Abdurrahman Dilipak
Dost acı söyler!
Şu referandum sürecine bakıyorum da, birçok kişide bir rehavet, ne yapacağını bilememe hali var sanki.. Herkes birbirinin gözünün içine bakıyor. Bir işaret bekliyor.. 15 Temmuz’daki, o hiçbir işaret beklemeden sokağa çıkanlar nerede?
Hatta bir şeyler yapmak isteyenler, partilerine sorduklarında “bir bekle”, bakalım, “kendi başınıza hareket etmeyin”, “Ankara’ya bir soralım” havasındalar.. Bakın bu aşırı kategorik, hiyerarşik yapı size hayır getirmez.
Ne ilçe, ne il, ne de belediye başkanları ya da milletvekillerinin STK’lar ya da şehrin önde gelenleri ile yakın, sıcak, düzenli bir ilişkisi yok.
Eskiden isteyen herhangi biri partiye giderse onu karşılayan buyurun diyen biri bulunurdu. Şimdi randevu almadan gidemezsiniz, gitseniz niye geldin derler.. Gelenin de ya bir “iş”i vardır, ya da bir tayin meselesi. Ya da birbirini şikayet edecektir..
Madem parti binasında olmuyor, başkan yardımcılarının, en azından danışmanlardan birinin bulunduğu “Ak Dergahlar” oluşturulabilir. Kitap dergi, sohbet, çay, çorba, yaşlısı-genci ile herkesin buluştuğu bir mekan örgütlenemez mi? Hani şu bizim eski “Küllük” misali..
Kadın Kolları ev ev dolaşıyor, ama bu evlere giden hanımlar, makyajlı pahalı ve lüks giyim kuşamı olan insanlar. Lüks arabalarla kenar mahallelerde ev sohbetleri sanıldığı kadar verimli değil. Gelenleri kendilerine benzetmiyorlar. Duygusal bir bağ kuramıyorlar.. Yani o kenar mahalledeki birine “hadi sen de bize katıl” diyemezler.. 15 Temmuzdaki o kamyon kullanan kandın, yanındaki komşusu, Akıncılar’dakiler, o Şehidler Köprüsü’ndeki şalvarlı kadına benzer birileri yok. Oturunca dua da etmiyorlar. Şöyle 3 kez kucaklaşmıyorlar.. Namaz vakti geldiğinde birlikte namaz kılmıyorlar.. Zaten abdest alsalar makyajları bozulur, olmaz! “Ahretlik” dostluklar yok yani.
Gençler de öyle. Birinin yakını, üniversite mezunu, yakışıklı.. Orada bulunuyorsa ya kendisi için siyasi bir referans, ya da bürokraside iyi bir iş, babasının işinin geleceği için biraz da. Kuşkusuz hepsi böyle değil, ama bunların sayısı da az değil.. Ne yapılacaksa parasını verip birine yaptıracaklar.. Ya da telefon edecekler bu iş olacak. Bunu iş yapmak zannediyorlar.. Gördüğüm kadarı ile gençlik grupları arasında büyük ölçüde bir koordinasyon, senkronizasyon, oryantasyon, optimizasyon yok. Lise gençliği bir alem. Üniversiteliler çok parçalı. Esnafla pek ilgilenen yok. İşçilerle filan da..
Mesela belediyelerin kültürel etkinliklerine bakıyorum, rutin.. Ve daha çok şu kadar konuşmacı, şu kadar etkinlik.. Katılımcıların sayısı ne, katılımcıların profili nasıl, ya etkinlikten etkilenme katsayısı ne! Nitelik ve nicelik nasıl, asıl o önemli. Alın bakın aylık programları, görürsünüz. Çoğu plaket, çiçek töreni, fotoğraf ve birkaç satırlık bir haber. Etkinliğin duyurusu kuşe kâğıda, ama anlatılanlar saman kâğıtta bile yer almıyor. Çoğu yerde etkinlik internetten canlı yayınlanmıyor, ayrıca indirilemiyor. “YapıyorMUŞ gibi” yapmaktan vazgeçmemiz gerek..
Tekrar söylüyorum, hepsi böyle değil, ama bunlar az da değil..
AK Parti’nin Nisan sonrası teşkilatını, siyasi kadrolarını, bürokrasisini gözden geçirmesi gerek.. Ben 46 yıldır her gün yazan bir gazeteciyim. TV programları yaptım yıllarca, 65 yayınlanmış kitabım var, bana “Hangi gazetede yazıyordunuz?” diye soran bakanlık basın müşaviri var bugün görev yapan..
Bize sadece “dürüst” adam yetmiyor. Yönetecekse “bilgili” de olacak “cesur” da.. Sadece “iyi” olması da yetmiyor, “iyiler içinde en iyi”sini seçmek durumundayız. “Ehliyet ve liyakat” konusu önemli. “Akil ve baliğ” olmak yetmez. O “olmazsa olmaz, asgari şart”.
Kendi içimizde ciddi bir iletişim sorunu var. Sadece siyasiler değil, sivil toplum da öyle. İstişare ve şura konusunda ciddi bir zafiyet söz konusu. Biz sivil/siyasal ilişkisi, çelişkisi, dengesi, diyaloğu hakkında da hem bilgisiz, hem yetersiziz.
Şunu da söyleyeyim, düne göre çok daha iyiyiz. Ötekilerle kıyaslanmayız.. Benim itirazım olması gerekenle ilgili.. Bir de iktidar ve servete, makama, güce olan açlığımız sebebi ile yaşadığımız sorunlarımız var. Bunlar bizim çocukluk hastalıklarımız, bazı şeyler olacak. Ama dikkatli olmamız gerek. Zaten bu yazıyı da onun için yazıyorum.
Her zaman söylediğim şeyi tekrar söyleyeceğim, kadın, para, koltuk, güç zaafı olan, kibirli, müfsit ve muhteris, münafık karakterli insanlardan uzak duralım. Onları kampanyalarda öne çıkartırsanız, insanlar sizden uzaklaşır..
Şunu da not edelim: Referandum tabanda ciddi bir heyecan uyandırmadı. Bu konuda herkese sorumluluk düşüyor.. Herkes elini taşın altına koymalı.. Her şeyi partiden, Ankara’dan beklemek yok.. Eğer bu değişiklik beklenen seviyede destek görmezse, birileri için bu saldırılar için cesaret ve umut oluşturacak..
Yaptığımız işler “eli-ayağı boş değil, tuttuğu iş değil” olmamalı.
Hiçbir şey için geç değil. Her şey yolunda değil, her şey yoldan çıkmadığı gibi.. Havf ile reca arasında bir yerde duracağız. Bileceğiz ki, imtihan oluyoruz.. Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelende hayır olabilir. Biz bilmeyiz Allah bilir. Allah bizi, mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. Ve her topluluk layık olduğu gibi idare olacaktır.
Dost bazen acı söyler. Selam ve dua ile.