma İslam İşbirliği Konferansı’nın aktive edilmesi açısından da hayati bir öneme sahip.
Aynı zamanda Arap Birliği’nde de Suudi Arabistan’ın önemli görmezden gelinemeyecek bir ağırlığı var. İslam Konferansı ve Arap Birliği içindeki ağırlığı ile Afrika Birliği üzerinde de dolaylı bir etkiye sahip. Afrika’nın en zengin ülkelerinden bazıları aynı zamanda Arap ülkesi ve İslam ülkesi.
Türkiye ile Suudi Arabistan’ın yakınlaşması, İran’ın yayılmacı Şia politikasına karşı bir güvence oluşturması yanında, El Kaide ve DAEŞ örneğinde olduğu gibi radikal Vehhabi yayılmacılığına karşı da bir güvence oluşturmaktadır.
Kuşkusuz her iki ülkenin kendi arasındaki ilişkileri de başlı başına ciddi bir anlam ve değer ifade etmektedir.
İki ülke arasındaki ilişkilerin, İslam Konferansı’nda yeni açılımlara kapı aralaması da beklenmektedir. İslam ülkeleri arasında savunma sanayi işbirliği, İslam barış gücü, İslam ülkeleri insani yardım ve acil çağrı gücü, teröre karşı ortak eylem planı gibi konular bölge barışı için hayati önem taşımaktadır.
Türkiye’nin ve Suudi Arabistan’ın DAEŞ’e karşı bölgede bayrak göstermesi, Musul petrolleri üzerindeki etkisi, PYD ve Barzani güçleri üzerinde de ciddi belirleyici bir etkiye sahip olacaktır. Bu da Rusya ve batılı ülkelerin yanlış hedef seçmesi ve oyalama taktiklerinin bahanesini ortadan kaldıracaktır.
Herkesin şunu görmesi gerekir ki, asıl sorun Esed rejiminin devamından kaynaklanmaktadır. Batılı ülkeler, Esed rejiminin tek ciddi alternatifi İhvan hareketi olduğu için, İsrail’in güvenliği gerekçesi ile Esed yönetiminin devamına razı olmaktadırlar. Mısır’daki ya da diğer halk ayaklanmalarının yaşandığı Arap ülkelerinde de durum aynıdır. Batılı ülkeler krizin derinleşmesinden medet ummaktadırlar. Kriz daha da derinleşirse, o zaman Bosna örneğinde olduğu gibi, BM gözetiminde bölgeye kalıcı olarak gelip, yerleşmek istemektedirler.
Aslında DAEŞ de, İran da, Rusya da bölgede bunun için var. Bunun için PYD’yi destekliyorlar.. Türkiye ve Suudi Arabistan’ın bölgede ortak askeri hareketi hem DAEŞ’in tasfiyesi, hem de sivil Suriyelilerin can güvenliklerinin sağlanması açısından büyük ve hayati bir önem taşımaktadır. DAEŞ sorunu çözüldükten hemen sonra, sivil yerleşimciler için güvenli bölge konusu gündeme gelecektir.
Batılılar, Suriye konusunda İsrail’in güvenliği ve kendi çıkarları, işbirliği yaptıkları iktidar rejim ve ülkelerin geleceği açısından bakmaktadırlar. Bir de Sünni, Şii çatışmasının zeminini oluşturma, Türkiye’nin baskılanması ve Rusya’daki Putin rejiminin cezalandırılması, petrol fiyatlarını aşağı çekerek gelişmiş ülkelerin enerji maliyetlerinin en aşağıya çekilmesi.
Bir diğer konu da şu: Bu sorunlar Kapitalizmin krizinden kaynaklanıyor. Uluslararası ekonomik ve siyasi düzenin tıkanması ciddi bir sorun. Belfaur ve Sycos-Picot gibi deklarasyonlarla oluşturulan yapı artık çözülüyor. Batılıların bunun yerine ikame edecekleri yeni bir düzen olmadığı için zaman kazanmaya çalışıyorlar. Aslında Paralel yapı bunun için vardı ya da BOP bunun için vardı. Ama artık bunlar da deşifre oldu..
Türkiye bir yandan kendi bölgesinde bölgesel bir güç ve cazibe merkezi olmaya çalışırken, öte yandan, global bir aktör olmak için, dünyanın Türkiye’ye en uzak noktalarında diplomatik girişimlerini sürdürüyor. Birileri bunları görmek istemese, ya da hafife alsa, dikkatleri başka yöne çekmeye çalışsa da, Türkiye bir yandan ekonomisini canlandırmaya çalışıyor, öte handan terörle başetmeye çalışıyor, Suriye ve diğer bölgemizde yaşanan olaylarla ilgili aktif bir politika izlerken bir yandan da anayasasını değiştirmeye çalışıyor. Eş zamanlı olarak da başkanlık sistemine geçme hazırlığı yapıyor.
Türkiye ve Suudi Arabistan’ın bu çıkışının yankılarını ve sonuçlarını birlikte göreceğiz. Selam ve dua ile..