Taha Kılınç
Zilhicce ayının fazileti
Zilhicce, hac ibadetini yaptığımız ve kurban kestiğimiz aydır ve diğer mübarek aylar gibi bunun da fazileti çok büyüktür. Bir rivayette, hazret-i Âdem'in tövbesi Muharrem veya Zilhicce ayında kabul buyurulmuştur. Buharideki hadis-i şerifte;
(Hiçbir ibadetin kıymeti, Zilhicce ayının ilk on gününde yapılan ibadetlerin kıymeti gibi olamaz) buyuruldu.
İbni Abbas hazretlerinin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Zilhicce ayının onuna kadar olan günler de, Ramazan-ı şerifin günleri gibi ayrı ayrı fazilet ve kıymetleriyle bildirilmiş ve onuncu gün için de şöyle buyurulmuştur:
(Zilhiccenin onuncu günü Kurban Bayramı günüdür. Her kim, o gün bayram namazından gelip kurbanını boğazlayıncaya kadar bir şey yemeyip, kurbanının böbreklerini yerse ve iki rekat namaz kılsa, o kimsenin kurbanının kanı yere düşmeden, kendi günahı ve ana-babasının günahları, ailesinin ve akrabalarının günahları sevaba çevrilir.)
Her kim, Zilhicce ayının ilk on günü içinde fakirlere yardım etse, Peygamberlere hürmet etmiş olur. Bu on gün içinde, her kim bir hasta ziyaret etse, Allahü teâlânın dostları olan kulların hatırını sormuş ve ziyaret etmiş gibi olur. Bu on gün içinde yapılan her ibadet, diğer günlerde yapılan ibadetlerden çok daha üstün ve pek fazla sevaba vesile olur.
Bu on gün içinde din ilmi meclisinde bulunan kimse, Peygamberler toplantısında bulunmuş gibi olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, ibadetler içinde, Zilhiccenin ilk on gününde yapılanları daha çok sever. Bu günlerde tutulan bir gün oruca, bir senelik nafile oruç sevabı verilir. Gecelerinde kılınan namaz, Kadir gecesinde kılınan namaz gibidir. Bu günlerde çok tesbih yani "Sübhanallah", tehlil yani "Elhamdülillah" ve tekbir yani "Allahü ekber" söyleyiniz!)
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Ramazan-ı şerifin son on günü yapamamış olduğunuz itikafın kazası olmak için niyet ederek, Zilhicce ayının ilk on günü itikaf ediniz. Böyle niyet ederek, sünnet sevabına kavuşursunuz. Bu itikafta, Allahü teâlâya, boyun bükerek, ağlayarak, sızlayarak, kusurların affı için çok yalvarınız!”
İmanın şartı altıdır, bunlar inanılacak şeylerdir. Bu altı şarta inandım demekle hasıl olan imanın devam etmesi için başka şeyler de lazımdır. Mesela, ibadetler imandan değilse de, farz olduğuna inanmak imandandır. Bir kimse, namazın farz olduğuna inanmazsa imanı olmaz.
Bir de, imanın temeli ve en mühim alameti olan, (bugünkü tabirle, olmazsa olmazı olan) esas bir şart daha vardır ki, o da, hubb-u fillah ve buğd-u fillahtır. Yani, Allahü tealanın sevdiklerini sevmek ve Allahü tealanın sevmediklerini sevmemektir. Çünki Hadis-i şerif'te, dünyada birbirini sevenler, ahirette de beraber olacaktırbuyuruluyor. Allahü tealanın sevgili kullarını sevenler, son nefeste imanla ölürler. Ve mahşer yerinde de sevdiklerinin yanında haşr olup, ahiret hayatında da beraber bulunurlar. Bunun için de, kimin sevilip kimin sevilmeyeceğini iyi öğrenmemiz lazımdır. Kim olduğumuz değil, kiminle olduğumuz önemlidir.
Bir kimse, ibadetlerini yapmakla beraber, Allahü tealanın sevmediklerini de severse, mesela ebu cehili severse, bu kişi Cehenneme gider. Çünki Hadis-i şerifde Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" öyle buyuruyorlar. Herkes sevdiğinin yanında olacak. Demek ki insan, dünyada sevdiklerine dikkat etmelidir. Bu sevmek ve sevmemek, şahsi menfaati için değil, Allahü tealanın rızası için olmalıdır. Sevmek ve sevmemek kalp ile olur, beden ile olmaz.
Ateş ile barut bir arada olamayacağı gibi, iki zıt sevgi de bir arada olamaz. Peygamber efendimiz'i sallallahü aleyhi ve sellem sevmeyeni sevemeyiz. Bu ise, kalpte kendiliğinden hasıl olur. İlm ile olmaz. Öğrenilerek olmaz. Son nefeste iman, bu muhabbete bağlıdır.
Onun için büyüklerimiz; "İnsan seveceği kimseyi iyi seçmeli, ona göre sevmeli…" buyuruyorlar.
Kurban edilmek istenenin hazret-i İshak olduğu, Yahudilerin ellerinde bulunan uydurma Tevrat’ta bildirilmektedir. Halbuki, eldeki Tevratların bozuk, uydurma olduğunu Kur’an-ı kerim haber vermektedir. Kur’an-ı kerim, kurbanlığın İsmail aleyhisselam olduğunu gösteriyor. Sâffât suresinin yüzüncü ve sonraki âyetlerinde mealen;
(Ya Rabbi! Bana iyilerden bir oğul ver. Biz de, Ona halim, çok uysal bir oğlan müjdeledik. Çocuk, İbrahim aleyhisselam ile yürüyecek çağa gelince, İbrahim; “Ey oğulcuğum! Rüyada, seni boğazladığımı görüyorum. Bir bak, ne dersin?” dedi. Babacığım, sana emredilen ne ise, onu yap! İnşaallah beni sabredicilerden bulursun, dedi. İkisi de, Allahın emrine teslim olunca, İbrahim, oğlunu alın üzeri yere yatırdı. Bıçak çocuğu kesmedi. Ey İbrahim! Rüyaya sadık oldun. İyi hareket edenleri biz böyle mükafatlandırırız, dedik. Bu iş, açık bir imtihan idi. Oğlunun yerine, kesilmek üzere büyük bir koç verdik. Bundan sonra, Ona iyilerden İshak’ı Peygamber olarak müjdeledik. Ona ve İshak’a bereket verdik. Onların soylarından iyi olanlar da, nefsine zulmedenler de vardır) buyuruldu.
Bu âyet-i kerimeler, kurban edilmek istenenin İsmail aleyhisselam olduğunu açıkça göstermektedir. Çünkü, İbrahim aleyhisselam, "Rabbimin bana emrettiği yere giderim" diyerek hicret edince, önce İsmail aleyhisselam sonra İshak aleyhisselam ihsan edildi.
Mir'ât-i Mekke kitabında deniyor ki:
“Ömer bin Abdülaziz hazretleri zamanında Yahudi hahamlarından biri Müslüman oldu. Halife buna;
-Kurban olunacak, İsmail mi, yoksa İshak mı idi? dedi.
-Ya halife, Yahudiler, hazret-i İsmail’in kurban olunduğunu bilirler. Fakat İsmail aleyhisselam, Muhammed aleyhisselamın ceddi olduğu için, kendi cedleri olan İshak aleyhisselamın kurban olduğunu söylüyorlar, dedi.”
İbni Âbidîn hazretleri buyuruyor ki:
“Müslümanların lüzumu olmayan din bilgilerini konuşmaları uygun değildir. İsmail mi daha üstündür, İshak mı üstündür? Kurban edilen hangisidir? Hazret-i Âişe mi daha üstündür, yoksa hazret-i Fâtıma mı, sormamalıdır. Bunları öğrenmek lazım değildir. Allahü teâlâ bu gibi şeyleri öğrenmeyi emretmedi.”