Taha Kılınç
Kıssalardan hisseler..
Bir gün Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretlerine, Konya'nın eşrafından zengin birisi, beş kese altın göndermiş, ama öylece ufacık kese değil yani.
Keseleri getiren talebelerine buyurmuş ki;
Siz bana peki der misiniz. Estağfirullah efendim, elbette deriz. İtiraz yok, buyurmuşlar. Hayır, efendim, hâşâ biz size nasıl itiraz ederiz. O halde gidin, şu altınların hepsini, şurada bir bataklık var, hepsini içine dökün.
Götürüyorlar bataklığa, çil çil altınlar bataklığa döküldükçe, etrafındakilerin aklı başından gidiyor, ne yapıyorlar bunlar diye.
Bir kese olmadı, iki kese, üç kese, dört kese, beş kese, havada uçuyor altınlar.
Dinler mi millet o zaman, ne gömlek, ne kravat, ne ceket, ne pantolon hepsi çamura dalıyorlar.
Alalım birkaç tane, beş tane alan, altıyı almak istiyor, daha beter batıyor.
Mevlana hazretleri de talebeleri ile birlikte seyrediyorlar.
-Gelin gelin, bakın diyor.
Efendim, bunlar insanlıktan çıktı, dediklerinde,
-Öyle olacak tabiî, buyuruyor. Bu altının peşinde olanlar insanlıktan çıkarsa, ancak altına kavuşur. İnsan olan atar mı kendini bu bataklığın içine. Bunlar gitti artık, şimdi ben size nasıl zengin olunur onun formülünü vereyim demiş mübarek.
Yani, zengin kim olur, kime zengin denir? Çok iyi değil mi? Fırsat bu fırsat.
Mübarek buyurmuş ki, La İlahe İllallah Muhammedün Resulullah, kim kanaat sahibi olursa, o, dünyanın en zengin insanıdır. Kim daha çoğunu isterse, işte fakir odur. Ve unutmayın ki; zenginler fakirdir. Çünki, gönül kaptırmıştır bir kere. Vatandaş cebinden veriyor, o gönlünden veriyor!
-- Râbia-i Adviyye "rahmetullahi aleyha" hazretleri bir zaman hasta olmuştu. Ziyâretine gelenler; "Ey Râbia! Sana gelen bu hastalık çok ızdırap vermektedir. Duâ et de Allahü teâlâ çektiğin bu ızdırâbı hafifletsin." dediklerinde, buyurdu ki: "Siz biliyor musunuz ki, bu ızdırâbı çekmemi Allahü teâlâ irâde etmiştir." "Evet biliyoruz" dediler. O da; "Bunu bildiğiniz halde, O'nun irâdesine muhâlefet etmemi, O'ndan tersini dilememi nasıl istiyebiliyorsunuz?" dediği zaman, onlar; Ey Râbia, peki senin arzun nasıldır?" diye sordular. O da; "Allahü teâlâ benim hakkımda ne irâde ve ne takdir etmişse ona râzı olmak" buyurdu.
Sünnet Akçesi
Sultan Abdülmecid zamanında adamcağızın birisinin büyük miktarda borcu varmış. Elini neye atsa ters gidiyor. Zeyrek civarında, evine yakın bir dergaha gitmiş. Namazdan sonra Şeyh efendi, bu yabancıyı yanına çağırmış ve halini sormuş. O da:
"Efendi hazretleri, gırtlağa kadar borç içindeyim, neye elimi atsam kuruyor. Ne olur himmet!" demiş. Şeyh efendi:
"Evladım, sabah namazını 40 gün Yenicami'de kıl. Camiye gidip gelirken de 1000 adet istiğfar oku. Göreceksin, kırkıncı gün ne sıkıntın kalacak ne bir şey..."
Adam ertesi sabah başlamış. Tam 39 gün sabah erkenden Yenicami'ye namaza gitmiş. Kırkıncı gün sabah ezanı okunurken uyanmış, fakat Yenicami'ye nasıl yetişecek? "Eyvah. Bunu da mı berceremeyeceğim?" telaşıyla fırlamış. Abdest alıp, giyinip sokağa fırlamış. Koşturmaca esnasında biriyle çarpışmış. Başındaki fesi de yere düşmüş. Adamın gözü bir şeyi gördüğü yok. Karanlıkta kapmış yerden fesi, koşuşturmuş camiye. Ucu ucuna yetişmiş. Namazdan sonra da heyecanla, aşr-i şerifi de beklemeden çıkmış avluya. Kapı önüne oturmuş. Kendine kendine:
"40 namazı tamamladık. Bakalım denilen olacak ve ben rahatlayacak mıyım?" diye düşünmeye başlamış. Bir de ne görsün. Camiden çıkan insanlar büyük bir memnuniyet ifadesiyle bu adamcağızın önüne çil çil altınlar atmaya başlamazlar mı? Adam şaşkın. Altınları toplamış, saymış, tam borcuna yetecek kadar çıkmış. Kalkmaya hazırlanırken müezzin sokulmuş:
"Allah Müslümanlığını kabul etsin. Hak Dini seçmişsin. Sünnetliğini de topladın. Ancak bundan sonra bu başındakiyle namaza gelme. Başına fes giy" demiş. Adamcağız elini başına atmış ki... Bir de ne görsün? Başında papaz külahı.
Meğer namaza koştururken çarptığı bir papazmış. O esnada ikisinin de başındaki düşmüş. Bizimki kırkıncı sabahın hayaliyle acele edip, yerden eline geçirdiği papazın külahını kapmış yerden. Cami cemaati de, o adamcağızın başına bakıp bir papazın Müslüman olduğunu sanmışlar. O devirde adet, yeni müslüman olanlara teşvik için altın verilir ve buna "sünnet akçesi" denilirmis.