Taha Kılınç
Şeytanın nafile hilesi
02 Şubat 2018, Cuma
Farz ibâdetin yanında, nâfile ibâdetin kıymeti yok gibidir. Melun şeytan, müminleri aldatarak, farzları küçük gösteriyor. Kazâları yerine getirtmeyip nâfilelere yol gösteriyor. Zekât verdirtmeyip, sadakaları güzel gösteriyor. Hâlbuki, zekât niyeti ile fakire bir altın vermek, yüzbin altın sadaka vermekten daha sevaptır.. Çünkü, zekât vermek farzdır. Zekât niyeti olmadan verilenler ise, nâfile ibâdettir.
Zamanımızın Müslümanları, farzları bırakıp, nâfile ibâdetlere sarılıyorlar. Nâfile ibâdetleri yapmaya, meselâ; mevlit okutmaya, câmi yapmaya, sadaka ve hayrat yapmaya ehemmiyet verip, farzları, meselâ; beş vakit namaz kılmayı, Ramazan-ı şerîf ayında oruç tutmayı, zekât vermeyi, borç ödemeyi, helâlı haramı öğrenmeyi, hafif ve lüzumsuz görüyor. Sadaka ve hayrâtın çoğu, şöhret, hürmet ve nefsin şehvetlerini kazanmak için olur. Hâlbuki, farzlar yapılırken araya, riyâ, gösteriş karışmaz.
Kâfirlerin, mürtedlerin, bâzı emellerine kavuşmak için, dine uygun işler yapması âhırette fayda vermez. Çünkü onlar, îmân ile şereflenmemişlerdir.
İbâdetlerin en kıymetlisi, farz olanlardır. Bunlardan sonra, Şâfiî'de sünnet namazlar, Hanbelî'de cihat, Hanefî'de ve Mâlikî'de ilim öğrenmek, öğretmek ve cihatdır.
Nâfile ibâdetlerin farzlar yanındaki kıymeti, okyanus yanında bir damla su gibi bile değildir. Farz borcu varken sünnetle uğraşan, borçlu iken alacaklıya hediye veren kimseye benzer.
Zamanımızın Müslümanları, farzları bırakıp, nâfile ibâdetlere sarılıyorlar. Nâfile ibâdetleri yapmaya, meselâ; mevlit okutmaya, câmi yapmaya, sadaka ve hayrat yapmaya ehemmiyet verip, farzları, meselâ; beş vakit namaz kılmayı, Ramazan-ı şerîf ayında oruç tutmayı, zekât vermeyi, borç ödemeyi, helâlı haramı öğrenmeyi, hafif ve lüzumsuz görüyor. Sadaka ve hayrâtın çoğu, şöhret, hürmet ve nefsin şehvetlerini kazanmak için olur. Hâlbuki, farzlar yapılırken araya, riyâ, gösteriş karışmaz.
Kâfirlerin, mürtedlerin, bâzı emellerine kavuşmak için, dine uygun işler yapması âhırette fayda vermez. Çünkü onlar, îmân ile şereflenmemişlerdir.
İbâdetlerin en kıymetlisi, farz olanlardır. Bunlardan sonra, Şâfiî'de sünnet namazlar, Hanbelî'de cihat, Hanefî'de ve Mâlikî'de ilim öğrenmek, öğretmek ve cihatdır.
Nâfile ibâdetlerin farzlar yanındaki kıymeti, okyanus yanında bir damla su gibi bile değildir. Farz borcu varken sünnetle uğraşan, borçlu iken alacaklıya hediye veren kimseye benzer.
Hadis âlimi Ahmed bin Abdullah İsfehânî hazretleri, Hilyet-ül-evliyâ kitabında diyor ki: "Büyüklerden çoğu buyurdu ki, ibadetler on kısımdır. Dokuz kısmı helal kazanmaktır. Bir kısmı da bildiğimiz bütün ibadetlerdir." Onun için her mümin, helal kazanmaya çalışmalıdır. Haramdan ve şüphelilerden kaçınmalıdır.
Ebû Hüreyre hazretleri Resûlullah efendimizin şöyle buyurduğu nakletmektedir:
Ebû Hüreyre hazretleri Resûlullah efendimizin şöyle buyurduğu nakletmektedir:
(Allahü teâlâ güzeldir. Yalnız güzel yapılan ibadetleri kabul eder. Allahü teâlâ, Peygamberlerine emrettiğini, müminlere de emretti ve buyurdu ki: Ey Peygamberlerim! Helal yiyiniz ve salih, iyi işler yapınız! Müminlere de emretti ki, ey iman edenler! Sizlere verdiğim rızıklardan helal olanları yiyiniz! Uzak yoldan gelmiş, saçı sakalı dağılmış, yüzü gözü toz içinde bir kimse, ellerini göğe doğru uzatıp dua ediyor. Ya Rabbi! diye yalvarıyor. Halbuki yediği haram, içtiği haram, gıdası hep haram. Bunun duası nasıl kabul olur?) Yani haram yiyenin duası kabul olmaz buyurdu.
Haramı, helali, şüphelileri ve faizi bilmeyen, bunları birbirinden ayıramayan kimse, haramdan kurtulamayıp, yaptığı ibadetleri boşuna gider.
ABDULLAH HARRÂZ "rahmetullahi aleyh" hazretleri buyurdular ki;
Bizim yolumuz fütüvvettir (cömertliktir). Yâni kimseden bir şey istemek değildir.
Kulların en aşağısı, namazını ve tesbîhini kendi gözünde büyülten, yaptığı ibâdetler sebebiyle, Allahü teâlâ katında kıymeti olduğunu zanneden kimsedir. Eğer Allahü teâlânın ihsânı ve rahmeti olmasaydı, peygamberlerin "aleyhimüsselâm" işlerinin bile ne kadar zor olduğu görülürdü. Nasıl böyle olmasın. Peygamberlerin en üstünü ve Allahü teâlâya en yakın olan Resûlullah efendimiz "aleyhissalatü vesselam" bile, Allahü teâlânın rahmetinin kendisini örttüğünü buyurmuşlardır.
Kulluğun en güzeli, kulun Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşısında, şükürden âciz olduğunu bilmesidir.
Bizim yolumuz fütüvvettir (cömertliktir). Yâni kimseden bir şey istemek değildir.
Kulların en aşağısı, namazını ve tesbîhini kendi gözünde büyülten, yaptığı ibâdetler sebebiyle, Allahü teâlâ katında kıymeti olduğunu zanneden kimsedir. Eğer Allahü teâlânın ihsânı ve rahmeti olmasaydı, peygamberlerin "aleyhimüsselâm" işlerinin bile ne kadar zor olduğu görülürdü. Nasıl böyle olmasın. Peygamberlerin en üstünü ve Allahü teâlâya en yakın olan Resûlullah efendimiz "aleyhissalatü vesselam" bile, Allahü teâlânın rahmetinin kendisini örttüğünü buyurmuşlardır.
Kulluğun en güzeli, kulun Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşısında, şükürden âciz olduğunu bilmesidir.
ABDULLAH-I ENSÂRÎ "rahmetullahi aleyh" hazretleri buyurdular ki;
Âhirette her incinin bir sedefi vardır. Her şeyin kendi hâline göre bir şerefi, değeri vardır. İnsanoğlu da kendisinde ilim bulunan bir sedeftir. Onun şerefi de ilim iledir. İlmi olmayan kimse, câhillik içinde kalır, muhabbet kadehini içemez, vilâyet libâsını giyemez. Allahü teâlâ câhili kendine dost edinmez.
İlim, çok tekrar ve fazla müzâkere ile ele geçer. Ayrıca bunun için az uyumalı ve Allahü teâlânın yardımını talep etmelidir. Âlemlere rahmet olan Resûlullah efendimiz "aleyhissalatü vesselam" buyuruyor ki: Semâ tavanının seyyâreleri olduğu gibi, her bir gaflet ve hatânın da bir keffâreti vardır. Mü'minlerin günahlarının keffâreti tövbedir.
Şükür; nîmeti bilmenin ismidir. Zîrâ şükür, nîmeti vereni bilmeye götürür. Bu mânâdan dolayı, Kur'ân-ı kerîmde İslâm ve îmâna şükür ismi verilmiştir.
İlim, çok tekrar ve fazla müzâkere ile ele geçer. Ayrıca bunun için az uyumalı ve Allahü teâlânın yardımını talep etmelidir. Âlemlere rahmet olan Resûlullah efendimiz "aleyhissalatü vesselam" buyuruyor ki: Semâ tavanının seyyâreleri olduğu gibi, her bir gaflet ve hatânın da bir keffâreti vardır. Mü'minlerin günahlarının keffâreti tövbedir.
Şükür; nîmeti bilmenin ismidir. Zîrâ şükür, nîmeti vereni bilmeye götürür. Bu mânâdan dolayı, Kur'ân-ı kerîmde İslâm ve îmâna şükür ismi verilmiştir.
ABDULLAH BİN HUBEYK "rahmetullahi aleyh" hazretleri buyurdular ki;
Kötü ve yanlış sözleri çok dinlemek, tâatın, ibâdetin tadını kalbden siler.
Yarın sana zarar verecek şeyler için keder ve gam içinde bulun. Âhiret saâdetini harâb eden şeyler için üzül. Yarın sana fayda vermeyecek şey için sevinme!
En faydalı korku, insanı, günahlardan ve kötülüklerden alıkoyanıdır. İnsana, boşuna geçen ömrü için üzülmek yaraşır. Kalan ömrünü de iyi kıymetlendirmesi lâzımdır.
Kalbime uygun gelmeyen, içime rahatlık vermeyen bir şeyi terk ederim.
Biri nasîhat istediğinde rivayet ettiği hadis-i şeriflerle cevab verirdi. Kişinin mâlâyânîyi (boş ve faydasız şeyleri) terk etmesi, onun müslümanlığının güzelliğindendir.
Yarın sana zarar verecek şeyler için keder ve gam içinde bulun. Âhiret saâdetini harâb eden şeyler için üzül. Yarın sana fayda vermeyecek şey için sevinme!
En faydalı korku, insanı, günahlardan ve kötülüklerden alıkoyanıdır. İnsana, boşuna geçen ömrü için üzülmek yaraşır. Kalan ömrünü de iyi kıymetlendirmesi lâzımdır.
Kalbime uygun gelmeyen, içime rahatlık vermeyen bir şeyi terk ederim.
Biri nasîhat istediğinde rivayet ettiği hadis-i şeriflerle cevab verirdi. Kişinin mâlâyânîyi (boş ve faydasız şeyleri) terk etmesi, onun müslümanlığının güzelliğindendir.
İKİ KERE ŞEHİT
Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı Kirâm bir muharebeden dönüyorlardı. Kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar sevinç içinde orduyu karşılamaya çıktılar. Karşılamaya gelenler arasında o savaşta şehit olan Hazret-i Nevfel'in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı.
Annesi, Peygamberimize; "Gazânız mübârek olsun!" dedikten sonra, Resûl aleyhisselâma oğlunu sordu.. Merhametlilerin en merhametlisi olan Peygamber efendimizin gözleri nemlendi. Oğlunun şehitlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı. Elleriyle arkayı işaret edip, yoluna devam etti.
Peygamber efendimizin arkasından gelen Hazret-i Ali'ye, sonra Hazret-i Ömer'e, sonra Hazret-i Osman'a sordu. Hepsi arkayı işaret ettiler. Hazret-i Ebû Bekir en sonda geliyordu. Ona da sorunca ne diyeceğini, nasıl söyleyeceğini düşündü, duâ edip bağırdı:
"Yâ Allah! Yâ Nevfel!.."
İşte tam o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı yıldırım hızıyla yanlarına geldi ve sordu:
"Buyur yâ Sıddîk!.."
Bu atlı, hazret-i Nevfel idi. Görenlerin îmanı kuvvetlendi. Bu hâdiseden sonra, hazret-i Nevfel, senelerce yaşadı. Nihâyet, Yemâme Cengi'nde tekrar şehitlik şerbetini içti.