Abdurrahman Dilipak
BUGÜN GÜNLERDEN KADINA ŞİDDETE HAYIR GÜNÜ Zulme de, zalime de hayır!
Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı çıkacağız..
Kadınlar sadece çocuk doğurmaz, toplumu doğururlar. Daha iyi bir gelecek için annelerin çocuklarına sahip çıkması gerekir. Çünkü her kadın ya da erkek bir başka kadının sorumluluğu altındadır. Her anne bir mekteptir.
25 Kasım, BM Genel Kurulu tarafından belirlenmiş özel bir tarihtir. Aslolan kimsenin kimseye zulmetmemesidir. Erkek kadına, kadın da erkeğe zulmetmesin. Gelin kaynanaya, kaynana geline zulmetmesin. Anne ve babalar çocuklarına, çocuklar anne babalarına zulmetmesinler.. Belki önce adalet ve zulüm kavramı üzerinde durmamız gerek..
Bu dünya etme bulma dünyasıdır. Bugün kaynanasına zulmedenler yarın gelinleri tarafından zulme uğrayabilir.. Bugün çocuklarına zulmedenler yarın kendi çocuklarının elinde oyuncak olabilir.. Kadınlarını ezen topluluklar sağlıklı ve mutlu bir gelecekten söz edemez. Kadınlar sadece çocuk doğurmaz, toplumu doğururlar.. Ezilmiş kadınlar, nasıl şahsiyetli çocuklar yetiştirebilirler ki!
25 Kasım Dominik Cumhuriyeti’nde 1930-61 yıllarında diktatör Rafael Trujillo tarafından 1960’ta katledilen 3 kadın aktivist olan Mirabal kardeşler anısına BM tarafından “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak belirlendi.
Kadını cinsel bir meta olarak gören, onu vahşi kapitalizmin oltasındaki yeme dönüştüren, sömüren, Pizzagate’lerin malzemesi yapanların oyunlarını bozmamız gerek.
Suriye’yi, göç kadınları, yetimleri, dulları düşünmek gerek bugün. Filistinli anneleri, Myanmarlı, Bangladeşli kadınları düşünmek gerek.
Modern kölelik, toplu tecavüz, adaletsizlik, taciz, cinayet, aile içi her türlü şiddet, fuhuşa topyekûn karşı çıkmamız gerek. Batılı ülkeler kadına şiddeti, hatta cinayeti alkol, uyuşturucu gibi başka sebeplerle ilişkilendirerek üstünü örtüyorlar. Birçok cinayet intihar şeklinde kendini gösteriyor.. Rus kadınların ya da Çinli kadınların durumu hiç de iç açıcı değil.. Eskiden Asya’da kadınların bağımsız bir ruha sahip olmadığı düşünülerek, kocası öldüğünde o da diri diri yakılıyordu. Bugün Çin’de hâlâ kızların bağımsız bir ruhu olmadığı düşünüldüğü için, tek çocuk şartı sebebi ile anneler gebeliklerini gizliyor ya da düşürüyor. Gizli doğumlar yapılarak çocuklar sokağa terk ediliyor. Sonra anneler yakınları üzerinden çocuklarına gönüllü anne-babalık başvurusunda bulunuyor. Bu o çocuklara da, annelere de, babalara da bir zulüm. Sonra bu çocukların çoğu fuhuş sektörüne sermaye oluyor.
Bugün İskandinav ülkelerinde 5 kişilik bir ailede en az bir kişi, en az bir defa intihara teşebbüs etmiş. 5 kişide en az bir kişi uyuşturucu kullanıyor, ya da alkolik. 5 kişilik bir aileden en az bir kişi lezbiyen, homoseksüel, bi-seksüel ve ensest ilişki içinde. Onlar bunu suç kapsamında görmüyor.. Batıda cinsel tacizin %10’u bile bu anlamda kayda geçmiyor.. Alkolle ilişkilendiriliyor. 5 kişi de bir kişi engelli. 5 kişide bir kişi psikolojik destek almadan kendini yönetemiyor..
Kemal Özer geçen gün Fiona Barrett skandalını yazdı. Özer, “Fiona, Avustralya’nın bir ‘sübyancı cenneti’ olduğunu iddia ediyor ve ekliyor: Üvey ailem, bizzat beni Sydney merkezli uluslararası bir çocuk kaçakçısı sübyancı halkasına teslim etti. Bazı kurbanlar sokaktan kaçırılan çocuklar, bazıları doğum belgesi bile alınmadan sırf bu iş için büyütülmekte, bazıları da nesiller boyu süregelen istismar sisteminden gelmektedir. Bu sonuncular, gelecekte sistemin failleri ve idarecileri olmaları umularak eğitilmektedir” diyor. Afrika’yı, İslam dünyasını her fırsatta dillerine dolayanlardan bu konuda ses yok. Sahi, bu ismi aratın bakalım internette, daha neler göreceksiniz.. Böyle bir dünya sürdürülemez. Yeni bir dünya mümkün. Selâm ve dua ile..