ANALİZ HABER
Trump'ın arkasında duran Arap diktatörler ekseni
Middle East Eye Genel Yayın Yönetmeni David Hearst, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararını ve arkasında yatan gerçekleri yorumladı.
(...) Böylelikle Donald Trump, Kudüs üzerindeki tarafını ifşa etti. Bunu yapmakla ABD'nin İsrail ile Filistin arasında bir anlaşmaya arabuluculuk edebileceği müzmin yalanını/iddiasını da bir kenara itti. Şu an “tarafsızlık” sözkonusu olamaz. Başkenti Kudüssüz bir Filistin devleti de var olamaz. Bunsuz yeni bir isyanın patlak vermesi sadece bir an meselesi.
El-Fetih'in Mahmud Abbas'ı ve Hamas'ın İsmail Heniyye'si kadar derinden birbirine muhalif olan Filistinlileri ancak ve ancak Kudüs gibi bir güçlü sembol birleştirebilirdi. Sadece ve sadece Kudüs, –fiziki ve mecazi– tüm hapishanelerin mahkûmlarını ve –1948 topraklarındaki [yani İsrail'deki] Filistinlilerden tutun Gazze ve Batı Şeria'ya, mülteci kamplarından diasporaya– sürgünde kendini bulmuş Filistinlileri birleştirme gücüne sahip. Sadece ve sadece Kudüs, dünyanın dört bir yanındaki milyarlarca Müslüman'a hitap edebilir.
Trump'ın kısa bir süre sonra öğreneceği gibi, semboller güçlüdür. Ve kendi başlarına bir gerçeklik yaratma alışkanlığına sahiptir.
Ancak Trump kendi başına hareket etmiyor. İçerideki hangi seçmen kitlesini cezbetmeyi düşünürse düşünsün (ki Evanjelik Hristiyanlar listenin başında geliyor), Trump eğer ki bölgesel destekçileri olmasaydı böyle bir açıklamayı asla yapamazdı.
[İsrail'de] Benyamin Netanyahu'nun Likud Partisi'nin ve Yahudi Evi Partisi'nin dindar milliyetçilerinin desteği çantada keklik ama bu zaten beklendik bir durum. İlginç ve aklı çelecek kadar acayip bir destek, Körfez'in yeni nesil arsız Arap veletlerinden gelmekte: genç, saygısız, çölün kum tepecikleriyle oynaşan, seninle selfi çeken ve yanı başında bir darbeyle bitiverenler kuşağı…
Trump yönetimi altında, jeopolitik ihtirasları cüzdanları kadar geniş bir Arap diktatörler ekseni kurdular. Sadece bir Filistin devletinin kırık dökük parçalarına değil, aynı zamanda bütün bölgeye kendi iradelerini dayatabilecek güce sahip olduklarını düşünüyorlar.
İnşa edilmekte olan şey, –en azından onların zihinlerinde– her biri dudaklarına Batı liberalizmi parlatıcıları sürmüş modern bir polis devletleri ağı. Hepsi de Likud Partisi'ni doğal ortakları ve [Trump'ın damadı] Jared Kushner'ı da lafını bilen/ketum muhatapları olarak görüyorlar.
Düşünme, tefekkür, işbirliği, istişare, uzlaşma onların sözlüklerinde bulunmaz bile. Demokrasi ertelenmesi, konuşma özgürlüğü ise icabına bakılması gereken şeydir. Peki ya Araplar? Onlar satın alınmak için vardır.
İşte tam da bu yüzden Suudi Veliaht Prensi ve kraliyetin fiili yöneticisi Muhammed bin Selman, hasta ve yaşlı Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a gözdağı vererek yıldırabileceğini düşündü. The New York Times gazetesinde yazdığına göre bin Selman, Abbas'a demiş ki ya –Kudüssüz ve [mültecilere] geri dönüş hakkı tanınmayan– bu koşulları kabul edersin ya da [görevini bırakıp] bunu kabul edecek birine yol verirsin.
Birçok yetkili, bin Selman'ın Abbas'a doğrudan para aktarma teklifiyle anlaşmayı daha çekici kılmaya çalıştığını ama Abbas'ın bunu reddettiğini söylüyor.
İSRAİL'LE İLİŞKİLERİ NORMALLEŞTİRMEK
Bin Selman'ın tehditleri, tamamı Filistin davasıyla arasına mesafe koyan ve İsrail'le ilişkileri normalleştirme çağrısı yapan imtiyazlı Suudi yazarlar ve gazeteciler korosutarafından tertiplendi.
Bunların en başında Suudi romancı ve yazar Turki el-Hamad geliyor. Attığı tweetlerinde şöyle diyor: “Filistinlilerin kendisi [davayı] satmışken niçin tutup da Filistin'i destekleme zahmetine gireyim ki? Filistin artık temel Arap davası olarak görülemez”
“Güya Kudüs artık mesele değil diye tweet atmışım. Bu doğru değil. Benim söylediğim şey, kendi halkı [davasını] sattıktan sonra Filistin artık Arapların temel davası olamaz.”
“Benim davam, kendi ülkemin kalkınma, özgürlük ve geçmişten kurtulma davası. Filistin'e gelince As for Palestine, the house as a Lord who would protect it if abandoned by its inhabitants”
El-Hamad şöyle devam ediyor: “1948'den bu yana Filistin adına acı çekiyoruz. Filistin adına darbeler tertiplendi… Filistin adında kalkınma askıya alındı… Filistin adına özgürlükler bastırıldı… Filistin geri dönseydi dahi geleneksel bir Arap ülkesinden başka bir şey olmayacaktı… O halde aldatmayı bırakalım.”
“Güney Afrika'da gençler yaşlılardan evvel mücadele etti… Bütün desteklere rağmen Filistinli bunu yaptı mı? Hayır… İlk terk edenin kendi halkı olduğu bir davaya ben destek vermeyeceğim.”
Aynı şeyleri söyleyen daha birçok Suudi var.
Mesela yazar ve iktisatçı Hamza Muhammed es-Salim'in twiti şöyle: “İsrail'le barış yapıldığında Suudi Arabistan'ın ilk/baş turist destinasyonu olacak”.
Suud el-Fewzan'ınki de şöyle: “Yahudilerin savunucusu değilim; ama bana tek bir Yahudi söyleyin ki bir Suudi'yi öldürmüş olsun. Ben size patlayıcı kemerlerle kendi ülkesinin insanını öldüren 1000 Suudi'nin adını veririm.”
Al-Arabiya televizyon kanalının eski müdürü Abdurrahman er-Reşid şöyle yazdı: “Filistin ve İsrail'le muhataplık fikrini yeniden düşünme vakti geldi.”
Muhammed eş-Şeyh de “Filistin meselesi bizim meselemiz değil… Eğer ki makyajlı bir İslamcı cihat çağrısıyla size gelirse yüzüne tükürün.”
Yanlış bir tweet atmanın cezasının üç yıl hapis olduğu bir ülkede takdir edersiniz ki bütün bunlar kendiliğinden gelişmiş ifadeler olamaz. Daha ziyade Trump'ın yaptığı açıklama için psikolojik havayı şekillendiren birer melodiydi.
BÖLGENİN BÖLÜNMÜŞLÜĞÜ
Trump'ın ardındaki eksen Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Bahreyn veliaht prensleri ile fiili yöneticilerinden müteşekkil. Muhammed bin Selman, Muhammed bin Zayid ve Abdülfettah es-Sisi şahsen Trump'a bağımlılar. Eğer ki Trump yeşil ışık yakmasaydı ne Katar'a abluka uygulanırdı, ne Lübnan Başbakanı Saad Hariri istifaya zorlanırdı, ne Körfez İşbirliği Konseyi parçalanıp yerine Suudilerle BAE'liler arasında askeri ve iktisadi bir ittifak kurulurdu. Trump, bin Selman'ın Suudi devletinin dayandığı direkleri paramparça etmesine, kuzenlerinin servetini çalmasına ve bütün bunları modernleşme ve reform adı altında süsleyip püslemesine geçit verdi.
Ama onlar da bunu karşılıksız bırakmayıp Trump'ın Müslümanların [ABD'ye girişine] yasak koymasına veya İngiliz faşistlerin Müslümanlar hakkındaki zehrini retweetlemezine izin verdiler.
Bu grubun yarattığı kaos, sözkonusu politikaların etkilerini üzerlerinde hisseden diğer bir grup Amerikan müttefikiyle aralarının net bir şekilde açılmasına yol açtı. Ürdün Kralı Abdullah da Mahmud Abbas da Trump'ın Kudüs'le ilgili ilan edeceği kararın tehlikeleri konusunda Washington'ı uyarmaya çalıştılar. Kendilerini köşeye sıkıştırılmış hissettiler ve manevra alanlarını kaybettiler.
Ürdün, İsrail'le ilişkileri askıya alma konusunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın partiler üstü bir desteğe sahip olduğu Türkiye'ye eşlik etti. Türkiye şu an 57 üyeli İslam Konferansı Teşkilatı'nın başkanlığını yürütüyor.
Türkiye'de milliyetçiler bile protestolara katılıyorlar. Muhalefetteki Milliyetçi Hareket Partisi'nin lideri Devlet Bahçeli, ABD'yi Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyan kararıyla “tarihi bir hata” yaptığı konusunda uyardı. Bahçeli dedi ki: “Kudüs komplosu, mukaddesatımızın sırtına inmek üzere kaldırılmış bir hançerdir”
Üçüncü bir grup, gümüş tepside kendilerine bir hediye daha sunulan İran, Irak, Suriye ve Hizbullah. Trump, şu an İran'a, Suriye İç Savaşı'yla Sünni gruplar ve halklar nezdinde uğradığı zararı bir kez daha “Kudüs konusunda sizinleyiz” diyerek tamir etmesi için muazzam bir fırsat verdi. Bu, İran'ın çabucak icabet edip kullanacağı bir davetiye.
Dördüncüsü ise Trump, Netanyahu, bin Selman ve bin Zayid'in asla erişemeyecekleri bir grup. Onlar Filistinlilerin bizzat kendileri. Tarihsel olarak Filistinlilerin en güçlü oldukları anlar en fazla tecride uğradıkları anlardır. Bu, [1987'de] Birinci ve [2000'de] İkinci İntifada'nın başlangıcında gösterilen güçtür. [Geçtiğimiz temmuz ayında] İsrail'i Eski Şehrin girişinde güvenlik bariyerlerini kaldırmaya zorladıklarında öne çıkan şeydir.
İster milliyetçi ister seküler ister İslamcı isterse Hristiyan olsun hiçbir Filistinli, başkentleri olarak Kudüs'ün kaybını kabullenemez ve biz bunun ne anlama geldiğini önümüzdeki günlerde ve haftalarda tam anlamıyla göreceğiz. Oturma izni olan ama –henüz yeni ilan edilen İsrail başkentinin– vatandaşlığı bulunmayan 300.000 Kudüslü var ve Trump onların ortasına bir el bombası fırlatmış oldu.
8 Aralık Cuma günü Birinci İntifada'nın 30. yıldönümü olacak. İsrail ve Amerikan bayraklarının renkleriyle ışıklandırılmış –Filistinlilerden geriye kalan nadir “gayrimenkul”lerden– Eski Şehrin surlarına Filistinlinin göstereceği tepkiyi işte o zaman seyredin bakalım.
(*) Middle East Eye internet sitesi baş editörü; İngiliz Guardian gazetesi eski dış politika başyazarı.
(**) Middle East Eye sitesinde 6.12.2017 tarihinde yayımlanan bu makale Zahide Tuba Kor tercümesiyle Ortadoğu Günlüğü isimli blog sayfasından alınmıştır.