ANALİZ HABER
İran Suriye'de ne yapmaya çalışıyor?
İran İslam Devleti özünde siyasi bir varlıktır. O Sünni, Şii veya Hıristiyan değildir. Ancak son zamanlardaki politik yayılmacılığının gereği olarak Şia onun için vazgeçilmez politik bir argüman.
01 Mart 2017, Çarşamba
İran İslam Devleti özünde siyasi bir varlıktır. O Sünni, Şii veya Hıristiyan değildir. Ancak son zamanlardaki politik yayılmacılığının gereği olarak Şia onun için vazgeçilmez politik bir argüman.
İran ve onun Arap dostları Suriye’de mezhepsel bir savaş verdiklerini reddediyor. İran’a göre onun Suriye rejimin yanında durmasının en önemli sebebi Esad’ın İsrail’e karşı direnç gösteriyor olması. İran’a göre eğer rejim düşerse bölge tamamen İsrail ve Amerika’nın egemenliği altına girecek.
Aradan geçen altı yılın ve Suriye’nin baştan başa kanla boyanmasına rağmen hala bu kadar ucuz bir retoriğin İran’nın resmi söylemi olması oldukça şaşırtıcı.
Bu söylem Suriye halkının tüm haklı taleplerini de bir çırpıda çöpe atmış oluyor. Bu politikaya göre Suriye halkı kendi iradesini ortaya koyamaz dış politikada her hangi bir tercihte bulunamaz. Esad rejimi ve onun Şii destekçileri sorunların yalnız silah ile çözüleceğine inanırken geçtiğimiz yarım yüzyılda tüm yükü sırtlamış Suriye halkı artık çözüm konusunda umutsuz görünüyor.
Bir diğer yandan bu tür retoriklerin diğer bir amacı geride bıraktığımız yıllardaki katliam ve tarihi gerçeklikleri silerek yapılan yanlışlara meşruiyet kazandırmak.
Irak’tan Afganistan’a
İran’ın bölgesel politikasındaki genişleme 2001 yılında ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesiyle başlar. Yine 2002 ve 2003 yılları arasında İran’nın Irak’taki Şii taraftarlarını ABD ile iş birliği yapması için cesaretlendirdiğini görüyoruz. Her ne kadar kamuoyundan gizleniyor olsa da ABD’nin Irak’ı işgale hazırlandığı dönemde üst düzey pek çok Irak’lı Şii liderin Londra-Washington hattında mekik dokuduğunun belgeleri bugün çarşaf çarşaf ortaya saçıldığı gözlemliyoruz.
Takip eden yıllarda Iraklı Şii güçlerin işgalin en büyük müttefiği ve Irak’ın yeniden inşasında en önemli güç olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Iraklı Şiiler ve ABD güçleri arasında ciddi bir çatışma yaşanmadı, gerilimlerin kaynağı ise zaman zaman Şii liderlerin, ABD’lilerin sözlerini tutmadığını düşünmesinden kaynaklı oldu.
Daha sonra, ABD’nin otoriteyi Iraklılara bıraktığını açıklamasıyla, İran bölgede bulunan Şii politikanın güç kazanması için derhal harekete geçti, bugün geldiğimiz noktada Şii güçler Irak’ın yer altı kaynakları ve politik siyasasında tek güç konumunda. İş öyle boyutlara ulaştı ki 2010 yılında Iraklı ulusalcıların seçimde elde ettiği zaferi İran’nın tanımaması üzerine koalisyon Nuri el-Maliki’yi Başbakan olarak atamak zorunda kaldı. 2012 yılında Arap Baharı’nın da etkisiyle başlayan mütevazı gösterilerde Maliki hükümetini eleştiren göstericilere insanlık dışı müdahaleyi destekleyen güç yine İran’dı.
Suriye’ye Doğru
İlerleyen yıllarda İran’nın kendine olan güveni artarken bölgesel hırsları da genişledi. 2011 yılında Esad’a karşı başlayan gösterileri ilk günden beri Esad lehine koşulsuz şekilde destekledi. Ne Mısır gibi İran’a açıkça düşman olan ülkeler ne de Türkiye gibi İran ile iletişim kanalları sonuna kadar açık olan ülkeler protestocular lehine o dönemde somut bir destek sunamadılar.
O dönemde daha protestolar silahlı bir çatışmaya ulaşmamış, ne Nusra ne de DAEŞ gibi örgütler Suriye topraklarında yeşermiş değillerdi. O dönemde Esad ile çok yakın ilişkiler kurmuş Türkiye ve Katar gibi ülkelerin liderleri protestolar için demokratik haklar olduğunu söyleyip demokratik kanalların açılmasını talep ediyordu. Oysa İran çoktan sahada taşlarını dizmeye başlamıştı. Bunlar yaşanırken Türkiye dahil kimse rejimin açıkça yıkılması talebini dillendiriyor değildi.
Aynı anda demokratik söylemleri destekleyen ve arabuluculuk yapma tekliflerini sunan çoğu yurt dışında yaşayan Suriyeli Araplar da Esad destekçisiydi. Bu görüşmelerin birinde Suriyeli bir iş adamı Suriye rejimini reforme etmeksizin bir anayasa taslağı dahi hazırladı. Şaşırtıcı olan Rejim teklifleri kısmi olarak da olsa kabul etti; ancak İran ve Hizbullah ile yapılan görüşmeler sonrası tüm bu teklifleri reddettiğini açıkladı. İlerleyen zamanlar özellikle Türklerin yaptığı teklifler İran’nın sıkı muhalefeti karşısında Suriye rejimi tarafından sert bir şekilde reddedildi. Bu tekliflerin reddedilmesi karşısında yapılan açıkamalarda özellike Alevi kliğin mevcut imtiyazlarının sarsılacağı dışında yeterli bir açıklama dahi yapılmadı.
Yerel Taleplerin Görmezden Gelinmesi
İran’nın Yemen’de sergilediği politik duruş Irak ve Suriye’dekinden daha az meshepsel bir tavır değildi.
2011-2012 yıllarında başlayan isyanlarla Muhammed Ali Salih’in devrilmesi Husişer için onlarca yıllık mücadelenin sonucunda muazzam politik bir fırsat sundu. Bu süreçte Yemenliler çok çeşitli politik görüşlerin kabul gördüğü bir geçiş hükümeti bekliyorlardı. Öte yandan Husiler ve İranlı müttefiklerinin başka fikirleri vardı. İzleyen birkaç ay içinde ülkedeki politik gücü ele geçiren Husiler kendi ajandalarını uygulamaya koyuldular.
İran kendi halkının politik çıkarları için bugün Suriye, Irak ve Yemen’de hiçbir fedakarlıktan çekinmiyor. Öte yandan aynı İran kendi politik çıkarlarına uymadığı için Bahreyn’deki Şii halk protestolarına karşı Sünni bir ailenin yönetiminin yanında durmaktan da çekinmedi.
İran İslam Devleti özünde siyasi bir varlıktır. O Sünni, Şii veya Hıristiyan değildir. Ancak son zamanlardaki politik yayılmacılığının gereği olarak Şia onun için vazgeçilmez politik bir argüman.
İran’nın bu mezhepsel projesi özellikle çok çeşitli Arap toplumlarında nefret ve düşmanlık tohumlarının yeşermesine sebep oldu. Bu yayılmacı politikaya karşı El Kaide gibi radikal grupların da müdahil olması bölgede daha da derin sorunların oluşmasına sebep olacaktır. Bunun yerine İran yayılmacılığı yerine kültürel ve İslami gerçeklerle örtüşen kucaklayıcı bir politika ile İran’nın hareket etmesi gerekir. Bunun dışında İran’nın potansiyelini bölge içinde doğasına aykırı yanlış referanlarla okuması kendisini de bir başarıya ulaştıramayacaktır.
Beşir Nafi - Middle East Eye