Taha Kılınç
ZEKÂT SOSYAL ADALETİN TEMELİDİR...
Müslüman olan zenginlerin, fakirlere zekât vermesini Allahü teâlâ emir buyurmuştur. Bu emir, sosyal adâletin temelini teşkil eder. Zenginin malından zekat vermesi, mevsiminde bir ağacın dallarını budamak gibidir. Ağacı budadığımız zaman görünüşte biraz küçülmüş gibi olur. Fakat zamânında budanan dalların arkasından daha gür ve daha genç dallar çıkar. Bu hâliyle ağaç daha verimli ve güzel görünür. Zengin de malının zekâtını bu şekilde zamânında verirse, parası ve malı biraz noksanlaşmış gibi görünür ama, Allahü teâlâ zekâtı verilen malın bereketini daha çok arttırır ve malın kazâdan, belâdan korunmasını sağlar. Zekât, malın kırkta birini hak eden fakirlere vermek demektir. Dînimizde eli, ayağı tutup da çalışabilenlerin dilenmesi haramdır...
2- Zekât nisâbına mâlik olan kimseye zengin denir.
3- Zekâta tâbi malların veya paranın, sene içindeki azalıp çoğalmasına itibar edilmez. Nisâba mâlik olduktan bir sene sonra elde kalan mal, nisâbı buluyorsa kırkta biri zekât olarak fakirlere verilir. Nisaptan aşağı ise verilmez.
4- Zekât, kârdan değil, ticaret malının veya paranın tamamından verilir.
5- Senetli ve senetsiz alacaklar nisap hesabına dâhil edilir. Alacaklar tahsil edildikten sonra zekâtları verilir; almadan da verilebilir.
6- Borçlar, mevcut paradan veya maldan çıkarılır. Geri kalanın zekâtı verilir.
7- Zekât; câmi, hayır kurumları, dernek... gibi yerlere verilmez.
8- Zekât, ticareti yapılan maldan verilir. Onun yerine başka maldan verilmez. Meselâ halıcı, gıda maddesi veremez. Bakkal da halı veremez.
9- Zekâtı, ticareti yapılan maldan vermek câiz olduğu gibi, değerini altın olarak da vermek câizdir.
10- Ticaret için olmayan evler, arsalar, vasıtalar, demirbaş eşyalar zekât nisâbına dâhil edilmez. (Redd-ül Muhtar; Hindiyye)
İmâm-ı Rabbânî hazretleri (kuddise sirruh) buyuruyor ki,
(Kalbde îmân bulunduğuna alâmet, islamiyetin emrlerini seve seve yapmakdır. Zekât niyyeti ile fakîre bir altın vermek, yüzbin altın sadaka vermekden dahâ sevâbdır. Çünki, zekât vermek, farzı yapmakdır. Zekât niyyeti olmadan verilenler ise, nâfile ibâdetdir. Farz ibâdetin yanında nâfile ibâdetlerin hiç kıymeti yokdur. Deniz yanında, damla kadar bile değildir. Şeytân aldatarak, farzları yapdırmıyor [kazâ namâzlarını kıldırtmıyor], nâfile kılmağı, [nâfile hacca ve ömreye gitmeği] güzel gösteriyor. Zekât verdirmeyip, nâfile hayrları, göze güzel gösteriyor.)
-- Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
"Malı, parayı biriktirip, zekâtını, müslüman fakirlerine vermeyenlere çok acı azâbı müjdele! Zekâtı verilmeyen mallar, paralar, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sâhiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi bastırılacaktır."(Tevbe sûresi: 134, 135)
Takkeci İbrahim Efendi İyi kalpli, hoş sohbet ve kendi yapıp sattığı takkelerin geliri ile geçimini sağlayan bir zattır. 1595 yılında Topkapı dışında bulunan Takkeci Camii'ni yaptırmıştır. Küçük bir kulübede hanımı ile birlikte yaşar, bütün arzusu büyük bir cami yaptırmak olduğu için hep bunu düşünürmüş. Kocasının bu isteğini bilen hanımı, onun gönlünü kırmamak için, kendisine bir şey demezmiş ama kendi kendine de: "Hem büyük bir cami yaptırmak istiyor hem de elinde avucunda ne varsa hepsini harcıyor, bir kuruş bırakmıyor. Bu gidişle nasıl cami yaptıracak?" diye düşünüp dururmuş. Takkeci Baba, bir gece rüyasında nur yüzlü bir pir görmüş, ona: "İbrahim Efendi! Sana uzun bir yolculuk gözüküyor. Bağdat'a kadar gitmek zorundasın. Senin kısmetin orada, iki salkım üzüm tanesinde asılı, git onları dalından kopar da ye" demiş. Takkeci Baba, heyecanla uyanmış, hanımını da uyandırmış. "Beklediğim gün geldi. Kalk, hemen bana azık hazırla. Yola çıkacağım" demiş. Hanımı, yol azığını hazırlamış. Takkeci Baba hanımı ile helalleştikten sonra, sabahleyin erkenden yola çıkmış, aylar süren uzun bir yolculuktan sonra, bir gece bir handa gecelemek mecburiyetinde kalmış. Handa başka yolcular da varmış. Onlara selam vermiş. İçlerinden biri: "Nereden gelip nereye gidiyorsun?" diye sormuş. O da: "İstanbul'dan gelip Bağdat'a gidiyorum. Rüyamda üzüm gördüm ona kavuşmaya gidiyorum" demiş. Sonra da sohbet etmeye başlamışlar. Bir ara adamlardan biri: "Bir zamanlar bende bir rüya görmüştüm, nur yüzlü bir ihtiyar, rüyamda bana, kısmetimin İstanbul'da, Topkapı denilen bir semtte Takkecilik yapan bir şahsın evinin altında imiş. O adamın adını da söylemişti. "Takkeci İbrahim Efendi" diye biri!" Bunu duyan Takkeci Baba, ertesi sabah, hemen dönüp İstanbul'a doğru yola çıkmış. İstanbul'a gelip, evin bulunduğu sokağa girince, onu gören komşuları: "Ne oldu Takkeci Baba, buldun mu kısmetini? Kısmetini buldunsa mahallenin camisini yaptırırsın artık" demişler. Takkeci Baba da, sakalını sıvazlayarak: "Derya tutuştu, dostlar, derya tutuştu" demiş. Evine gitmiş, bodruma inmiş, yeri kazmaya ve çıkan toprakları kürek kürek savurmaya başlamış. Onun bu halini gören hanımı ve komşuları da hayretle olanları seyretmişler. Bir süre sonra komşuları onun aklından şüphelendikleri için çekip gitmişler. Onlar giddikten bir süre sonra, iki tane küp çıkmış, içleri çil çil altın doluymuş. Takkeci Babanın yıllar boyu ettiği dualar kabul olunmuş. Takkeci Baba, gönlünde yatan camiyi mahalleye kazandırmış. Altınlardan arta kalanını da yine fakir, yetim ve yoksullara dağıtıvermiş. Takkeci Baba Hazretleri'nin kabri, Topkapı surları dışındaki, Takkeci Camii bitişindeki sebildedir.
Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" çok evlenmesinin mühim bir sebebi de, ahkâm-ı islâmiyyeyi bildirmek içindi. Hicâb âyeti gelmeden, ya'nî kadınların örtünmeleri emr olunmadan önce, kadınlar da Resûlullaha gelip, bilmediklerini sorar, öğrenirlerdi. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" birinin evine gitse, kadınlar da gelir, oturur, dinler, istifâde ederlerdi. Hicâb âyeti gelip, kadınların yabancı erkeklerle oturmaları, konuşmaları yasak edilince, yabancı kadınları kabûl etmedi. Onların, bilmediklerini, mubârek zevcesi hazret-i Âişeden sorup öğrenmelerini emr eyledi. Gelip soranların çokluğundan, hazret-i Âişe, hepsine cevâb yetişdirmeğe vakt bulamıyordu. Bu mühim hizmeti kolaylaşdırmak ve hazret-i Âişenin yükünü hafîfletmek için, lâzım olduğu kadar hânımı nikâh etdi. Kadınlara âid yüzlerle nâzik bilgileri, müslümân kadınlarına, mubârek zevceleri yolu ile bildirdi. Zevceleri bir olsaydı, bütün kadınların ondan sorması güç ve hattâ imkânsız olurdu.]