Doksan yaşında çok günahkar birisi, İmam-ı Âzam Ebu Hanife hazretlerine gelmiş, tövbe etmeğe geldim, demiş. Biraz geç kalmadın mı, deyince, Allahü teala tövbeyi ölünceye kadar kabul ediyor. Bak hayattayım, demiş. Haklısın demiş, tövbe etmiş, sonra da ölmüş. Ne oldu? Öbür tarafa günahsız gitti. Çünki vaad-i ilahi var. Fesebbih bihamdi rabbike vestağfirhu innehu kane tevvaba. Sen tesbih et, ondan sonra cenab-ı Hakka tövbe et; ama mutlaka Allahü tealayı afv edici bulacaksın. İnnehu demek, mutlak demektir. Onun için, Allahü tealaya karşı hüsn-ü zanda bulunalım, sakın ha acaba afv oldum mu diye, cenab-ı Hakka karşı su-i zanda bulunmayalım. Allahü teala buyuruyor ki; Afv ettim, sen diyorsun ki; Acaba afv oldum mu! Onun için, en rahat, en huzurlu mü'min, kendisiyle hesaplaşandır. Maalesef, hep başkasını gördüğümüz için, kendimizi bir türlü göremiyoruz. Halbuki kendinize bakın diye, bize ayna veriyorlar. İşte o aynaya bakıp, kendimizi görmemiz lazımdır..
İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
"Kıymetli ömrümüz, günah işlemekle, kusur, kabahat yapmakla, yanılmakla, faydasız, lüzumsuz konuşmakla geçip gidiyor. Bunun için; tevbeden, Allahü teâlâya boyun bükmekten söyleşmemiz, vera ve takvadan konuşmamız hoş olur. Nûr sûresi, 31. âyet-i kerimesinde mealen; (Ey müminler! Hepiniz, Allahü teâlâya tevbe ediniz! Tevbe etmekle kurtulabilirsiniz) buyurmuştur. Tahrîm sûresi, 8. âyet-i kerimesinde mealen; (Ey iman eden seçilmişler! Allahü teâlâya dönünüz! Halis tevbe edin! Yani tevbenizi bozmayın! Böyle tevbe edince, Rabbiniz, sizi belki affeder ve ağaçlarının, köşklerinin altından, önünden sular akan Cennetlere sokar) buyurmuştur. En'âm sûresi, 120. âyet-i kerimesinde mealen; (Açık olsun, gizli olsun günahlardan sakınınız!) buyurmuştur.
Günahlarına tevbe etmek, herkese farz-ı ayındır. Hiç kimse tevbeden kurtulamaz. Nasıl kurtulur ki, Peygamberlerin hepsi tevbe ederdi. Peygamberlerin sonuncusu ve en yükseği olan Muhammed aleyhisselâm buyuruyor ki; (Kalbimde envâr-ı ilâhiyyenin gelmesine engel olan perde hasıl oluyor. Bunun için her gün, yetmiş kere istiğfar ediyorum.)
Yapılan günahta, kul hakkı bulunmayıp, zina yapmak, alkollü içki içmek, çalgı dinlemek, yabancı kadınlara bakmak, Kur'ân-ı kerimi abdestsiz tutmak ve yanlış inanışlara saplanmak gibi, yalnız Allahü teâlâ ile kendi arasında olursa, böyle günahlara tevbe etmek, pişman olmakla, istiğfar okumakla, Allahü teâlâdan utanıp, sıkılıp, Ondan af dilemekle olur. Farzlardan birini özürsüz terk etti ise, tevbe için, bunlarla birlikte, o farzı da yapmak lazımdır. Çünkü bir namazı vaktinde kılmayanın bunu kaza etmesi de farzdır.
Günahta kul hakkı da varsa, buna tevbe için, kul hakkını hemen ödemek, onunla helalleşmek, ona iyilik ve dua etmek de lazımdır. Mal sahibi, hakkı olan ölmüş ise, ona dua, istiğfar edip çocuklarına, vârislerine verip ödemeli, bunlara iyilik yapmalıdır. Çocukları, vârisleri bilinmiyorsa, mal ve parayı fakirlere verip, sevabını hak sahibine ve eziyet yapılana niyet etmelidir."
ABDULLAH BİN HUBEYK "rahmetullahi aleyh" hazretleri buyurdular ki;
Beş şey vardır, kalp katılaştığı zaman onun ilacı olur: Birincisi, sâlih kimselerle görüşmek ve onların meclisinde bulunmak. İkincisi, Kur'ân-ı kerîmin mânâsını düşünerek okumak. Üçüncüsü, karnını doyurmayıp, helâldan az bir şey yemekle yetinmek. Zîrâ helâl yemek kalbi aydınlatır. Dördüncüsü, Allahü teâlânın kâfir ve günahkâr için hazırladığı acı azâbı ve tehdidini düşünmek. Beşincisi, kendisini Allahü teâlâya kulluk vazifesini yapmakta âciz ve noksan görmek, bununla berâber Allahü teâlânın lütuf ve ihsânını düşünmektir. Bu, tefekkür olup, bundan hayâ meydana gelir.
Tefekkürden bir kısmı da şunlardır: Allahü teâlânın seni, her şeyinle, içini dışını bildiğini, her an O'nun seni gördüğünü düşünmek, dünyâ hayâtını, dünyâ hayâtının meşgûliyetlerinin çokluğunu, dünyâ hayâtının çok çabuk geçtiğini, âhiretin ve nîmetlerin devamlı olduğunu akıldan çıkarmamak. İşte tefekkür dünyâya düşkün olmayıp, âhirete rağbet etmek gibi meyveler verir. Ölümün geleceğini, fırsatı kaçırdıktan sonra pişmanlık olacağını düşünmek. Böyle tefekkürün meyvesi; uzun emel sâhibi olmamak, amellerini düzeltmek, âhirete hazırlık yapmaktır.
Dünya ve âhıret saadetine kavuşmak; ancak ve yalnız, dünya ve âhıretin efendisi, yaratılmışların en üstünü ve en kıymetlisi olan Muhammed aleyhisselâma uymakla olur. Muhammed aleyhisselâma uymak, İslâm dîninin emirlerini yapmak, yasaklarından kaçınmakla olur.. Doğru itikadı öğrenip îmânını buna göre düzeltmek, bundan sonra ibâdet bilgilerini öğrenip onunla amel etmek lâzımdır. Îmân bilgileri ile farzlardan ve haramlardan kendine lâzım olanlarını öğrenmek farzdır. Bunları öğrenmemek büyük günahtır. Bu dünya imtihan yeridir. Dünyanın görünüşü yalancı yaldızlarla süslüdür. Nefse hoş gelen haramlar, dışı şekerle kaplanmış zehir gibidir. Dünya, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyler demektir. Akıllı kimse, fânî olanı baki olana tercih etmez. Çabuk geçen bir lezzet için kendini felâkete sürüklemez ve sonsuz nimetleri kaçırmaz. Verdiği sözü tutar. Zamanın kıymetini bildiği için, her işini dakikası dakikasına yapar. Üzerine aldığı bir işi bitirmeden, içi rahat etmez. Bir işi yarına bırakmak şöyle dursun, yarın yapılacak işi, mümkünse bugün yapar. Böyle kimseler, rûhunun temizliği yanında, vücut temizliğine de çok dikkat ederler. Kullandığı eşyalar, yiyip içtikleri, evi, çevresi hep temiz olur. Ayrıca güler yüzlü, tatlı dilli, vakur ve kibârdır. Anasına, babasına, hocasına, büyüklerine karşı son derece saygılıdır. Herkesle iyi geçinir ve kendisi ile iyi geçinilir. Böyle olan Müslümanlar, dünyada rahat ettikleri gibi, âhırette de rahat ve huzur içinde olurlar.
Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâya şöyle suâl etti:
- Yâ Rabbî! İnsanlar, verdiğin nimetlerin şükrünü nasıl ifa edebilirler?
Allahü teâlâ buyurdu ki:
"Yâ Mûsâ! Bir kimse kendine verdiğim nimeti benden bilip, kendinden bilmezse, nimetlerimin şükrünü eda etmiş olur. Bir kulum rızkını kendi çalışması ile bilip, benden bilmez ise, nimetin şükrünü eda etmemiş olur."
Allahü teâlâ hadîs-i kudsîde buyurdu ki:
"İnsanları ve cinnileri ben yarattım.. Onlar ise benden başkasına ibâdet ediyor, tapıyorlar. Rızıklarını ben veriyorum, başkasına şükrediyorlar!
Dâvûd aleyhisselâm, Allahü teâlâya münâcat edip dedi ki:
- Yâ Rabbî! Âdem aleyhisselâma o kadar ikram ve ihsanda bulundun. O sana nasıl şükretti?
Allahü teâlâ buyurdu ki:
"Ey Dâvûd! O bütün bu ikramların benim tarafımdan, kendisine yapıldığını bildi. Bu bilmesini onun şükrü olarak kabul ettim!"
Dâvûd aleyhisselâm şöyle arz etti:
- Yâ Rabbî! Nimetin şükrünü nasıl eda edeyim? Çünkü şükrü eda etmek de senden bir nimettir.
Allahü teâlâ buyurdu ki:
"Ey Dâvûd! Şimdi şükretmiş oldun. Kendi aczini, nimetin şükrü gördün."
Büyük islâm âlimi imâm-ı Muhammed Gazâlî "rahmetullahi aleyh" [450] hicrî senesinde Tus şehrinde tevellüd etmiş, 505 [m. 1111] senesinde, yine orada vefât etmişdir. Yüzlerce kitâbı içinde, son yazdığı (Kimyâ-i se'âdet) ismindeki kitâbında, dördüncü rüknün altıncı aslında, fârisî olarak buyuruyor ki:
Enbiyâ sûresi, kırkyedinci âyetinde meâlen, (Kıyâmet günü terâzî kuracağım. O gün, kimseye zulm edilmiyecekdir. Herkesin, dünyâda yapmış olduğu zerre kadar iyilik ve kötülüklerini meydâna çıkarıp, terâzîye koyacağım. Herkesin hesâbını yapmağa yetişirim) buyurdu. Bunu haber verdi ki, herkes dünyâda kendi hesâbına baksın. Peygamberimiz "aleyhisselâm" buyurdu ki: (Akllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yapdıklarını ve yapacaklarını hesâb eder. İkincisinde, Allahü teâlâya münâcât eder, yalvarır. Üçüncüsünde, bir san'atde veyâ ticâretde çalışıp, halâl para kazanır. Dördüncüsünde, istirâhat eder ve mubâh olan şeylerle kendini eğlendirip, harâm şeyleri yapmaz ve onlara gitmez). İkinci halîfe, Ömer-ül-Fârûk "radıyallahü anh", [23 senesinde Medîne-i münevverede vefât etdi. Hucre-i se'âdetdedir] buyurdu ki, hesâbınız görülmeden evvel, kendinizi hesâba çekiniz! Allahü teâlâ, meâlen buyurdu ki: (Şehvetlerinizi, [ya'nî nefsin arzûlarını] harâmlardan almamağa uğraşınız ve bu cihâdda sebât ediniz, dayanınız!).