Taha Kılınç
Teravihin Faziletleri
Ramazan ayında her gece teravih namazı kılmanın faziletini, hazret-i Ali'ye sual edilince, cevabında buyurur ki:
“Her kim Ramazan-ı şerifin birinci gecesinde teravih namazı kılsa, Hak teâlâ, o kimsenin bütün tövbelerini kabul ederek, günahlarını bağışlar, ikinci gecesini kılan kimsenin ana babasının günahları affolunur. Üçüncü gece kılsa, melekler, o kula derler ki: 'Sana müjdeler olsun, Hak teâlâ senin ibadetini kabul buyurdu, istediğin şerefe kavuştun, günahlarını af etti.' Dördüncü gece teravih namazını kılınca, Kur’ân-ı kerimi hatmetmiş gibi sevap kendisine ihsan edilir. Beşinci gece kılınca, Mescid-i aksada, Mekke’de ve Medine’de kılmış gibi, Hak teâlâ sevap ihsan eder. Altıncı gecesi kılsa, Beyt-ül ma'mûru tavaf etmiş gibi, yedinci gecesi kılsa, Firavun ile yapılan gazada bulunmuş gibi, sekizinci gece kılsa, Bedir harbinde Resulullah efendimizle bulunmuş gibi, dokuzuncu gecesi için Davut aleyhisselam ile beraber ibadet etmiş gibi, onuncu gecesi için, dünya selamet ve saadeti ihsan edilir.”
Ramazan-ı şerifin sonuna kadar olan bütün gecelerin böylece ayrı ayrı birer fazileti ve yüksek derece ve sevapları vardır. Böylece edeb ve erkanına riayet ederek, orucu tam olarak, bütün azaları ile tutup, teravih namazlarını kılarak ve haramlardan sakınarak otuzuncu gecesini ikmal edince, Hak teâlânın emri ile, Arş-ı alânın altından bir sözcü hitap ederek der ki: “Her gece teravih kılan kullar Cehennemden kurtulmuş kullardır. Korktukları Cehennemden kurtulup arzu ettikleri nimete, Cennet ve cemâl-i ilâhîye nail oldular.” Hak teâlâ, azameti ile buyurur ki:(İzzim ve celâlim hakkı için, bu kullarıma af ile muamele eyledim.) Bundan sonra, Hak teâlâ emreder, o kullara birer berat yazılır. Bütün kadın ve erkeklerden, bu şartlar dahilinde ibadetini ifa ederek, cenâb-ı Hakkın bu lütfuna muhatap olanlara, Cehennem azabından kurtulup, sıratı kolaylıkla geçmek için, ellerine birer berat verilir.
Öyle ise, ihlas ile Ramazan-ı şerif orucunu tutup, kaza namazlarını ve sonra teravihleri eda ederek ve haramlardan kaçınarak, cenâb-ı Hakkın rahmetine kavuşmaya çalışmalıdır.
Allahü teâlâ kullarına zararlı şeyleri emretmez, faydalı şeyleri emreder. Her emirde bizim bilmediğimiz nice hikmetler vardır. Fakat, mü'min emirleri yaparken, faydalı sebebi için değil, Allahü teâlânın emri olduğu için yapar. Haram ve mekruhlardan da aynı şekilde kaçınır.
Oruç tutmanın insanın sıhhati üzerinde sayılmayacak kadar çok faydası vardır. Hastalıkların çoğu, çok yemekten ileri gelmektedir.
Peygamber efendimiz "aleyhisselâm" buyurdular ki: "Oruç tutun, sıhhat bulun!"
Orucun en önemli tesirleri, karaciğer ve damarlar üzerinde görülür. Karaciğer; vücudun muazzam bir kimya laboratuvarıdır. Sindirim için çok lüzumlu olan yağları, sindirir, eritir, diğer taraftan da besinleri depo eder. Vücuda giren mikroplara karşı, faydalı zehirler üretir, kemik iliğinden kan yapan hücreler için, temel maddeleri hazırlar.
Vitamin ve hormonlar ile, kandaki iyot faaliyetlerinden da karaciğer sorumludur. Bundan dolayı 24 saat çalışır. Bu yüzden çok yemek ve çok içmek karaciğer için çok zararlıdır. Oruç tutarak karaciğer dinlendirilir ve bir sene daha sıhhatli çalışma imkânı bulur.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri (kuddise sirruh) buyuruyor ki,
(Kalbde îmân bulunduğuna alâmet, islamiyetin emrlerini seve seve yapmakdır. Zekât niyyeti ile fakîre bir altın vermek, yüzbin altın sadaka vermekden dahâ sevâbdır. Çünki, zekât vermek, farzı yapmakdır. Zekât niyyeti olmadan verilenler ise, nâfile ibâdetdir. Farz ibâdetin yanında nâfile ibâdetlerin hiç kıymeti yokdur. Deniz yanında, damla kadar bile değildir. Şeytân aldatarak, farzları yapdırmıyor [kazâ namâzlarını kıldırtmıyor], nâfile kılmağı, [nâfile hacca ve ömreye gitmeği] güzel gösteriyor. Zekât verdirmeyip, nâfile hayrları, göze güzel gösteriyor.)
Eskiden Ramazan-ı şerif geldiği zaman imamlar köylere vaaza giderlermiş. Birisi de bir köydeki camiye gitmiş, Ey cemaat! ben size dini anlatmaya, islamiyyetten bahsetmeğe geldim demiş. Herkes çekip gitmiş, geriye bir kişi kalmış. Vaiz efendi; Sen tek kaldın, şimdi sana vaaz vermeye değer mi değmez mi demiş. O kişi de, ben seyisim, at bakıcısıyım, bizim orada bütün atlar gitse, bir tek at kalsa bile ben o ata yem veririm demiş. Vaiz efendi anlatmaya başlamış, saatlerce sürmüş. Bitince gelmiş bu kişinin yanına, vaaz nasıldı, beğendin mi diye sormuş. O da, biz ata yem veriyoruz, ama doyacak kadar veriyoruz, çatlatacak kadar vermiyoruz demiş... Demek ki, herkese anladığı kadar anlatmak lazım.
ZEKATLA İLGİLİ BİLGİLER
1- Zekât nisâbı, yirmi miskal, yani 96 gr altın veya bu değerde para veya ticaret eşyasıdır.
2- Zekât nisâbına mâlik olan kimseye zengin denir.
3- Zekâta tâbi malların veya paranın, sene içindeki azalıp çoğalmasına itibar edilmez. Nisâba mâlik olduktan bir sene sonra elde kalan mal, nisâbı buluyorsa kırkta biri zekât olarak fakirlere verilir. Nisaptan aşağı ise verilmez.
4- Zekât, kârdan değil, ticaret malının veya paranın tamamından verilir.
5- Senetli ve senetsiz alacaklar nisap hesabına dâhil edilir. Alacaklar tahsil edildikten sonra zekâtları verilir; almadan da verilebilir.
6- Borçlar, mevcut paradan veya maldan çıkarılır. Geri kalanın zekâtı verilir.
7- Zekât; câmi, hayır kurumları, dernek... gibi yerlere verilmez.
8- Zekât, ticareti yapılan maldan verilir. Onun yerine başka maldan verilmez. Meselâ halıcı, gıda maddesi veremez. Bakkal da halı veremez.
9- Zekâtı, ticareti yapılan maldan vermek câiz olduğu gibi, değerini altın olarak da vermek câizdir.
10- Ticaret için olmayan evler, arsalar, vasıtalar, demirbaş eşyalar zekât nisâbına dâhil edilmez. (Redd-ül Muhtar; Hindiyye)