Abdurrahman Dilipak
Din afyon mu?
Soğuk savaş yıllarında Amerikalılar, Sovyetlere karşı düşmanlığımızı pekiştirmek için, dindarlar üzerinde hep bu propagandayı yaptılar: Mark “Din afyondur” derdi.. Marksistler de bize karşı hep bunu ispatlamaya çalıştılar, kıvılcımlı gibi bir kaş kişi hariç. Marks, toplumla iletişim kurmada bu söylemenin engel olduğunun farkındaydı ve dinden antiemperyalist bir söylem üretmenin mümkün olduğunu düşünüyordu. O, Eba Zer üzerinden gitmek gerektiği fikrindeydi. Bakü’deki “Doğu halkları konferansı”nda, sahnedeki “Ve emruhum şura beynehüm” yazan ayete gönderme yapıyordu. Ayet “Aranızda şura ile hükmedin” diyordu ve şura Rusça’da “Sovyet” anlamına geliyordu. Yani “Aranızda Sovyetle hükmedin” diyen bir ayet vardı. Bazı mollalar ise “Şureviliğin, yani Sovyet rejiminin, yani Komünizm’in Kur’an’ın mehdiyeti” olduğunu söylüyordu.
1. Meclis’te de kürsünün arkasında bu ayet yazıyordu. Gelelim Marks’ın şu meşhur “Din afyondur” sözüne. Sözün aslı şöyle: “Din halkın afyonudur”. (Almanca aslı: Die Religion ist das Opium des Volkes) Karl Marks’ın bu sözüdür. 1843 yılında kaleme aldığı bir makalesinde kullanır.
Eroin, Mezopotamya’da M.Ö. 3400 yılından bu yana üretilir. 19. yüzyılda afyon kimyasal olarak analiz edildi. Eroin maddesi ilk olarak 1874 yılında Londra’da bir üniversitenin tıp fakültesinde çalışan İngiliz bir kimyacı tarafından sentez edilmiştir.
Meşhur Bayer ilaç firması 1897 yılında bir eroini ilaç olarak tescil ettiriyor. Müthiş ağrı kesici özelliği olan ilaç, zaman kaybetmeden piyasaya sürülüyor. Anlatılana göre, Bayer’de çalışan bir mühendis, keşfettikleri ilacın insan bedenindeki etkilerini tam anlamak ve bir test sürüşü yapmak için, ilacı damarına enjekte ediyor, ilacın etkisindeyken de “Kendimi kahraman gibi hissediyorum” deyince, bunu duyan diğer ayık kafalı mühendisler ilacın adını “Heroin” koyuyor. Bugün FETÖ’cülerin sanık olarak yargılandıkları mahkemeye HERO yazılı T-Shirt ile gelmeleri ve bunlara HAŞHAŞİ denmesi ilginç bir tevafuk. Ve tabi CHP’nin bunlara sahip çıkması da ilginç bir buluşma. Zira Türkiye 1932’ye kadar eroin üretip satıyordu.
Konumuz Marks’ın “Din halkın afyonudur” sözü. Marks “ed-din”den söz etmiyor. “Religion”dan söz ediyor. “Opium” dediği afyon. O zaman “eroin” denmiyor. “Volkes” Halk. O günkü “Halk” bugünkü “Demos” değil, “avam”.
Demos eski Yunan’da ayak takımı, baldırı çıplaklardan oluşan halkı ifade eder. Folks ise aynı yerde yaşayanlar, ev halkı, insanlar, arkadaşlar, bir şekilde yakınlık kuran insan topluluğu gibi bir anlam taşıyor.
Religion din değil, din yerine ikame edilen sentetik, tanrı adına hareket ettiğini söyleyenlerin tanrıya şükran sunmak için örgütledikleri ritüel ve seremonilerden oluşan bir inanç sistemini ifade etmektedir. Dolayısı ile bu sözle İslam’ı ilişkilendirmek mümkün değildir. Bu sözü söyleyen kişi Yahudi geleneğinden gelen ve Almanya, İngiltere gibi batılı ülkelerde Hristiyan, Katolizm’e karşı Protestan gelenek içinde yaşayan biridir.. Muhtemelen de Katolik düşüncesi yanından Luther ve Evangelik gelenek yanında Kapitalizmin doğuşunda önemli bir rol oynayan Hollanda’daki Kalvinizm’i de bilen bir kişi idi. Yine aydınlanma düşüncesi, laiklik tartışmalarının yabancısı değildi. Yani Marks’ın İslam hakkında derinlemesine bir bilgiye sahip olması çok mümkün değil.
“Opium” o zaman bir parfüm markası değildi. Ve eroin yasak da değildi. Ağrı kesici, keyif verici, acıları unutturan, hayali bir kahramanlık ve mutluluk veren bir “illüzyon”dan söz ediliyordu. 18 Mart 1839’da, Marks bu sözü söylemeden 4 yıl önce afyon ticaretini bitirmekle görevli komisyon üyesi Lin Tse-Hsu, yabancılardan ellerindeki afyonları iade etmesini istedi. İngiltere buna karşı savaş gemilerini Çin’e gönderdi ve ilk “afyon savaşı” başladı.. Bunun neticesinde Çinlilerin yenilmiş, yenilmekle kalmayıp, Hong Kong, Birleşik Krallık’a geçmiştir.
Yani İngiltere’de o yıllarda Opium biliniyordu ve yasak değildi. Marks’ın eleştirdiği “Aldatıcı bir mutluluk” ve hastalığın sebebini ortadan kaldırmadan ağrının duyulmasının önlenmesi ise, “tedavi değil hastalığın geçiştirilmesi” anlamına geliyordu.
Bana şu yorum daha gerçekçi geliyor: “Din içinde çekilen ızdırap, aynı zamanda, gerçekte çekilen ızdırabın bir ifadesi ve gerçek ızdıraba karşı bir protestodur. Din, baskı altında ezilen yaratığın iç çekişidir; kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur. Bundan ne anlayacağız? Bir kere, içinde yaşadığımız koşullarda dinin açıklanabilir, somut temelleri olan bir ihtiyaç olduğunu anlamak gerekiyor. “Kalpsiz bir dünyanın kalbi”. Marks’a göre “gerçek kalp” mi? Hayır, değil. Ama gerçek koşullar “kalp” için bir yer bırakmamış. Oysa “baskı altında ezilen yaratık”, bir “kalp”e ihtiyaç duyuyor. Bunun yerini tutacak şeyi de dinde buluyor.” Bu çerçevede İnanç uğruna çekilen çile, aslında, o çileye sebeb olanlara karşı, çile çekenlerin yanında yer alarak çile çektirenlere karşı bir protestodur. İnanç, baskı altında ezilenlerin acılarına ortak olmaktır; kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Böyle olması gerekir. Değilse halkın afyonudur.
Ve sonuçta Marksistler kendi inkârlarını dinleştirdiler. Prezidyum kendini la yüs’el dokunulmaz, mutlak ilan etti. Artık onlar, Marksizm’in azizleri ve ruhanileri idiler.. Ve Marks yeni bir peygamber, Marksizm dine karşı bir dindi.. Halk temsilcileri ise ruhani birer kimlik kazanarak İlah ve Rab olmuşlardı. Galu belada kaybeden şeytan konjonktürel olarak yine kazandı. Bazı Marksistler zaman içinde gerçekten dine ve dindarlara karşı savaş açtılar. Dini yok edeceklerini sandılar. DEV-GENÇ, DEV-YOL ve DEV-SOL anti emperyalist savaşta İslamcılarla işbirliği yapabilir miyiz sorusu boşuna sorulmadı. Ayrışma dikey olmaktan çıkıp yatay hale gelmiştir. İdris Küçükömer konuya “Düzenin Yabancılaşması”nda bir başka açıdan bakar. Bu konu burada bitmeyecek. Yarın da bu konuya devam edelim. Selam ve dua ile.